Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '13

 
Kategori
Öykü
 

''İlahi adalet''

''İlahi adalet''
 

Eve az bir mesafe kala yağmur bastırdı. Tam halk otobüsünden ilk adımı atar atmaz hem de. Şemsiye ile gezmeyi pek sevmezdim oldum olası. Sığınabilecek bir köşe ararken sol tarafımdaki cafe benim için en uygun yer olmalıydı. Kapıdan telaşla içeri girdim, vay canına cafe neredeyse ağzına kadar doluydu. Cam kenarında küçük bir masada oturan yaşlı bir kadının yanından başka da yer bulmak imkânsızdı. Mecburen yanına kadar gidip,

-Yanınıza oturmamda sakınca var mı?

-Onu da nereden çıkardınız, buyurun oturun.

Önce içime kurt düştü yalan yok. Sürekli geçmiş gençlik yıllarını anlatmaya bayılan kadınlardan sandım. Ama pek öyle değildi. Önce beni dikkatlice süzdü. Sonra gözlerime bakıp,

-Size bir şeyler ısmarlamak isterim.

Şaşırıp kalmıştım öylece. Ona ilk defa dikkatlice baktım. Saçları permalı ve pırıl pırıl parlıyordu, makyajı yüzüne yakışır biçimde yapılmıştı üstelik. Sanki gizliden bir asalet yüzüne saklanmış kendini ele vermekten de hiç geri durmak istemiyordu. Ona bakıp,

-Hayır, sanırım kahveniz bitmiş. Size bir kahve de ben ısmarlasam.

-Ne o, ev sahibi oldun da dağdan gelip evdekini mi kovuyorsun yoksa?

-Yok, hani incelik göstermek istedim. Hesabı genelde erkekler öder ya.

-O Cumhuriyetin ilk günleriydi evlat. Ata gittikten sonra hayatın hesabını bu ülkede hep kadınlar ödemiştir. Misafirimsin ve sana bir kahve ısmarlamak isterim.

-Peki, madem öyle; az şekerli bir kahvenize hayır demem.

-Hah, şöyle adam ol bakalım.

Sonra elini kaldırdı. Garson hemen yanımıza gelip, siparişi aldı ve gitti.

-Siz kahveyi ısmarlıyorsunuz ama benimle kahve içmiyorsunuz?

-Siz gelmeden az önce kahvemi içtim. Fazla içince çarpıntı yapıyor. Sonra hemen karşınızdayım. Birlikte içiyor sayılırız öyle değil mi?

-Haklısınız, düşünemedim.

Camdan dışarı baktı sonra, daldı gibi oldu bir ara. Bende camdan dışarı baktım. Yağmur sanki Aralık ayının soğuğuna dayanamayıp hafiften kara çevirmişti kendini. Kahvemin dumanına baktım, nazlı bir rüya perisi gibi havaya çıkmak istiyor sonra kayboluyordu. Rüya gibi, güzel bir rüya görürsünüz ve ertesi gün hatırlamak için çok uğraşırsınız ya; işte öyle gibiydi kahvenin dumanı. Camdan dışarı bakarken, bir ara döndü baktı bana. Sonra,

-Kahvesi güzeldir buranın, merak etmeyin. Ama biraz bekleyin, çok sıcaktır. Kömürde yapıyorlar kahveyi. Anadolu usülü yani anlayacağın.

Sonra tekrar camdan dışarı baktı, kar biraz daha yoğunlaşmış kaldırım kenarlarını beyaza boyamaya çalışıyordu. Başını bir an önüne eğdi,

-Böyle bir Aralık ayının ortasıydı. Kar yağıyordu yine. Sanırım on beş yaşlarında falan olmalıydım. Amcamın arabasının bir kenarına büzülmüştüm, arka koltuğunda. Çocukları almıyorlar mezarın yanına. Erkekler defnetti annemi. Şimdi hatırlıyorum, hava çok soğuktu. Babam titriyordu ayakta toprak atarken. Üstelik gözleri kırmızı ve şişti.

Bir ara etrafa baktı, belki beni kontrol etti tam bilemiyorum. Kaçıp kaçmayacağıma bakmıştır kim bilir. Sonra tekrar camdan dışarı bakıp,

-Şu sigarayı yasaklayanlar var ya… İnsan halinden anlayan insanlar değiller. Hiç birini sevmiyorum bunların. Hepsi ceset kokuyor bunların. Çürümüş ceset kokuyorlar. Üstelik rakıya, sigaraya zam yaptıkça kendilerini nemenem bir şey sanıyorlar. Bizleri kendi zorlamalarıyla cennete götüreceklerini sanıyorlar. Günah keçileri bile bunlara imreniyordur inan.

Sonra döndü bana.

-Sende mi bunlardansın yoksa?

-Yok, hayır; nereden çıkardınız bunu?

-Malum iki kişiden biri onlardan ya, ondan dedim.

Sadece gülümsedim. İlk defa göz göze geldik o an.

-Geriye de bir şey kalmıyor zaten, ya komünist ya da faşistsindir. Yani, neydi; çapulcu muydu?

-Evet, öyle bir şey diyorlardı.

-Merak etme, geçer bu günler. Hızlı giden atın boku seyret düşermiş.

Sonra bir kahkaha koyuverdik cafede birlikte. Hoşuma gitmişti kadın.

-Sonra üç çocuk ve babam kalakaldık gecekondu da. Kardeşlerim benden küçüktü. Onlara ve akşam eve yorgun argın gelen babama bakmak bana düştü. Ortadan sonra okula gidemedim. Babam çok üzgündü. Birkaç dul kadına gittiler, olmadı. Hiçbir dul kadın üç çocuklu bir adama gelmek istemiyordu. Yıllar yılları kovaladı. Kıbrıs harbinden kardeşim felçli döndü. Sonra en küçüğümüz Üniversiteyi kazandı. Yine evdeydim ama yaşım kırka dayanmıştı. Çokta güzel değildim işin gerçeği ama mahalleden birkaç çocuğu da gizliden sevmedim değil. Yıllar geçtikçe alışıyorsun bekârlığa. Ama bir gün emekli bir polis geldi kapıya. Sanırım aramızda bir on beş fark vardı. İstedi beni o gece babamdan. Babam kızıma bir sorayım olur derse haber iletirim dedi. İşte o gün esas hikâyem başladı benim.

Kadının hikâyesi hoşuma gitmekten çok artık beni de içine almaya başlamıştı. Onu daha dikkatle dinlerken bir yandan da yüzüne, pudra ile kapatılmış çizgilere bakıp anlattıklarıyla yüzünü barıştırıyordum.

-Sonra babamla konuştuk, fikrimi sordu bana. Kardeşimin belinden aşağısı tutmuyordu. Ona bakamayacağını söyledim. Bana yakında kardeşimin evleneceğini söyledi. Söylediğine göre bir kız ona o haliyle talip olmuş üstelik araya birilerini sokup kardeşimin fikrini bile almıştı. Dediği gibi oldu, çok iyi niyetli bir kızdı. Kaç yıl aradan sonra bile kardeşimden sızlandığını duymadım. Neyse bana talip olan Hasan Beyle evlenebileceğimi ama resmi nikâh istediğimi söyledim. Kabul etti adam. Düğünsüz bir arabayla Hasan Beyin evine eş olarak gittim. İlk günler güzeldi evliliğim. Birkaç ay sonra tereyağının altındaki gerçek ortaya çıktı. Önce başımı örtmemi istedi sonra pardösü giymemi. İç çamaşırlarıma bile müdahale etti peşinden. Günah çukurunda debeleniyor muşum, öbür dünyadaki yerim çoktan hazırmış falan. Peşinden de ekliyordu, bu kadınlara cennet haram edilmiştir.

Sonra döndü bana,

-İnanmıyorsun değil mi?

-Hayır, inanıyorum size, sadece hikâyenizin sonunu merak ediyorum.

-Devam edeyim o zaman. Sonraki günlerde anladım aslında tam bir sapık olduğunu. Çünkü evlilik ve karşı cinsler arasındaki cinsel ilişkinin nasıl olması gerektiğini bile bilmiyordum. Yani, tam bir saf kadındım. Birkaç yıl dayandım tam artık baba evine kaçmaya karar verdiğim zaman hiç beklenmedik bir şey oldu. Bir gün kapıya bir adam geldi, bir noterin adamıymış. Hasan Beyi aldı büroya gitti. Akşam eşim pek keyifliydi. Hollanda’daki dayısından hiç beklenmedik bir mirasa konmuştu. Üstelik yüz binlerce liralık bir servetti bu. Zaten banka hesabında epey parası vardı, üzerine bu servet gelince beni boşar daha genç ve güzel bir eş alır kendine diyordum. Hevesim kursağımda kaldı tabi. Önce buralarda lüks bir daire satın aldı, peşinden başka daireler. Akşamları esrar çekmeye başladı zamanla. Bir akşam kendinden geçip beni fena halde dövdü. Öldüğümü sanıp o haliyle beni hastaneye kaldırmışlar. Hastane polisi geldi, ifademi aldı ertesi gün. Olanları anlattım, dayak yediğimi ve dayaktan sonra hastanelik olduğumu anlattım. Ne oldu biliyor musun?

-Hayır, bilmiyorum tabi.

-Sonradan öğrendim, meğerse ben merdivenden düşmüşüm. Eşim bana elini bile kaldırmamış. Nasıl kafaya aldıysa artık hastane polisini?

-Sonra neler oldu?

-Ah işte hikâyemin en güzel cümleleri burada başlıyor.

Meraktan masaya dirseklerimi koyup onu daha dikkatli dinlemeye başladım.

-Bir akşam yine esrar çekti. Belki çokça bilmiyorum anlamam o işlerden. Gece yataktan kalktığı ve banyoya gittiğini hayal meyal hatırlıyorum. Sabah uyandığımda yatakta yoktu. Salona baktım, mutfağa baktım en son banyoya. Banyodaydı, belki başını çarptı bilemiyorum. Hastanede yattı aylarca. Konuşamıyor ve boynundan aşağısı tutmuyordu. Ona o halde bakmak haliyle bana düştü.

-Vay canına ilahi adalet bu olsa gerek.

Dedim, istemsizce çıkmıştı ağzımdan.

-Saçmalamayın, öyle şeyler masallarda olur. Hayatın gerçekleri ile pek uyuşmaz. Bilin istedim sadece.

-Özür dilerim, bir an dilimden kaydı. Doğrusu devamını dinlemek isterdim.

-Sonunu anlatmak benim için tam bir zevk. Eşimin durumundan dolayı mahkeme kararıyla bütün servetinin sahibi ben oldum tabi. Ona ölünceye kadar bakmak şartıyla tabi.

-Evet, anladım; peki nerede şimdi?

-Beyefendi evde beni bekliyor. Altına bezi sarıp geldim.

Sonra kolundaki saatine baktı.

-Az sonra altına eder. Biraz kokuyor ama benim yerimde olsanız dünyanın en güzel kokusu bu koku.

-Peki, şimdi saç renginiz, makyajınız. Sonra bu üzerinizdeki kıyafetler, oldukça açık eskiye göre.

-Öyle bir adamdan böyle intikam alıyorum, her gün. Hatta bazen jartiyer ve şuh iç çamaşırlar giyip gözünün önünde geziyorum. Biliyor musunuz, hayat güzel; her şeye rağmen, hayat güzel.

Sonra çantasını açıp cüzdanından bir yüz lira çıkarıp masanın üzerine koydu.

-Hesap benden canım, hikâyemde zaten beleşti. Hoşcakalın…

Mehmet ÖZCAN

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..