Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''Can'dan Can'a özlem mektupları 4''

''Can'dan Can'a özlem mektupları 4''
 

Uyku girmiyordu gözlerine. Debelenmesi de bitecek gibi değildi. Bir şey eksik yaşanmıştı bugün. Eksik yaşanan gün ertesi güne eksik bir adam taşımaz mıydı? Bir cümle kurulmamış, bir cümle dudaklardan dışarıya çıkmamış ya da bir şiir okunmamış olabilir miydi? Buruşuk bir yüzle yatağından kalkıp kitaplığa koştu. Telaşla arıyordu bir kitabı. Evet, William Shakespeare, oradaydı işte. Yüzlerce kitabın içinde ona bakıp delice gülümsüyordu. Sayfalarda aceleyle gezindi, arandı durmadan. Soneler 134.

‘’İşte itiraf ettim artık, dostum senin diye;

İradene ipotek verdim kendimi de ve hazırım,

Kendimi feda etme karşılığında; ama sen de,

Öteki beni geri ver, yerine gelsin huzurum.’’

Öteki ben. Aklında nakaratlarla durmaksızın dolanıp duran bu söz onu koltukta önce küçülttü sonra yorgun düşürdü. Elinden halının üzerine düştü kitap. Gözlerinin acıdığını, yüreğinin bir çıkmaz girdabın içinde dolanıp durduğunu anladı.

Öteki beni geri ver. Öteki ben kim olabilirdi yokluğuna bu kadar düşmüşken. Aşk ızdırabından bu kadar zevk almaya başlamışken başlangıca nasıl düşmek isterdi bir insan. Korkulur muydu bir insanı sevmekten ve o insanı hasretin masmavi gökyüzünde beyaz bir bulut yapmışken. Hadi onu da geç, hayatın içindeki her güzelliği görünür yapan bu aşk yerleşmişken en küçük parçalarına bile, sevmekten nasıl geçilirdi. Koltuktan kalktı, pencerenin dibine kadar yürüdü. Yavaşça ve geceyi ürkütmekten korkarcasına pencereyi açtı. Serin bir rüzgâr vardı sokaklarda. Yalnız insanları arayan bir şiir geziyordu sokakta mısra-mısra ve sahipsiz. Bağırmak istedi şiire gel diye, sesinin çıkmadığı anladı. Şiir ona baktı, onu görmüştü ve ona bakıyordu şiir. Şiir kanatlandı yüzünün tam önünde kuş gibi çırpınarak:

- Ben özlem şiiri değilim, senin olamam ki…

NUR…

Her zaman oturduğumuz bankın önünden geçtiğimde bakışlarının üzerime dikildiğini hissettim. Sanki banktan uzatıp elini, oturtacaktın yanına. Ellerim uzandı o boş banka, birileri görse delirdiğimi düşüneceklerdi. Bu umrumda mıydı sanıyorsun? Beni delirten sevgin aşkın değil, beni delirtecek olan yokluğun. Senin beni bu derece özlediğini bilmek ama kavuşamamak…

Bilsen cehennemin ateşinin şu biçâre yüreğimde olduğunu halime acırdın. Şu bir avuç kalbin içinde gözlerinin dünyamı aydınlattığını, güneşin bile bu karanlığı aydınlatamayacağını bilseler acaba sevebilirlermi seni bu kadar? Devleşebilir miydin bir başka kalpte?

CAN…

Aslında bakmayacaktım parkta yalnız başına oturan kadının yüzüne. Hüzün kırmızı rengi dudaklarından alıp bütün parkı adeta aşka boyuyordu. Aşk, hatırlatır kendini sevgilim; hem de ne hatırlatma. Sana benzetmek geçiverdi içimden öylece. Öylece sana benzetmek. Belki yanlış benzetme olabilir bu, doğrusu aşka benzetmek olsa gerek. Nasıl bir cesaret ti benim ki anlamadım. İzin bile istemeden aynı banka yanına oturdum. Rimeli yanına bir gözyaşı damlası alıp pudralı yüzüne akıverdi. Biliyordum, ağlayan kadın kedi gibidir; yaklaşanı tırmalar, törpüler. Hasret törpüler insanı, başka bir insan yapar. Kendimden bilirim bu hikâyelerin acısını. Bir ara döndü baktı bana, gözgöze geldik toprak ve güneş gibi. Gözlerindeki hüzünden birazını kendime aldım. Gözlerim doldu bir anda. Yanağıma süzülen gözyaşı damlası hırsızlığımı ele verdi. Tepemizde duran ağacın dallarına, yapraklarına baktı gözyaşını silmek istercesine. Ben bakakaldım öylece. Sonra bir damla daha yanaklarıma inerken baktı tekrar. Gözyaşımı gördü. Başını eğip gülümsemeye çalıştı. Ayağa kalkıp:

- Teşekkür ederim sevgili.

Dedi…

NUR…

Can’ım. Sana canım derken sıradanlaşan bu kelimeleri aslında ödüllendiriyorum biliyorum. Çünkü adının yanına ne eklesem sende büyüyor, sen de parlıyor, sen de yaşıyor. Bu mektubu sana her zaman çay içtiğimiz terastan yazıyorum. Senin demlediğin gibi lezzetli değil. Şu her zaman baktığımız manzara bugünlerde ne kadar basitleşti. Sen ne yapıyorsun acaba? Yanlız mısın? Uğradı mı arkadaşların? Kafan dağılsın diye her zaman gittiğiniz o kahveye gidip iki tavla çevirip yine okeyle sonlandırdın mı geceni? Sakın kapatma kendini odana, ben yokum diye vazgeçme o hep sevdiğin ve benim inatla yapma dediğim şeyleri. Bunların tek nedeni seninle atışırken susmam için sarılışına boyun eğmemden kaynaklanıyordu. Bu kadar uzakta olmasam, bu küçük itiraflarımı seninle paylaşır mıydım bilemiyorum.

Kendimi çok yorgun hissediyorum sevgilim. Hasta falan değilim, merak etme. Hasretinle aynı bedende yaşamak bazen yoruyor beni. Yok, şikâyet değil bu; sadece keşke sen burda olsaydın da biten bu hayat enerjimi hep hazırladığın gibi şu tarifi gizli enerji içeceğinle yeniden geri verseydin. Beni hayata hazırladığın gibi. Ne olurdu çalmayı bile unutan şu telefonumu şenlendirip, havaalanında beni karşıla sevgilim deseydin. Saatler öncesinde biten hazırlıktan sonra o bekleyişimin biteceği anı beynimde defalarca prova edip seni yolcu çıkışında karşılasaydım. Biliyorum bütün plânların hep aksini yaptığımı, seni görür görmez beynimde oluşan sevda sözcüklerimi sana söyleyemeden kendimi kollarında bulacağımı. Sen bu şehire gelişinde baharı getirsen sonbaharın sarı yapraklarına inat.

CAN…

Bazen hatıraları bir araya toplayıp kendime çeki düzen veremiyorum sevgilim. Uzun bir gemi yolculuğundan terli terli Nazım Hikmet çıkıp gelip yakama yapışıyor, yazsana ulan! Bazen en durgun bir zamanda hafif uykuluyken üstelik sokaktan geçerken Sabahattin Ali kapıyı açıyor. Söylediği tek söz, yazsana ulan! Dahası da var, Ömer Hayyam sırtında bir fıçı şarapla geliyor ya, işte sabah o gün olmuyor sevgilim. Ben en çok Sunay Akın geldiğinde şiiri seviyorum. 62 den en güzel tavşanı o yapıyor. Aşk diyor sonra Elif Şafak bir yerden, ben de deyip atılıyorum ortalığa. Kendimi sevmek ile nefret etmek arasında bir yerlerde debelenip duruyorum işte anlayacağın.

Hatıralamız, seviyorum ben merak etme. Unutmamaya çalışıyorum ezbere bildiğim her anımızı. Yorgun düşmek anlamını yitiriyor çoğu zaman. Tekrar, tekrar yaşıyorum öpmelerini, sarılmalarını, sevmelerini. Her aşka yenilgide yine kollarına düşüyorum, yine ellerine, yine dudaklarına.

Canım en çok istiyor biliyor musun? Ellerinle portakallar soy bana. Ellerin deniz koksun, ellerin portakal çiçeği, ellerin yaprak ve ellerin yine toprak koksun istiyorum. Avuç içinde açan çiçeği ben çaldım, biliyorsun değil mi?

NUR…

Sen gelsen şimdi kapılar kapalı kalmaya utanır. Şu günlerdir yanmayan lamba senin ışığından utanır. Sen gelsen şimdi ölü toprağı serpilmiş bu oda bile kırk gün kırk gece bayram yapar. Sen gelsen şimdi, şu sensizken pencereme gelen kuşlar hüsranıma tanıklığı bırakıp yeniden doğuşuma şahit olur. Sen gelsen şimdi, aylardır yürümediğin kaldırımlar sarsılacak.

Çok özledim Can'ım. Özlemin anlamını değiştirmiş gibiyim. Sen yokken yaşadığım şu hayat kıt kanaat. Lütfen varlık içinde yokluk çektirme bana.

CAN…

Dün gece bir rüyada yatağının hemen kenarındaydım. Uyurken hep güzeldin ya, yine çok gezeldin. Saçlarını okşadım önce, sonra öpmeye eğildim dudaklarını; nefesin sıcacıktı, aniden uyandım. Şüpheye düştüm bir an gerçek mi diye. Hissettin mi beni?

Mehmet ÖZCAN-Nurcan BİNGÖL            

16.01.2014

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..