Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '14

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

''Elif, Ali ve Semra''

''Elif, Ali ve Semra''
 

‘’ELİF, ALİ VE SEMRA’’

‘’SEMRA’’

Sabahtan beri evde oradan oraya koşturmaktan artık neredeyse bitap düşüyordu. Sonunda dayanamayıp geniş koltuğa yığılıverdi. Aklında hep kendine kahve hazırlayıp pencerenin kenarında dışarıya bakıp içmek vardı. Ama yorgunluğun bedenine verdiği hükmetme duygusunu ağır bastırmıştı. Doğrusu aşırı yanan kaloriferin ısıttığı evin de bunda payı vardı. Yerinden kalkıp büyük koltuğa uzandı öylesine. Gözleri odanın neredeyse tümünü kaplayan camdan içeri bakan güneşe bakarak daldı gitti. Uzak bir gençlik halinde buldu kendini. İkisi de hayallerini yazdıkları mektupları birbirlerine veriyor ve beraberce yan yana birbirlerine yazdıkları mektupları okuyorlardı. Bazen ikisini de bir gülmek tutuyordu ama birbirlerine baktıklarında sadece bakışıp kalıyorlardı. Ali’nin son zamanlarda takıntı halini alan piyano çalma merakına takılmışlardı o günlerde. Ali piyano çalarken Semra yanına gelip piyanonun hemen yanındaki yerini alıp Ali’yi izliyordu. Ali parmaklarına hükmederek piyanoya neler çaldırıyordu neler. Sonra Semra yanına oturuyor Ali’nin parmaklarının piyano üzerindeki gezintisine takılıyor üstelik başı Ali’nin omzuna kayıtsızca düşüveriyordu. Ali mutluydu bu düşünden üstelik bunu Semra ya böyle bir anı yaşamayı ne çok istediğini anlata anlata bitiremiyordu. Piyano durmaksızın Semra’nın düşünde yaşanmamış bir mutluluğu çoğalttıkça çoğaltıyor düşlerine adeta hükmediyordu. Bazen hazırlıksız yakalanıyordu bu düşüne. Bulaşık yıkarken o piyano birden gözlerinin önünde canlanıverip yaşarken o hayalin içine sürükleyiveriyordu onu içine. Birkaç kez yakalanmıştı o haliyle eşine. Eşi onu kendine getirdiğinde farkında olmuyordu o an yaşadıklarının. Suçlu hissediyordu kendini eşine karşı. Ama bu nereden geldiği belli olmayan düşe zevkle esir olmaktan da geri kalamıyordu.

‘’ALİ’’

Yemek masasında yemeğini yerken karşısında uzun zamandır birlikte yaşamaya alıştığı kız arkadaşının anlattıklarını dinliyordu Ali. Çok güzel kızdı Elif, ona uzun uzun bakmaktan kendini alıkoyamıyordu çoğu zaman. Ama farkındaydı bir şeylerin eksik kaldığının. Bunu ne kendisine ne de Elif’e söyleyecek cesareti de yoktu. Üstelik birkaç yıldır aynı evde süren birlikteliklerinin verdiği alışkanlık da bazen susmasını söylüyordu kendine. Bir kadının verdiği sıcaklıkla, hayatta yine yalnız başına kalma arasında kalıyor her seferinde. Elif’in olmadık zamanlarda ihtiyacını duyduğu kadınlığı arasında sürekli bocalıyordu. Yemekte konu her zamanki gibi yine evlilik üzerine gelmişti. Böyle zamanlarda Ali durağanlaşıyor ne yapacağını bilemez halde onun güzel yüzüne bakakalıyordu. Ama bugün Elif’in kesin cevap alma gibi bir niyeti olduğunu seziyordu. Restorantta gezdirdi gözlerini, aslında cevap vermekten kaçtığını biliyordu Elif. Ali nereden gördüyse restoran’ın bir köşesinde resmin içindeki yerini doldurmaktan hoşnut olduğu anlaşılan piyanoya takıldı. Elinde olmayan mektupları hissetti. Yıllar önce Semra’nın yazdıklarının sıcaklığını hissetti iliklerine kadar. Eksik olan şey buydu işte. Piyano ve Semra.

‘’SEMRA’’

O akşam Semra eşinin inadını kıramamış ve bir restoran ta yemek yemeyi kabul etmişti. Birlikte girdiler içeri, siparişlerini verip yemeğe başladılar. Eşi ona bir şeyler anlatırken o da restoran’ın bir köşesinde öylesine duran piyanoya takılıp kalmıştı. Piyano boştu, kimse kalkıp piyanoyu çalmıyordu. Gözlerini istemsiz kapattı. Ali o gençlik hayallerindeki gibi yine piyanonun başında çalıyor ve Semra piyanonun hemen yanı başında dikiliyordu. Yanına oturup oturmamak arasında kalakalmıştı işte hayalinde.

‘’ALİ VE SEMRA’’

Ali dayanamayıp yerinden kalktı. Piyanoya doğru giderken Elif’in buraya gel sözlerine kayıt vermedi. Yerine oturup, piyanonun kapağını açtı. İnce uzun parmakları bir süre debelendi tuşlara dokunmadan. Parmakları tuşlara gidip ‘’just for you’’ parçasını çalmaya başladı. Restorandaki her kes birden yemeği bırakıp ona doğru bakmaya başladı. Hatta bazıları onu alkışlamaya kalktı ama sessizce yarım kaldılar. Semra’nın boğazındaki lokma öylece kalakaldı. Başı yan tarafa döndü, baktı. O olabilir miydi gerçekten. Yıllar yılları kovalamış hayatlarında neler değişmişti neler. Ayağa kalktığını piyanoya doğru sürüklendiğini hissetti bir an. Evet, elinde olmadan masalardan geçip piyanonun yanına dikildi. Ali neredeyse kendinden geçmişti çalarken. Gözleri hafifçe Semra ya takıldı, parça kesilir gibi oldu ama toparladı kendini. Baktı Semra’nın gözlerinden iki damla gözyaşı yere damladı. Ali’nin gözlerinden de iki damla gözyaşı da beyaz tuşlara düştü. Ayakta kalakaldı Semra. Az sonra eşi yanına kadar geldi cebinden mendili çıkarıp ona uzattı. Gözyaşlarını silerken bir eşine baktı bir Ali ye. Sersem bir halde sallandığını hissetti ayakta. Eşi kolunu onun omzundan geçirip ayakta kalmasını sağlıyordu. O sırada Elif gelip Ali’nin yanına oturdu, başı hafifçe Ali’nin omzuna düştü. Parça bittiğinde Semra’nın eşi Ali’ye kibarca teşekkür etti ve masalarına döndüler.

‘’ELİF, ALİ VE SEMRA’’

Elif Ali’nin kulağına eğilip,

-Benimle evlenir misin canım?

Ali kafasını Semra’nın olduğu masaya çevirdi sonra Elif’e baktı.

-Senin hiç istemeyeceğin bir hayatı istiyorsun benden. Ben bunun farkındayım sen farkında değilsin. Özür dilerim.

Elif ayağa kalktı. Ayakta zangır zangır titriyordu. Dayanamayıp okkalı bir patlattı Ali’ye. Restoranda her kes dönüp onlara baktı. Ne alkışlayan oldu ne de bir şey söyleyen.

Gecenin yarısını çoktan geçmişti saatler. Ali Bardan çıkıp sokaklarda sallana sallana evin yolunu tuttu. Aklına bir şarkı gelmişti. Kim söylüyordu bu şarkıyı hafızasını yokladı. Evet, Ferdi Özbeğen’di tabi ya.

‘’SİYAH TUŞLAR DA KEDER, BEYAZ DA MUTLULUK VAR’’

Mehmet ÖZCAN

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..