Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '09

 
Kategori
Güncel
 

...1 Mayıs'ı anmak gibi.../...1 Mayıs'ı anmak...

...1 Mayıs'ı  anmak gibi.../...1 Mayıs'ı anmak...
 

…Söylenecek çok şeyimiz var söyleyemiyorum…/…ben ölümlerdeyim sana bayramlar olsun diyemiyorum…/…avuçlarımda gül sarısı nasırlarla…/…bedenim toprakta yüreği sızlar…/…sana 1 Mayıs bayram olsun diyemiyorum…

19. yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran sanayideki teknolojik gelişmeler ve büyük ticari atılımlar işçi sınıfınıda da bir bilinçlenmeye doğru itiyordu. İşçi sınıfı kendi (ekonomik) örgütlerini yaratıyor, kendi çıkarları için bağımsız bir savaşım başlatıyor ve kendi öz ideolojisini hazırlıyordu.

Toplumsal yaşamın tarihi akışı içerisinde işçi sınıfı, burjuvazinin feodaliteye karşı ilerici savaşımını destekleyen ve kapitalizmin kurulmasında da belirleyici rol oynayan yegane sınıftır. Bu sınıf savaşlarının bitmediğinin en açık ifadesidir ve sınıf savaşlarının da bütün akışını belirleyecektir.

Gelişen kapitalizmin karşısında, feodal düzenin kalıntıları, sanayi ilerlemesinde engeller oluşturur. En başta işçi sınıfı tarafından desteklenen burjuvazi, bu feodal kalıntılara karşı savaş girişir. Yavaş yavaş işçi sınıfı siyasal yaşamda belirleyici bir rol oynamaya başlar; daha büyük bir tutarlılık ruhuyla savaşır ve demokrasi mücadelesinin öncüsü durumuna gelir.

Kendi niteliği gereği, işçi sınıfı en ilerici sınıftır; modern ve gelişen sanayiye bağımlı olarak kendi varlığını sürdüren ve özel mülkiyete sahip olmadan yaşamak zorunda olan sınıftır. İnsanın insan tarafından, her türlü sömürüsüne karşı savaşan işçi sınıfı, kendisi kıyasıya sömürülmekte olup, hiç kimseyi sömürmemektedir. Üretim araçları özel mülkiyetinin kaldırılmasını sırf bu yüzden istemektedir.

Burada şunu da açıklamakta yarar var; özel mülkiyetin ortadan kaldırılması; sadece ve sadece “üretim araçlarının” özel mülk edinilmesinin (maksat ve amaçlı sermaye oluşturulmasının) ortadan kaldırılması olgusudur bu istem.

İşçi sınıfı bu tarihsel görevlerinin hemen bilincine varmaz; başlangıçta, burjuvazinin manevi etkisi altında kalır, ama siyasal, iktisadi ve ideolojik savaşlar sırasında gitgide bu etkiden kurtulur.

19. yüzyılın toplumsal yaşam koşulları, doğa, toplum ve insan bilimleri bilimsel bir felsefe kurmaya; doğanın, toplumun ve insanın ve insan düşüncesinin evriminin en genel yasaları üzerine bir öğreti yaratmaya elverecek, oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştı.

Bu doğa toplum ve insan bilimleri; evreni hiçbir şeyin yaratmadığını, evrenin kendine özgü yasaları izleyerek değişim gösterdiğini ortaya koyuyordu. Böylece; fizikte genel çekim yasası, maddenin sakınımı yasası ve evrim kuramları vs. bulunmuştu ki, bu yasaya göre hiçbir şey kaybolmaz, hiç bir şey kendiliğinden yaratılmaz, şeyler ancak biçim değiştirir denmekteydi.

Doğa bilimlerinin ilerlemesiyle, materyalizm ve diyalektik gelişti.

Doğa, toplum, insan ve insan düşüncesindeki olguların tahlilinde modern bilimlerce uygulanan yöntemler genelleştirildi. Sürekli gelişen ve oluşumunun içersinde düşünebilen herkese uygun olarak diyalektik-materyalist felsefe yüksek bir düzeye ulaştırıldı ve Diyalektik-Materyalist felsefe büyük önem kazandı.

Tarihin akışı içerisinde yerini açıkça belirten işçi sınıfı (proletarya) kendi sınıf çıkarları doğrultusunda ve kendiliğinden gelişen ekonomik ve siyasi eylemleriyle dünyanın her yerinde varolma savaşında yerini alır.

Zorlu bir mücadeleye kendisi için kendi adına, kendi sınıf çıkarları doğrultusunda savaşan işçi sınıfı kendi sınıf örgütlerini de oluşturarak canı ve kanıyla bedeller ödemek zorunda kaldı. Yeri geldiğinde emekçi kadınları için, yeri geldiğinde ezilen yoksul insanlık için, çırak olarak çalışmak zorunda kalan çocukları için, ezilen millet ve milliyetler için, tüm insan emeğinin, bilimin, eğitimin tüm insanlığın insansal yaşamı ve dünyası için savaşan yeni bir dünya ulusu olma yolundaki mücadelesini saygıyla anmalıyız.

1 Mayıs 1886'da ABD Kentaki eyaleti olan Luizvil'de başlayan işçi grevleri sonucu 4 Mayıs'ta 1886'da Şikago'da toplanan Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik iş günü için 1 Mayıs'ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü olarak belirledi.

O gün; 1 Mayıs 1886 'da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Irklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Luizvil'de altı binden fazla siyah ve beyaz işçi birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil'deki parklar siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park'a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, “Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu” şeklinde yorumlanmıştı.

Grev ve gösteriler, 1 Mayıs'tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs'ta sokaklara çıktılar. McCormick'e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi de fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis dört işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.

Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs Luizvil -Haymarket Alanı'nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69'u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe. Aralarından en gençleri olan Louis Linng idamından bir gün önce intihar etti.

1 Mayıs işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü. Dünya üzerindeki pek çok ülkede resmî gün olarak kabul edilmekte ve törenlerle anılmaktadır.

Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmasını takip eden yıllardan 1923 yılında 1 Mayıs günü yasal olarak kabul edildi. 1924`te hükümet kitlesel 1 Mayıs kutlamalarını yasakladı.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yer yer gerici isyanların başlamasından bir süre sonra, isyanın genişlemesi üzerine, A. Fethi Bey Hükümeti, yeterince sert tedbir ve önlem almadığı gerekçesiyle Meclis’te eleştirilmiş ve bunun üzerine istifa etmişti. Bizzat M. Kemal Paşa tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen İsmet Paşa Hükümeti’nin güvenoyu aldığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bir Takrir-i Sükun Kanunu’nu çıkarmak ve İstiklâl mahkemelerini tekrar kurmak olmuştu.

1925`te çıkan Takrir-i Sükun Yasası’yla Türkiye işçi sınıfının tarihi akışının önüne duvar çekilmiş ve işçi sınıfı yaşamdan çıkartılmıştır.1 Mayıs 1935 yılına gelindiğinde “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi ve ücretsiz tatil günü ilan edilerek yozlaştırılmaya terk edilir.1925’ lerden 1975’lere gelinceye kadar onlarca haykırış ve çığlığın sesi bu unutulmaz yarım asrın tarihine yazılmıştır.

Türkiye işçi sınıfı hareketi 1970-75’lerin ürküten zifir zindan karanlığında yol kat edip uzaklaşmaya çabalamakta bir yandan da içten içe tutuşup yanmaya başlamıştı, giderek dışa vurumun habercisi eylemleri yer yer şiddetli bir artışla kendini göstermeye başlamış ve Türkiye işçi sınıfı hareketleri giderek yoğunluk kazanmıştı.

1976 yılına gelindiğinde, uzun yıllardan sonra geniş katılımlı 1 Mayıs kutlaması Taksim`de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu`nun organizasyonu altında gerçekleştirildi.

Bir sonraki yıl ; 1977 yılında, İstanbul Taksim Meydanı'nda yaklaşık 500 bin kişiyle en geniş katılımlı 1 Mayıs anma toplantısı düzenlendi. Ancak, göstericilerin üzerine ateş açıldı ve göstericilerden 34'ü, yaralanarak ve üstlerine ateş açılması sonucu çıkan izdihamda ezilerek öldü. 1977 yılının 1 Mayıs günü, Türkiye işçi sınıfımızın tarihine Kanlı 1 Mayıs olarak geçti.

Tüm işçi sınıfı tarihimiz köleci toplum tarihinin devamından başka bir şey olmadığı ve sınıf savaşları tarihinin kapanmadığının da yaşayan ve yaşanacakların da kanıtı oldu.

Finans dünyasının popülist liderleriyle, sendika ağalarının, din bezirganlarının ve teknolojik gelişmelerin tadını enine boyuna çıkartan, basın, yayın, yazar, edebiyatçı, modacı, aydınlar, akademisyenler vs. vs. desteğini alarak son İslam halifeliğine soyunup sosyal devlet renklerine boyanmaktan kolay moda ne olabilir ki artık.

…O BİTMEZ TÜKENMEZ BAYRAMLARINIZA BİR YENİSİNİ EKLEYEBİLİRSİNİZ …

İnsanlık tarihi katliamlar tarihi miydi? Bu soruyu çoğu kez kendime sorar ve döner okumaya başlarım: İnsanlığın bu günlere gelmesindeki doğal, toplumsal , hatta tüm evrensel faktörlerin görebildiğim kadarıyla etkilerini düşününce olumlu veya olumsuz tüm yönleriyle acımasızlığını barbarlığını vs. lerini vs. lerini desem daha doğru olur mu? Olur da.

Öyle sanıyorum ki; Marx –Engels manifestolarında söyledikleri sözlerin yerine, insanlık tarihi yüzyıllar geçse de yeni sözler koyması oldukça zor görünmekte; görünen gerçek şu ki “sınıf savaşları tarihi” daha uzun yüzyıllarca süreceğidir.

Kanla zulüm ve sömürüyle sürdürülen barbar köleci zihniyetlerinin, utanç veren insanın insana zulmü tarihinin bayram olarak kutlanması, bayram sevinci coşkusu ile anılması ve pasifize edilme girişimleri (yüzlerce örnekle kanıtlanmakta) mevcut düzenin çıkarları doğrultusunda uygulamalardan başka bir şey değildir.

Zulmün bayramını yapanlar, zulmü bayram ilan edenler bir gün gelecek zulmün yıkılış bayramları kutlanırken anılacaklar. Kan ve canla yazılmış emek tarihini, bayram havası içerisinde tanıtmak yorumlamak yorumlatmak insanlık için işlenmiş ağır bir suçtur. Yaşanmış acı dolu işçi sınıfı (proletarya) tarihinin; insanlık için sürdürülen mücadelesine kaldığı yerden saygıyla katılarak törenlerle anmaktır biz insanlara yakışan.

“Hiçbir kapitalist toplum ve üretim ilişkisi, üretim ilişkilerinin zaferi, kendiliğinden ortaya çıkmamıştır.”

…Biz işçi sınıfına, 1 Mayıs’ı tanımak ve törenlerle anmak yakışır…

 
Toplam blog
: 26
: 346
Kayıt tarihi
: 12.03.09
 
 

1955 yılında Çukurova-Ceyhan’da doğdum. Orta öğrenimi yarıda bırakıp on iki yaşında oto tamirci çıra..