Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

''Çeyrek ekmek arası'' bir hayat!.. ( SON )

''Çeyrek ekmek arası'' bir hayat!.. ( SON )
 

Değrmen ve yaşam....


70'Lİ YILLAR... ACININ ÖLÜMLE DOST OLDUĞU, GENÇLERİN KIYIMA UĞRADIĞI; PATRONLARIN SERVETİNE SERVET KATTIĞI YILLAR...

 

DEMİREL'İN, bunca ölümlü mitinglere rağmen, 'BİNANIALEYH... YOLLAR YÖRÜMEKLE AŞINMAZ!..'' dediği...

Ardından sigara, yağ, tüp, benzin, şeker vs. kuyrukları... Karneyle gıda alımına başladığımız  kahrolası yıllar...

Benzin kıtlığı üzerine basın mensupları, dönemin başbakanı Demirel'e ''Benzin neden yok!..'' diye sorduklarında, başbakanın, büyük bir pişkinlikle: ''Benzin vaaaadı da ben mi içtim?.. Canım!..'' dediği yıllar...

Vee... Dünyaya rezil olduğumuz meclis manzaraları...

Evet...

 

TBMM, 104. turu tamamlamış olmasına rağmen, T.C Cumhurbaşkanını halâ seçememişti...

Siyasilerin kaprisi nedeniyle ülke parçalanma noktasına gelmişti...

Şehirlerin birçoğunda, ''kimliği belirsiz''  kişilerce (?)  geceden evler boyalarla işaretleniyor; sağ-sol bölünmesiyle, evlerin ateşe verilip insanları yakma planları yapılıyordu...

Arkadaşım, Ahat'ın hayatından da ümidi kesmiştik ki...

Bir ay sonra, Ahat'ın hemşehrisinin yarım -yamalak haberiyle yüreğimiz serinlemişti.

Ahat, okulu ve Ankara’yı terk edip köyüne dönmüştü.

Kısa bir süre sonra mektuplaşmaya başlamıştık.

Ahat, köydeki değirmenin başına geçmiş ve beşik kertmesiyle de hemen evlendirilmişti. Boş zamanlarında da tercümanlık yapıyordu.

Aşırı öğrenme isteğiyle o yoksul koşullara rağmen, üniversitede iki yabancı dil öğrenmişti ve sular seller gibi konuşuyordu…Hiçbirimiz onun dil öğrenmesindeki beceriyi yakalayamamıştık…

Bir zekâ küpü ve onur abidesi olan arkadaşım, diğer yoksul öğrenciler gibi, parasızlıktan tahsil yaşamına son vermişti.

Anarşi canavarı kimi taze bedenleri mezara göndermiş; kimilerinin de geleceğini karartmıştı.

. . . . . . .

Nihayet, zor da olsa okullarımızı bitirmiştik ve hayata atılmıştık…

Ekmek kavgası içine girmiştik... Çocuklarımız büyümüş, üniversiteli olmuşlardı...

Bazen aklıma Ahat arkadaşım geliyor, yüreğim cız ediyordu. Hayata kahrediyordum..

''Keşke zengin bir aile çocuğu olsaydım da o yoksul arkadaşıma kalması için bir ev, bir iş bulabilseydim…'' diye diye günler, aylar geçmişti.

Herkes, kendi derdine düşmüştü... Yaşam tüm telaşıyla sürüyordu…

Aradan çeyrek asırdan fazla zaman geçmişti. Üniversite hocalığından emekli olmuş ve saygın bir kolejin yöneticiliğini üstlenmiştim...

 ''Hayat, sürprizlerle doludur...'' deriz ya... Sanki güzel bir sürpriz olayı yaşayacağım gibi bir his vardı içimde...

Ülkemizdeki tüm kolejlerimizin toplantısı için Antalya'ya gelmiştik.

Güzel bir tatil köyünde, bir seminer molasında, arkadaşlarımla “geyik muhabbeti” yapıyorduk.


Sıcak bir Temmuz günüydü...

Kendisine yanlış oda tahsis edilmiş olan bir öğretim üyesi arkadaşım, sinirlenerek otel görevlileriyle tartışmaya başlamıştı.

Lakâbı: “Panik Prof. Mahmut” olan hocanın bu durumlarda kontrolden çıkacağını bildiğim için müdahalede gecikmemeliydik.


Zira Mahmut Hoca telefona sarılıp bakanlığı bile arayabilirdi... Bu hususta çok ”vakası” vardı.

Üniversiteden, emekli olmuş ve kolejimizde, göreve başlamıştı...

Hocamız, çok saygın ve deneyimli bir matematik profesörüydü...

Hemen aracı olup sorunun kaynağını öğrendik.


Oda problemi, tur operatöründen kaynaklanıyordu.
Nasıl olur da ünlü bir turizm şirketi bunu yapardı?.. Mükerrer oda numarası mutlaka çözülmeliydi...

Yoksa bir kişi açıkta kalıp aramızdan ayrılmak zorunda kalacaktı.

Şansımızdan, o ünlü turizm şirketinin patronun da aynı otelde olduğunu öğrenmiştik. Hatta bu kişi, hemen yanı başımızdaki salonda dostlarıyla muhabbet ediyordu.

Bendeniz, ekibimin yönetim sorumlusu olarak patronun masasına yaklaştım.

Sırtı bana dönük, iri kıyım bir adam oturuyordu.

Görüşmek istediğimde büyük bir nezaketle ayağa kalktı.

Çekik gözlerinin içi gülüyordu.

Yaz sıcağına rağmen giydiği takım elbisesi ve kravatının şıklığı hemen dikkatimi çekmişti. Ama benim asıl dikkatimi çeken konuşması, ses tonu, küçük kulaklarıydı.

Geniş omuzları... Ve… Evet, evet… Yanağındaki derin bir yara izi… Yahu… Bu, bu benim eski dostum… Ahat kardeşime nasıl da benziyordu… Tıpkı ikizi gibiydi...

Birkaç saniye içerisinde ''gel -gitleri' 'yaşarken o da aynı duygular içinde olacaktı ki gülümseyen yüzü gerildi, bir Çinliyi andıran çekik gözleri kısıldı ve tok sesiyle sordu:


”-Beyefendi sizin adınız... Mesut olmasın?''


''-Evet… Sen, sen Ahat olmayasın?''

''-Ta kendisi… Karşında duruyor, benim canım kardeşim… Bu ne tesadüf?”


demesiyle birbirimize sarılmamız, adeta kenetlenmemiz bir anda oldu.

Çevredekiler, bu durumu şaşkın gözlerle izliyor, onların da böyle bir rastlantıya inanası gelmiyordu. Bir rüya mıydı acaba?

Şaşkınlığımızı atıp, göz pınarlarımızı kurularken oda krizi geçiren Mahmut Hoca'nın:

”-Eee... Müdür bey!.. Anladık da ne olacak benim oda işi?.. Çeker giderim bak!..”


demesiyle kendimize gelmiştik.


Şaşkınlığın yerini şimdi kahkahalar almıştı.

Ahat, kendi “Kral Dairesini” arkadaşımıza tahsis ettirdikten sonra uzun bir sohbete dalmıştık.
............
Sabah gün ağarmaktaydı ki biz halen yiyor, içiyor; hüzünle sevinç karışımı muhabbetlerle hasret gideriyorduk...

Benim, fizik olarak çok değişmiş olduğumu söylüyor, gülüyor, tanımakta zorlandığını ilave ediyordu.
............
Arkadaşım üniversitenin gerilimli yıllarını geride bırakıp, doğayla iç içe yaşaması ve özgür düşüncesini özel sektörde başarıya dönüştürmesi onu daha da dinamik yapmıştı.


Bizler anarşiyle cebelleşirken, O, bu dönemi yara almadan atlatmıştı. Zengin yaşam da cabası tabi...

Arkadaşım, okulu bırakınca hemen hayata atılmış, değirmen arsasında büyük bir un fabrikası kurmuştu. Ayrıca yıllardır içinde “ukde” olan, turizm sektörüne atılmıştı.

İki dil bilmesi, keskin zekâsı ve girişimci ruhuyla turizm sektöründe önemli isimler arasında yer almıştı.
O, yoksulluk günlerini unutmamış, yüzlerce öğrenci okutmuş ve onların bir kısmını da yanında istihdam etmişti.
Ülke ekonomisine kazandırdığı milyonlarca doları tahmin edebiliyordum.

Ahat'ın çok sevdiği, DTCF, diplomasını alamamasının burukluğunu yaşadığını her buluşmamızda söyledikçe, o dönemin beceriksiz  ve uslanmaz siyasetçilerine  kahrederim...
..............

Şimdi, yaz aylarında buluşuyor ve torunlarımıza, çocuklarımıza eski acı-tatlı günlerimizi anlatıyor, özlemimizi gideriyoruz.
.....................
“Panik Mahmut Hoca'' da yıllarca Kral Dairesinde nasıl kaldığını hep anlatmıştı.

Şimdi, dedesinin maceralarını, torunları anlatıyordur sanırım.

  Şimdi, ne zaman bir dönercinin camında, ''ÇEYREK EKMEK'' yazısı görsem, beni alır hep bir yerlere götürür…

 

***SON ***

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..