Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '12

 
Kategori
Blog
 

'' Blog yazarlığı ve edeb ''üzerine açıklamalar'' (2)

'' Blog yazarlığı ve edeb ''üzerine açıklamalar'' (2)
 

Bloggerlerin de edebiyat vitamınine ihtiyacı olduğunu anlatan  son yazıma gelen yorumlar beni ziyadesiyle memnun etti... Yazar dostlarıma ve okurlarlarıma verdiğim uzun yanıtlarıma rağmen, yer darlığı nedeniyle anlatamadığım bazı hususları belirtmek amacıyla yeni bir blog yazma ihtiyacı hissettim.

Evet ne demiştik ?..'' Blog yazarı da edepli olmalıdır.'' demiştik...

Edebiyat sözcüğünün, Arapça EDEP kökünden geldiğini bizzat vurgulamıştık.

Edebiyat şuuru gelişmiş olan yazarların bunu çok iyi algıladıkları bilinir.

Başakların içi dolu olanlarıdır ki boyunları eğiktir.

Edebli insan,tevazu sahibidir.

Boş çuvalın dik duramayacağı da herkesçe bilinir.

Edep, toplumun önünde yürümeye aday olan her kişiye gereklidir.

17.yy'da, Osmanlı padişahları savaştan savaşa koşarken, Felemenk'ler en parlak ;en zengin dönemlerini yaşıyorlardı... Felemenklerin, Çin Hindi'ne, Afrika'ya dek uzanan; ticarete gidişleri;onları tonlarca altınla dönüşlerini sağlamıştı...

Küçücük; ama çok zengin  bir ülke olan Hollanda'nın, bu günlerde İstanbul Sabancı Müzesinde eserleri sergilenen, Rembrant gibi dünyanın en büyük ressamlarını yetiştirdiği bilinir.

Sadece o parlak dönemde, Felemenk Ülkesinde 100 milyon resim yapıldığı söylenir. Bu başarının altında, sanata duyulan saygı ve sanatçıdan alınan ilham yatar.. Yani sanat terbiyesi, hangi ülkede olursa olsun EDEB gerektirir.

Osmanlı kültürünün devamı olan Cumhuriyet Döneminde, yeterli düzeyde, Osmanlıca okur-yazarlığı olmayan sözde aydınlar tarafından birçok edebi bilgi yeterince aktarılamayınca ortaya bir yığın edeb yoksunu, kendini alim sanan hilkat garibesi bir kitle ortaya çıkmıştı..

Günümüzde de yazılan ders kitaplarının içerik zaafityetinin altında yine Edebiyat (EDEB) yoksunluğu yatar.

Bunlara ''Naylon yazarlar '' demek geliyor içimden...

Tanzimatla birlikte ülkemizde gelişen reform hareketleri sonucunda Şeker Ahmet Paşa, İbrahim Çallı gibi dünya çapında yüksek edepli ressamlar yetiştirmemizle  ne kadar öğünsek azdır.

......

Edebiyattan nasibini almamış kişinin, yazma eylemine soyunması, bataklıkta yüzme sevdasına benzer... Hem kendini çamura bular hem de kendisini kurtarmaya gelenleri çamurlayarak tehlikeye sokar...

İnsanlar her devirde güzele ve mükemmele ulaşmayı öğütleyen kitaplar yazmışlardır. Daha sonraki çağlarda yazılan edeb kitapları ise birdenbire didaktik ahlak ve edebiyat konularıyla dolmaya başlamıştır. Artık gelişip olgunlaşan ahlakî-edebî hikmetler, seçkin ve münevver zümrenin örmek alınabilecek duygu, düşünce ve hayat tarzları, insanı merkeze alan hikmet ve bilgi vs. konular herkesin merak ettiği şeyler arasına girmiştir.

Buharî'nin bu konudaki kitapları neredeyse günümüzün başarılı olmanın yollarını anlatan moda kitaplarına benzer.
Atalarımızın insanı edepli kılan, iyi ve güzel ahlaka ulaştıran bilgi için genel mânâda "edebiyat" kelimesini kullanmaları XIX. yüzyıla rastlar.

Daha önce "ahlak, töre, muaşeret, karşılıklı güzel ilişkiler vs." demek olan edeb kelimesi Tanzimat yıllarından sonra literatür anlamında edebiyatı da karşılamaya başladı. Yani insanın ebed içinde sürmesi istenen mükemmel hayat, birdenbire edebiyatın omuzlarına yüklenivermiştir.

O güne kadar süre gelen lugat (sözlük bilgisi), sarf ve nahiv (dilbilgisi), iştikak (kelime türeme bilgisi, etimoloji), meanî (anlam bilim), beyan (açık ve anlaşılır söz söyleme bilgisi ve edebi sanatlar), bedi (güzel ve doğru söz söyleme bilgisi), karz-ı şiir (şiir sanatı, poetika), aruz, kafiye (uyak), inşa (süslü nesir bilgisi), hat (güzel yazı, kaligrafi) gibi edebî bilimler de edebiyatın hizmetine verildi.

"E-De-B" kelimesi "Eline, Diline, Beline (sahip olmak)" gibi bir hayat prensibini hatırlatıyordu.

Nitekim edepli (terbiye ve haya sahibi, ölçülü, zarif) veya edepsiz (utanması olmayan, terbiyeden yoksun) kelimesinin açılımı da aslında "edb" kökünün bizzat insan için mutlak lüzumlu görülen bir anlamını bize sunar.

Ünlü EDEP Ustalarımızdan Mevlâna'nın sözlerini iyi algılamak gerek...

'''KÖR CEHALET ÇİRKEFLEŞTİRİR  İNSANLARI, SUSKUNLUĞUM ASALETİMDENDİR...

HER LÂFA VERECEK CEVABIM VARDIR ; AMA BİR LÂFA BAKARIM, LÂF MI DİYE ... BİR  DE SÖYLEYENE BAKARIM; ADAM MI DİYE!...''

'' Cahil ile etme sohbet; kızdırırsın; cam kırığı ile çizme yüzünü çızdırırsın '' diyen alim, çirkefe bulaşmamayı da EDEB'den sayar...

Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ?..Altının kıymetini sarraf anlar... Tenekeciye, altını sormak da EDEP dışıdır.

Edebiyata vakıf olan her kişide bir erdem ; bir asalet vardır... Bu kişlerin yönettiği devletlerin ne denli yüceldiğini, kendi tarihimize bakarak anlayabilirz.Kannuni'ye ''Muhteşem Süleyman '' ünvanını Batılılar vermiştir...

Kanuni den Atatürke dek uzanan  ve başarılaıyla göğsümüzü kabartan, tüm başarılı devlet adamlarımızın, üstün EDEP sahibi olduklarını bilmeyen var mı ?..

.. . . . .

Dengesi olmayan kişilerle tartışan alim; onların seviyesine inerse EDEB'e aykırı eylem içine girmiştir.

Âlimin amacı :küçük insanlarla uğraşmak değil ;büyük başarılara imza atmak olmalıdır.

İnsan ki yaptığı iş veya gösterdiği başarı ile halkı ziyafete davet etmeli, gelecek kuşaklar için bir şeyler üretip eğer mümkünse onlara bir ziyafet çekebilmelidir.

Dünyaya gelişten maksat da zaten insanlık adına bir sofra donatmak, dünyaya yeni bir şeyler katıp öyle gitmek değil midir ?.

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..