Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '08

 
Kategori
Anılar
 

''İnsanları deprem değil, mütehhid bozuntusu öldürdü!

''İnsanları deprem değil, mütehhid bozuntusu öldürdü!
 

Kadere değil(hâşâ), tepkimiz, işini iyi yapmayan müteahhid bozuntusuna!.. yapmayanlaradır.


2008'in, 17 Ağustos'u bugün!...

1999'un, 17 Ağustos'undan beri tam 9 yıl geçti. Dile kolay, tam 9 yıl...

Biricik Mehmet Fatih'imiz'in, ''Zindan-ı Dünya'dan-Bostan-Cinan'a'' gidişi tam 9 yıl oldu demek ki.

Ne Ahmet'ler, ne Mehmet'ler, ne Fatih'ler, ne Yavuz'lar gitti o zaman. Nice ana-babaların, nice evlatların, nice kardeşlerin ciğerleri yandı o zaman.

Rabb'im böyle bir dehşet ân'ını tekrar yaşatmasın...

Saat: 00.30'de ben yatmak için odama çekilirken, kapısını tıklatıp açtığımda elinde kitap vardı. Gülümseyerek bana baktı. Elimle de işâret ederek;

-Ne kitabı O evlâdım, dedim.

Hemen kitabın kapağını çevirdi bana. Yavuz Bahadıroğlu'nun ''Merhaba Söğüt'' isimli Romanını okuyordu...

-Tamam yavrum devam et, hayırlı geceler sana, dedim.

-Sana da hayırlı geceler baba demişti tatlı bir tebessümle...

O gün, Boluspor Antranmanına giderken burnu çok kanamış geri dönmüştü. Gündüz evde istirahat edip uyuduğu için, kitap okuyordu uykusu olmadığından...

Müthiş bir gürültüyle uyandığımızda, üstümüzde bina falan yoktu. Ortalık zifiri karanlıktı. Yandaki iki katlı binanın, birinci katı seviyesinde olduğumuzu anladım o karanlıkta.

-Nuray!.. Fâtih!..Tuba!..diye bağırdım.

Nuray;

-Burdayız baba, dedi.

Sevgili eşim de yanımızda idi.

-Deprem oldu galiba!.. dedim ürperti ile.

-Fatih'imiz nerdeee? diye ağlamaya başlamıştı herkes.

-Sakin olmamız lâzım, dua etmemiz lâzım diyordum devamlı.

Çok şükür Nuray'ımızla Tuba Nurumuz yanımızda idi, fakat bina Fâtih'imizden tarafa yıkılmıştı. İçim yanıyordu O ân, feryâd etmek istiyordum... Dualar ediyordum;

-Ya rab!.. Ne olur Fatih'imizi de kurtar!.. diye.

Tuba'yı kucağıma almıştım. Pencere camlarına basmış elim ve ayağım kesilmişti. Hiç umurumda değildi, aklım hep biricik Fâtih'imizde idi... Gayr-ı ihtiyâri binanın erka kısmından gelen seslere doğru ilerledik. Komşulardan bazıları orada toplanmıştı. Çocukları orada bıraktım.

-Siz burada oturun, ben, Fâtih'imizi bakıp geleyim, dedim. Çaresiz, şaşkın ve ümitsiz bir şekilde binanın cadde tarafına atabildim kendimi. Fatih'imiz ön odadaydı çünkü...

-Fâtiiih!.. Fâtiiih!.. Fâtiiih!.. Fatih oğlum nerdesin? diye kendimi yırtıyordum.

Fakat nâfile... Bir türlü ses alamıyordum...

Yıkıntıların üzerinden zar-zor geçerek, arkada çocukları bıraktığım yere, tekrar ulaşabildim.

-Ne oldu?... Ne oldu?.. Fâtih'imiz nerde baba?.. dedi ablası ve kardeşi.

Annesi;

-Fâtih'iiim!.. Allah'ım!.. Kızlarımı bağışladın çok şükür, O'nu da bize bağışla ne olur? diye feryad edip duruyordu.

Ben de tutamıyordum kendimi artık. Hep birlikte ağlıyorduk. Komşuların sâkinleştirme gayretleri fayda etmiyordu.

-Âbiii!.. nerdesiin? diye gözyaşlarına boğulmuştu küçük Tuba Nur'umuz...

-Baba!.. Anne!.. ne olur sâkin olalım. Dua edelim hep birlikte. Belki yaşıyordur Fâtih'imiz!.. Belki yaşıyordur... dedi biricik Nuray'ımız hıçkırıklarla... Bizi teselli etmek için...

Evet!.. Doğru söylüyordu Nuray'ımız.. Sâkin ve metin olmalı, kendimizi toparlamalıydık... Öncelikle de ben...

Tekrar binanın önüne geçtim...

Artık gün ağarmaya başlamıştı.

Bizim bina dört katlı idi. Kibrit kutusu gibi, Biricik Fâtih'imizin üzerinde'ydi koca bina.

Gecen her saniye, bütün ağırlığıyla koca bina, sırtımızda idi sanki. Bütün ümitlerimiz tükenmesine rağmen, geçte olsa çekiç, balyoz ve murçlarla Fatih'im(iz)e ulaşmaya çalışıyorlardı...

Fakat olmadı!.. Olmadı...

Olmadı işte...

O sene Boluspor A Genç takımına kabul edildiğinde ne kadar sevinmişti yavrumuz. Büyük bir heyecanla Bolu'ya antranmanlara gidip-geliyordu.

''Böyle devam edersen 2-3 ay sonra A takım'a alabiliriz...'' dediklerinde de havalara uçmuştu.

Milli Futbolcu olma hayalleri kuruyordu.

Bir akşam kanepenin üzerinde sohbet ederken;

'' Baba sen merak etme, ben, Milli futbolcu olacağım. Büyük futbolcu olup, büyük paralar kazandığımda, okullar açacağım. Vatana millete faydalı insanlar yetişmesi için çalışacağım!..'' dediğinde, gözlerinin içi parlıyordu.

Bende;

''Bravo oğlum. Sen böyle , hep iyi düşünceler içinde olursan, Rabb'im(iz) de seni muvaffak eder...'' demiştim.

Fakat ne çâre ki olmadı. Olamadı işte...

10 yıllık yeni bir bina idi.

Adam Arabistan'da iki mala sallamış, gelmiş Türkiye'de müteahhit olmuş.

Kolonlar direkler paramparça. Beton yer yer un ufak olmuş. Direk ve kolonlarda etre'ler, 30-40 cm. ara ile konmuş. Görenler, ''Bu bina 10 yıl ayakta iyi durmuş!..'' diyorlardı hayretle.

17 Ağustos'ta yer'le bir olan Gölyaka'da, 106 kişi hayatını kaybetmişti. Bunların en az 80'i, bu mütehhit bozuntusunun yaptığı binaların enkazlarında can vermişti. Âhiret'te, âilece ellerimiz yakasında olacak...

Dünyada da cezasını çeksin diye, depremden 20-25 gün sonra savcılığa şikayette bulunmuştum.

Savcı;

''Koca Gölyaka'da şikâyetçi olan bir sensin Bektaş Bey!!..'' dedi hayretle.

Ben şikâyetçi oldum da ne oldu ki?

Herif, devlet tarafından ödüllendirildi âdetâ. Depremden çok kısa bir zaman sonra, Devletten kredi almış adam. O sâyede inşaat araçları filosuna, 6 tâne MİKSER katmış?!..

Herif'e hiç bir şey olmadı. Tam aksine, servetine servet kattı...

Bu yalan dünyanın mahkemelerinden kurtuldu.

Ama, Mahkeme-i Kübra'da kaçacak delik bulabilecek mi bakalım?

Bizim evladımızla birlikte, bir çok insanı ''DEPREM DEĞİL, mütehhid bozuntusu öldürdü!''

Kadere değil(hâşâ), tepkimiz, işini iyi yapmayan müteahhid bozuntusuna!..

Gölyaka'da, binaların yüzde sekseni yerle bir olmuştu. Herkeste bir çâresizlik, bir şaşkınlık, âcizlik...

Günboyu Kaymakamlık Kriz masasına gittim geldim...

Ben, çâresizlik içerisinde çırpınırken, Kriz Masasına gidip-geldiğim esnâda, ağaçların gölgesinde uzanmış yatan yakınlarımı gördüm. Şu, alev alev yanan yüreğimin ateşini, bir kat daha artırmıştı bu manzara.

Fakat Rabb'imin imtihanı'ydı bu...

O'na teslim molmaktan başka çâremiz yoktu.

Çok bekledik, çok çırpındık...

Bütün çırpınışlar hep boşuna idi

Odasındaki masa saati, tam 17 Ağustos, saat: 03.15'te durmuştu Fatih'im(iz)in...

O yıl, karne tatilinde Bursa'ya gitmişlerdi. Oradan, tahta üzerine kabartma yazıyla, Kur'an harfleri'yle yazılmış bir hediye getirmişti eve. Değişik bir Hat'la yazıldığı için biz okuyamamıştık.

Meğer Orada; ''Siz, O'ndan geldiniz, yine O'na döndürüleceksiniz..'' yazıyormuş.

Şaşırdık!..

Bâzılarına göre; ''Ne olacak canım!.. Gelmiş-geçmiş işte!.. N'apalım, herkesin başında...'' şeklinde izah edilip, geçiştirilebilir belki.

Çok kişiler de böyle söylüyorlar zâten!.. Boşuna söylemiyorlar; ''Ateş düştüğü yeri yakar!..'' diye.

Evet!.. Yaşamıyanlar için böyle söylemek çok kolay tabii ki...

9 yıldır bir an bile aklımızdan çıkaramadık âilece.

Hem Mehmet Fâtih'imizi, hem ölümü, hem de Âhiret'i hiç unutturmadı güzel Rabb'im(iz) bize.

O gün'den bu gün'e, tek tesellîmiz; Güzel Rabb'im(iz)in bize vermiş olduğu sabır ve ORA'larda kavuşacağımız düşüncesi.

İyi ki Rabb'imiz Âhiret'i de yarattı...

Ölümü, ayrılığı verip, Âhiret' vermese idi, ''Sevdiklerimizle Ora'da kavuşacağımızı müjdelememiş olsa idi eğer, hâlimiz nice olurdu? Bütün herşey O'nun değil mi?!.. Vermese vermezdi çünkü. Ne diyebiliriz ki?..

Bütün Hamd'ler O'na olsun...

N'apalım, ''bu dünya, imtihan meydanıdır!..'' diye boşuna denmemiş.

İnşaAllah, İmtihanı kazananlardan oluruz.

Hasretle Fatih'im(iz)e, Efendimiz (S.A.V.)'e ve bütün sevdiklerimize kavuşacağımız ân'ı bekliyoruz.

Koca Veysel;

''Koyun verdi, kuzu verdi, et verdi...'' diyor,

Ayrıca biz de, ''başka başka daha çook ni'met verdi.'' deyip şükr'ediyoruz

Fakat;

''Bizi denemek için de, sürü ile dert verdi.'' deyip, yine O'ndan sabr'ımızı ve şükr'ümüzü artırmasını istiyoruz.

Hep dua ediyoruz âilece;

''Ya Rabb!.. Biliyoruz Fâtih'imizi, yanına günahsız aldın. Ne olur bize de, senin rızan dâiresinde yaşayıp, huzuruna öyle al. Fâtih'im(iz)le ORA'da, güzel yerlerde olabilecek, amel-i sâlih'le Sen'in huzurun'a gelebilmeyi nasib et bize...'' diye.

Mülk O'nun elbet.

Mülkü'nde istediği gibi tasarruf etme hakkı da O'nda...

Bizim için, böyle mânidar bir günde; ''Güzel Allah'ım kimseyi evlat acısıyla imtihan etmesin.'' diyorum.

Böyle acıları tadanlara da Rabb'im, sabırlar ihsan etsin...

Bektaş Azizoğlu
17.Ağustos.2008, pazar
Üsküdar-İSTANBUL

NOT:Bu yazım'ı dün, İnternet'te olan bir Problem yüzünden gönderemedim. Nasip bugüne imiş...(B.A.)

 
Toplam blog
: 344
: 580
Kayıt tarihi
: 24.11.07
 
 

İlkokul'u Düzce'nin Gölyaka İlçesi, Açmaköy'ünde bitirdikten sonra, Ortaokul'u Gölyaka'da okuyup,..