Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '07

 
Kategori
Anılar
 

''Bir hortlak gördüm''

''Bir hortlak gördüm''
 

Kabak tatlısına bayılırım. Hele hafif kızarmış balkabağından olur da içi cevizli olursa, ''Sizin ellerinizi; benim ayaklarını bağlasınlar, '' derler ya hiç dayanamam...

Ankara'da Ulus'ta, asırlık bir boza salonu vardır. Aşurenin de kabak tatlısını da kralını orada yersiniz.

Ben de kabak tatlısının nasıl yapılacağına dair, siz değerli okurlarımıza bilgi vermek için klavyemi gıdıklamaya başlamıştım ki yine anılarım depreşti... ''Kabağa dayalı'' olaylar aklıma geliverdi işte...

Yıl, 1976... Günlerden pazar... Aylardan Temmuz...

Anarşinin Ankara'yı kasıp kavurduğu günlerde, her şeye rağmen sevgililer, aşklarını yaşamaya çalışıyordu.O günlerde buluşmak için en güvenilir yerler:Papazın Bağı, Milka Pastanesi ya da bizim meşhur bozacımızdı...Enteller de buralara takılıyorlardı... Nişanlımla birlikte, kabak tatlısı yemek için Ulus'taki o meşhur tatlıcımıza gitmiştik.

İnsanların birbirine şüpheyle bakmadığı, sıcacık ortamı olan bir yerdi burası.Tatlımızı yemiş ve demli çaylarımızı yudumlamaya başlamıştık ki pastanenin içine yağlı parkalı iki kişi koşarak girmiş;arkasından da beş, altı kişi ellerinde sopalarla bağırarak içeriye dalmışlardı.Dışarıda başlayan olayların bir ucu bizim pastaneye de sıçramıştı...İçeride korkunç bir dayak faslı başlamıştı...Sandalyeler, tabaklar havada uçuyordu;pastanenin güzelim dekoru yerle bir olmuştu...Bu sefer ''Kabak pastanenin başında patlamıştı''. Nişanlımla beraber hemen, kendimizi dışarı atmıştık.

Akşamki radyo haberlerinde, olaydan hiç bahsedilmiyor;sadece ülke genelinde öldürülen polislerin ve vatandaşların isimleri açıklanıyordu.Olaylar ülke geneline yayılırken, yöneticilerin içi boş demeçleri iyice ''Kabak tadı''vermişti.

Ve...12 Eylül Darbesi geldi...Herkes, sus...pus...Ortalık süt liman...Ben, Milli Eğitim Bakanlığında yönetici olarak çalışıyordum...Daha bir yıl olmamamıştı ki meşhur banker soygunları başlamıştı...Ankara, Kızılay'daki bankerlerin binaları talan ediliyor;parasını kaptıranlardan bazıları binaları yağma ediyorlar;kimi mağdurlar da üst katlardan atlayıp intihar ediyorlardı.Anlaşılan vatandaşa bir ''Oh ! ''demek nasip olmayacaktı.O sıralarda YÖK hazırlıkları sürüyor, ben de alt komisyonlarda görev yapıyordum.

Öğretmenlik mesleğimi özlemeye başlamıştım.Bürokrasi bana göre değildi.Bir fırsatını bulup, YÖK'ün ilan edilmesine üç gün kala, yeni kurulacak olan bir üniversiteye öğretim elemanı olarak tayin olmuştum ve bürokratlıktan kurtulduğuma seviniyordum...

YÖK yasal görevine başlamıştı. Yeni kurulan üniversiteler ve onlara bağlı olan fakülte ve yüksekokullar açıklanmıştı.Eski statüyle yüksekokullarda çalışan hocalardan büyük bir bölümünün de öğretim görevlisi olarak atamaları yapılmıştı.Üniversiteme bağlı olması gereken taşradaki bir yüksekokul , kanun içerisinde yer alamamış; unutularak muallakta kalmıştı.Durumun vahametini fakeden yetkililer, acele bir -ek yasa- çıkararak, resmi gazetenin mükerrer sayısında yayınlayıp, bir gecede , yüksekokulu üniversiteme bağlamışlardı.

Sıra, o yüksekokulu kurup geliştirecek yönetim kadrosunun atanmasına gelmişti.Kabak tatlısını sevdiğimi, Rektör Bey de duymuş olacak ki balkabağıyla da ünlü, o kente yüksekokulun yönetim kadrosu olarak geçici süreyle atamamız yapılmıştı.Gideceğim yerdeki okulun yerleşkesi, eski bir öğretmen okuluydu. Ve geniş bir mezarlığın üzerine kurulmuştu...O kentten olan daktilo memurum , mezarlıkların kaldırılmadan yerleşkenin tamamlandığını ve hatta lojmanlarında oturan hocalarının geceleri , ara sıra hortlaklar ve hayaletler gördüklerini sık sık anlattıklarını söylüyordu. Ben, gülüp geçiyordum ve ne hortlaktan ne de hayaletten korkmayacağımı belirtiyordum.

Ama , bu laflardan etkilenmemek de mümkün değildi tabi.Görevlendirmemiz yapılınca, üç kişi yola çıkmıştık.

Arkadaşlarım etkilenmesin diye, bu ''Hortlak Masalını'' onlara anlatmamıştım.Kent, anarşiden en fazla hasar gören yerlerimizdendi.Yüksekokul harabeye dönmüş, yurt binasında cam, çerçeve kalmamıştı.Alay komutanı da binanın yarısını karargah olarak kullanıyordu. Komutanı rica, minnetle binadan çıkarıp kolları sıvadık.

Okulda hiç öğrenci kalmamış;çoğu değişik illerin eğitim enstitülerine gönderilmişti.Memurlar ve müstahdemler de kentin ücra bir kıraathanesini mekan eylemişler;fırsattan istifade edip aylardır , orada okey partileri düzenliyorlardı.

İlk işimiz görevlileri toparlamak olmuştu.Vali bey'in ve komutanın yardımlarıyla boya, badana ve tamir işlerine girişmiştik.Komutan, ressam olan bir askerini de okulda görevlendirmişti.

Asker-ressam, bizim, levhalarımızı, tahrip edilmiş olan Atatürk Köşemizi onarıyor ve buna benzer boya işlerimizi de titizlikle yapıyordu.Hatta O'nun , önlük diktirmek isteği üzerine Ankara'dan özel ve güzel ; beyaz ve çok parlak saten bir kumaş getirtmiştik.Uzun boylu olmasıyla da O'na çok yakışmıştı.Gece, gündüz demeden çalışıyorduk.

Hedefimiz, yüksekokulu, yeni akademik yıla yetiştirmekti.Yurttaki dolapları incelediğimizde kiminin içinden kanlı gömlekler çıkıyor;kiminin de kesici maddelerle dolu olduğuna tanık oluyorduk.Hizmetlilerden duyduğumuza göre de kalorifer kazanında, değişik zamanlarda iki öğrenci yakılmıştı. Binaları onardıkça ülkemizin geçirdiği anarşi belasının bizlere nelere mal olduğunu daha iyi anlıyorduk.Evrakları incelediğimizde daha vahim manzaralarla karşılasmıştık.Sahte sınavlar, sınavlara girmeden diploma alanlar, tüyler ürperticiydi.Sağcısı da solcusu da aynı sahteciliği , yarışırcasına yapmışlardı.

Tutanaklar, raporlar, tamirat derken yorgun düşüyor, geceleri geç vakitlerde yatıp deliksiz uyuyorduk.Günlerden bir gün iki arkadaşım da iki gün izin alıp memleketlerine gittiler.Ben, tek başıma kalakaldım...

Bir gece uykum kaçtı ve geç vakitlerde biraz hava almak amacıyla kampüs içinde dolaşmaya başlamıştım...İn-cin top oynuyordu...Arasıra gök gürlüyor, çok uzaklardan şimşek ışıkları bana arkadaş oluyordu.

Birden aklıma buraların altındaki mezarlıklar geldi.Hatta kanal çaışmalarımız sırasında çıkan kafataslarını biyoloji hocalarına hediye(!) etmiştik.

Çevresi yüksek ağaçlarla çevrili olan çok karanlık bir yola girmiştim ki yolun sonunda yüksek ve iri bir cismin önünde küçük ışıklar saçarak yavaş yavaş bana doğru yaklaştığını gördüm...

Ürperek durdum ve kendimi çimdikledim...Rüya değildi bu ''Hayalet veya hortlak'' bana doğru geliyordu.Çocukluğumuzda gece geç vakitlere kadar mezarlıklar arasında saklambaçlar oynamıştık.Hiç böyle birşey görmemiştim.Ve buna da inanmıyordum zaten.

Hayalet cisim bir anda yok oldu.Çevrede taş aradım..Yok...yok...Yan tarafımdaki ağacın kış armutları aklıma geldi..Henüz olmamışlardı ve taş gibiydiler...

Aceleyle beş altı tane kopardım...Ne olur ne olmazdı...Armutu da bir silah gibi kullanacağım hiç aklıma gelmemişti.
Bir hışırtıyla kendime geldim...

Evet...işte o hortlak ağaçların arasından çıkıp yine bana doğru gelmeye başlamıştı...Önündeki ışık daha da büyümüştü...Bu arada hayalet yalpalıyor ve bir taraftan da metalik gıcırtı sesi çıkarıyordu.Şimşek çaktıkça saniyelik ışıkların etkisiyle daha da korkunç bir görünüm almıştı.

Kaçamıyordum, donup kalmıştım ve bildiğim duaları peşi sıra okuyordum.Belki de bana, bu gece görev başında ölmek ve şehit olmak nasip olacaktı.Çoluk çocuk, eşim gözümün önüne geldi gitti...

O zamanlar cep telefonu da yoktu ki birilerine haber veresin. Bağırmak da erkekliğin şanına yakışmazdı.Hortlakla aramızda 20 metre kalmıştı ki elimdeki armutları, peşi sıra , gülle gibi savurmaya başlamıştım.Armutlar hortlağa değdikçe ''Paat..Paat...! '' sesleri geliyordu.Hayret ! Hortlaktan garip sesler çıkmaya başlamıştı...

''-Duuuur...!! Hocam Allahaşkına atma yahuuu...!! Benim beeeennn...!!! ''
Vay canına...Hayalet -hortlak bağırıyor...hem de Türkçe haykırıyordu ve de beni de tanıyordu...!

Hortlak, paldır küldür yere yuvarlanmıştı...Bir tarafa da bisiklete benzer bir araç fırlamıştı...Aman Allahım ! Hortlağın bisiklete bineni de ilk kez görüyordum...Hemen koştum...Parlayan pelerininden yakaladım ki ne göreyim...?

Bu, bizim ressam asker değil miydi...? Uzun boyu ve parlayan beyaz önlüğüyle işten dönüyordu.Geceleri O da yurtta kalıyordu.Son günlerde pek görüşememiştik.O'nu yerden kaldırıp özür dilemiş ve hemen odama almıştım. Yaralarını pansuman ederken , kahkahalarla ''olaya '' gülüyorduk.

Asker-ressamın uzun boyu ve parlak saten önlüğü;gecenin gizemi;zeminin mezar olması, bir araya gelince benim karışık duygular yaşamama neden olmuştu.

Bu sefer de ''Kabak'' askerin başında patlamıştı


 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..