Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

'' Çeyrek Ekmek Arası '' bir hayat !.. (1)

 '' Çeyrek Ekmek Arası  ''  bir  hayat !..           (1)
 

Üniversite yıllarında , kader arkadaşlığının tadı bir başkadır.

Yetmişli yılların Türkiye' sinde , sayısı oldukça az olan üniversitelerimizi kazanıp okumak , önemli bir ayrıcalıktı bizler için…

Üniversitelerin gerçek ilim yuvası olduğu ve henüz '' yüksek liseye dönüşmediği ''  yıllardaydık...


Hayata sımsıkı asılmış Anadolu’nun yoksul aile çocukları , zekâlarını okumaya yöneltip binlerce kilometre yol teperek büyük şehirlerimizde konuşlanan üniversitelerimize yerleşmişlerdi.

Tarlasını, ineğini satan babalar , ''yüzlerini ak eden'' çocuklarını üniversite okutmak için önemli bir savaş içine girmişlerdi.
Varsın , kendileri kuru ekmek yesinlerdi, çocukları okuyup adam olacaklar, belki yaşlılıklarında da onlara bakacaklardı.

Ancak hayat, acımasız yükünü ağırlaştırmaya başlamıştı o yıllarda.
O günlerde , kredi, burs almak; günümüzdeki gibi modern yurtlar bulmak mümkün değildi.
Okumak ,'' zengin harcıydı. ''
Yoksul için barınacak bir yer bulmak ; karnını doyurabilmek meseleydi.

Ben , çok şanslı sayılırdım. Evimiz Ankara’da mütevazı bir semtte, müstakil, küçücük bahçeli ahşap bir binaydı. Rahmetlik babacığım ufak memur maaşıyla beş çocuklu , yedi nüfuslu ailesini ayakta tutmak için gece gündüz çalışıyordu.
Anacığım da ördüğü dantellerle aile bütçesine katkıda bulunuyor; ben , kardeşlerimle yaz aylarında, Gençlik Parkında değişik işlerde çalışarak okul harçlıklarımızı denk getirmeye çalışıyorduk.


Ekmeğimizi ''taştan çıkarıyorduk.''

İki kardeşimin askeri okulları kazanıp gitmesiyle ,bütçemiz, biraz rahatlatmıştı.

Hepimiz yüksek tahsil hayatına atılmış , büyük bir gayretle çalışıyorduk. Hayata atılan kardeşler diğerlerine destek veriyordu.
Çevremizde okuyan sayısı az olduğundan heryerde parmakla gösteriliyorduk. Bu da hepimize ayrı bir onur veriyordu.Çok mutluyduk…

. . . . .
Ta ki o uğursuz anarşi günleri gelene kadar…

70 'li yıllar...
Bölücü ruh yine hortlamıştı…

Üniversiteler üzerinde kirli oyunlar oynanmaya başlamıştı.

Bu oyunların piyonu da maalesef taşradan gelmiş yoksul Anadolu çocukları oluyordu.

Devletin öğrenci yurtları değişik fraksiyonlarca ele geçiriliyor, kardeş kavgası gittikçe alevlenerek büyüyordu.

Fukara aile çocukları ikiye bölünmüş , acımasızca birbirlerine saldırıyorlardı.
Provakatörler emellerine ulaşıyordu.Her gencin iki kutuptan birinde yer alması zorunlu gibiydi.
Arada kalanlar da ''lümpenler'' olarak niteleniyor, her iki sivri uçlardan birinin saldırısına uğruyorlardı.

Üniversite yıllarında tanışıp çok samimi olduğum Mersinli arkadaşım, Ahat’la DTCF’de aynı bölümde okuyorduk.

Arkadaşım ,çok yoksul bir değirmencinin çocuğuydu.

Küçük yaşlarda beşik kertmesiyle nişanlandırılmış;tahsil hayatının ekonomik ve anarşik yükü yetmez gibi bir de evlilik beklentisiyle zor günler geçiriyordu.

Yurttaki siyasi baskılara ancak bir yıl dayanabilmiş ve ağır sanayi bölgesinde bir hurdacının yanında çalışmaya başlamış , geceleri de demir atölyesinde yatmaya başlamıştı.Hayat acımasız ağını örüyordu.

Ahat, yoksul ama çok onurluydu.Ara sıra evimizde yatıyor, annemin sıcak çorbasıyla mutlu oluyordu.Ancak tüm ısrarlarımıza rağmen yanımızda kalmıyordu.

Atletik vücudu, sağlıklı yüzü gün geçtikçe eriyordu.

Çalıştığı hurda işçiliği de onu epey yıpratmıştı.Üniversite dekanımıza Ahat’ın durumunu anlatmaya gittiğimizde dekanın çaresizliği gözümün önünden hiç gitmiyordu.Ahat gibi yüzlerce genç vardı.Yöneticiler de zor günler geçiriyorlardı.

Ülke bir kaos içine girmiş ve siyasiler, tam bir aymazlık ve çaresizlik içinde her gün onlarca insanın ölümüne seyirci kalıyorlardı.
Her gelen iktidar kendi yandaşlarını koruyor, milleti temsil etmesi gerekenlerde bölgecilik ve hemşericilik almış yürümüştü.

Ahat gibi olanlar ve bizler yalnız kalıyorduk.Meclis 100.turda  bile Cumhurbaşkanı seçemiyordu.

Tüm memur ve öğretmen dernekleri üçe bölünmüş;hatta emniyet güçleri bile değişik siyasi derneklerle anılıyordu.
Vatandaşlar her gün bir “darbe” bekliyordu…İktidar , ''muktedir ''olamıyordu.

Kan gövdeyi götürüyor, üniversite rektörleri bile süresiz boykotlar ilan ediyorlardı.

Anarşi,vatanın bağrına hançerini saplamıştı...

Millet, kurtarıcısını arıyordu...

İşte o sıralarda en büyük darbeyi ben yemiştim…

Arkadaşım Ahat ,onbeş gündür fakülteye gelmiyor ve kendisinden hiçbir haber alamıyorduk .Bugün, en yoksulun bile cebinde taşıdığı cep telefonları yoktu ki arkadaşımdan haber alabileyim !..

Mersin’deki köyüyle, ailesiyle irtibat kuramıyorduk…

Hurdacı arkadaşları, Ahat’ın son onbeş gün içinde, hergün bir ''çeyrek ekmek '' ve suyla yaşamaya çalıştığını anlatınca gözyaşlarına boğulmuştuk.
Hergün bir adet çeyrek ekmek…Kim dayanabilirdi bu işkenceye…? Köleliği de sindiremeyen arkadaşım terk-i diyar etmişti…

Herkes kendi canının, malının derdine düşmüştü.
Ama Ahat yoktu…İki yılda ''kan kardeş'' olduğumuz Ahat kaybolmuştu...

Korkumuz bir anarşi gurubuna kayması ya da kaçırılıp öldürülmüş olmasıydı.

* * * * * * * *

 ( 1. Bölüm sonu...2. ve son bölüm yarın )

. . . . . . . . . . . . . . . .

 

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..