Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hüseyin Tan Kitabın Ortasından

http://blog.milliyet.com.tr/kitabinortasindan

12 Şubat '17

 
Kategori
İlişkiler
 

''Mağdur olan erkek olursa?''

''Mağdur olan erkek olursa?''
 

https://unsplash.com/collections/148984/black-white?photo=h-3GQmsSsH4


”Mağdur olan erkek olursa?” başlığını okuduğunuzda, eminim bir çoğunuz mağdur olan erkek mi olur demekten kendinizi alamadınız. Ne yazık ki, belki bir çoğumuzun bile farkında olmadığı bazı gerçekler de dile getirilmeliydi artık.

İlişkiler ne kadar muhteşem, ne kadar aşkla dolu başlarsa başlasın, gerek evlilik  öncesinde, gerek evlilikte ve gerekse boşanma sürecinde ve sonrasında kadınların mağduriyet yaşadığı gibi, erkeklerin de mağduriyet yaşayabildiği gerçeği de göz ardı edilmemeliydi.

İki kişiyle başlayıp, daha sonraları çocuklar, damatlar ya da gelinler ve torunların da katılmalarıyla giderek genişleyen bir aile konfederasyonuna yetişmek zorunda olan bir baba, bir koca, bir kayın peder, bir dedeydi belki de. Ya da eşinin ailesine de yetmek zorunda bırakılmış bir damat. Bunlar, evlilikle birlikte o erkeğe yüklenecek olan bazı sorumlulukların adıydı.

Adem’den bu yana, tüm bu süreçte erkeğe verilen rol değişmedi.

Kimdi bu erkek?

Tanrı önce erkeği yani Adem’i yaratmıştı ve sonra kadını yani Havva’yı. Ama Havva sanki bu olmamış der gibi, erkeği yeniden şekillendirmeye başlamıştı. Kadın nasıl bir erkek istiyordu?

En belirgin özellik olarak, onu dinleyen ve aynı zamanda güçlü olan, ondan ilgisini ve şefkatini esirgemeyen bir erkek modeli istiyordu.

Tüm bunların yanında eli, ayağı düzgün, karizmatik (parası pulu varsa, bunlara gerek de yoktu.), şikayet etmeyen, zayıflıkları olmayan, güçlü, anlaşılmak yerine anlamak zorunda olan, bazılarına göre ise, maço tavırları olan ama aynı zamanda da duygusal, romantik olmayı da bilen erkekleri ister oldular. Aslında erkek, kadının tam olarak ne istediğinden hiçbir zaman emin olamadı .

Kadınlarımız yıllarca ezildi, susturuldu, baskı altına alındı ve bunun artık değişmesi gerekiyordu, belki de bu erkeklerin kadınları yeterince anlamamasından kaynaklıydı.

Ve bir şeyler değişmeliydi ve değişiyordu da artık. Kadınlar anlaşılmak istiyordu ve yıllarca bastırılmış, susturulmuşlardı, artık  kabuklarından çıkıp seslerini duyurmak ve ”biz de varız” demek istiyorlardı.

Ve nitekim, çeşitli STKlar, kadın hakları savunucuları ve daha ismini sayamayacağım nice katılımcı ile birlikte kadınlar da seslerini duyurmaya başardılar. Ve bu ses getiren eylemler, yasalarda kadın lehine yapılan değişiklikleri de beraberinde getirdi nihayetinde. Hala eksiklikleri olmakla birlikte, kadının toplumdaki yerini sağlamlaştırmak ve sosyoekonomik açıdan özgürleşmesi, bir birey olarak kabul görmesi, erkeklerle eşit haklara sahip olması için yapılan tüm bu oluşumların aileye denge getirmesi beklenirken, bir zamanlar erkek egemenliğinin hakim olduğu bir toplumdan, bu defa da, kadın egemenliğinin hakim olmaya başladığı bir topluma geçiş sürecinin farkında mıydık acaba? Ve asıl kırılma noktası da burası mıydı?

Kadının çalışma hayatına atılarak para kazanmaya başlamasıyla birlikte, kendinden emin, ayakları yere basan, ne istediğini bilen, kendini ezdirmeyen ve bilinçli kadın profilleri oluşmaya başladı ki, geç kalınmış bile olsa bu gerçekleşmeliydi. Ben buna ‘’kadınlarımızın aydınlanma süreci’’ diyorum. Çünkü bir toplumun gelişmesi kadının gelişmesiyle mümkündü.

Fakat atladığımız bir şeyler vardı. Tüm bu gelişmeler, daha sonra ortaya çıkacak ve yaşanması muhtemel sorunları da beraberinde mi getirecekti?

Kadının çalışma hayatında kendini göstermesiyle birlikte ailedeki roller de değişmeye başladı zamanla. Ekonomik özgürlüğün tadına varan kadının beklentileri artık yüksekti. Ve erkek kazandığında ‘’bizim paramız’’ olurken kadın, kazandığı para için ‘’benim param’’ demeye başladı. Her ailede durum böyle miydi derseniz, tabii ki değildi. Çünkü ailesine yardımcı olmak adına ya da çalışarak kendine olan güvenini tazelemek ve kendinin neler yapabileceğini de ispat etmek için çalışma hayatına atılan kadın, önce bir eş ve bir anne olduğunun farkındaydı elbette.

Kadınlar adına atılan tüm bu olumlu adımlar ve gelişmeler, kadınların toplumdaki yerlerini, sosyal statülerini, konumlarını ve öz güvenlerini geliştirmelerinin yanı sıra, bu durumu kendi çıkarları için de kullanmaya başlayan ve daha önceki yazımda bahsettiğim ”şeytana uyan Havvaların”  da bir şekilde ortaya çıkmasına olanak sağlamıştı ne yazık ki.

İşte bu Havva’ lardı erkeği mağdur eden. Kimdi bu Havvalar?

Ekonomik özgürlüğüne kavuşmasıyla birlikte tabiri caizse, öz güven patlaması yaşayan ve artık erkeğe bağımlı ve muhtaç olmadığını, istediği zaman istediğini yapmakta özgür olduğunu düşünen, bir zamanlar kendine yapılanı intikam alırcasına kendisi yapmaya başlayan;

erkeğini öteleyen,

aşağılayan,

itibarsızlaştıran,

işi bahane ederek evdeki görevlerini ve eşini hatta çocuklarını ihmal eden,

kadın hakları bahanesiyle, fütursuzca olur olmadık yerde davranış ve konuşmayı kendinde hak gören,

aldatan erkeklere nispet yapar gibi ” o da benimle ilgilenseydi, ben de aldatmazdım” diyerek pervasızca aldatmış olmasının haklılığını savunan,

evlilik sürecinde ”biz olmak yerine”,  ”ben merkezci” olmayı seçen,

birlikteliğin bozulmaması, sorunun konuşarak çözülmesi adına tahammülü ve sabrı erdem olarak gören kadın yerine, ufacık bir tartışmada çekip gitmeyi veya boşanmayı tehdit unsuru olarak öne süren,

boşanma sürecinde kadın lehinde olan kanunları kendi çıkarı için kullanmayı seçen ve bunun için de her türlü yalana, entrikaya ve iftiraya baş vurmaktan geri kalmayan hatta kendi çocuklarını dahi buna alet etmekten çekinmeyen bu ve bunlara benzer belki de henüz farkında olamadığımız nice kadınlardı, bu ”şeytana uyan Havvalar”.

İşte bunlardı, erkeği mağdur eden ve etmeye devam edenler.

Ekonomik özgürlüğüne kavuşan kadın, beklenti çıtasını düşürüp elde etme çıtasını yükselterek, erkeğin de kendisiyle birlikte maddi açıdan daha fazla mağduriyetine sebep olandı.

Kendisinin daha fazla söz sahibi olması adına, erkeğin aile üzerindeki ağırlığını hafifleterek, o ailede olması gereken ebeveyn ağırlığını zayıflatandı.

Kadının çalışma hayatına başlamasıyla birlikte, ilişki bazında erkeğin en ufak hatasında onu terk etmeye hazır ve yeni arayışlara girebileceği izlenimini vererek, erkeğin kaybetme korkusunu fazlasıyla yaşamasına sebep olup, onun hayattan zevk alamaz hale gelmesini sağlayandı.

Kendisi de çalıştığı için ailenin daha büyük maddi harcamalara girmesini sağlayarak, tüm ailenin ve özellikle de erkeğin bundan yeterince muzdarip olmasında payı olandı.

Erkeği artık bir koruyucu ve kollayıcı olarak görmediğinden bu görevi de, kendinin üstlenebileceği savından hareketle yanlış kararlar verip yine erkeğe daha fazla mağduriyet yaşatandı.

Erkeğe yaşatılan tüm bu olumsuzluklarla birlikte, erkeğin kendisinden soğumasına ve uzaklaşmasına ya da yeni arayışlar içine girmesine sebep olandı.

Ve o ana dek, kendisi için çok da önem ifade etmeyen erkek için, başka bir kadının varlığını duymasıyla birlikte, bu duruma kayıtsız kalamayıp yeniden elde etme çabasına girendi.

Kendi eşini ya da partnerini ‘’odun’’ olarak betimlerken, başka erkeklerden ona yeşermelerini ya da çiçek açmalarını bekleyerek ‘’hayatının paradoksu’’ rekorunu kırandı.

Erkeğini sevmediği ve saygı duymadığı halde, bunu maddi beklentiler adına gizleyip ona seven ve sayan kadını oynayandı.

Bir şey alacağı zaman erkeğin ‘’hayatım o çok pahalı’’ dediğinde, ‘’sana ne, benim param’’ demiş ve ödeme zamanı geldiğinde yine erkeğe ekstra bir yük daha yükleyendi.

Yıllarca kullanılan erkeğin bunu fark ettiğinde ve boşanmak istediğinde akla hayale gelmeyecek entrikalar yapmaktan çekinmeyendi.

Hep kadını anlaması beklenen erkeğin de, aslında anlaşılmaya, şefkate, ilgiye ihtiyacı olduğunu düşünmeyendi.

Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz.

Ayrıca, her birlikteliğin ya da evliliğin böyle olduğu imasında da bulunmuyorum, hayatı yaşarken insan olmayı cinsiyetin önüne alarak yaşamayı bilenlerin de olduğunun farkındayız.

Ama şunu dikkate almanızı istiyorum!

Küçüklüğünden beri erkek olmanın ağırlığı altında ezilerek büyütülen, kadını anlaması beklenen, korumak ve kollamak zorunda bırakılan; ağlaması, anlaşılmak istemesi, güçsüzlük göstermesi ayıp olan;  tüm gücü elinde bulunduranmış gibi bakılan, her zorluğun üstesinden gelmek zorunda kalan, şikayet hakkı olmayan, neredeyse doğa üstü bir varlık kılınan, nasıl olması gerektiğine hep kadınların karar verdiği erkek.

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak, yukarıda bahsettiğimiz kadınların toplumdaki sosyoekonomik durumlarının geliştirilmesi adına yapılan düzenlemelerin, örneklerde de saydığımız oluşumlara zemin hazırladığını da göz ardı edemeyiz.

Bu noktadan hareketle, kanun yapıcılar yasa çıkarırken veya yasalarda düzenleme yaparken, kadının haklarını koruduğu gibi, erkeğin de haklarını korumalıdır. Bunu cinsiyet ayrımı yapmadan (erkek çalışabilir, erkek güçlüdür, ayakları üzerinde durabilir, istediği yerde barınabilir diyerek),ve maddi açıdan erkeği zor duruma sokacak kararlara imza atmadan, gerçek adaletin tecellisi adına bir daha düşünmeliler. Çünkü artık bu yasaları istismar eden Havvaların sayısı azımsanmayacak kadar artmıştır ne yazık ki.

Ve asıl unutulmaması gereken şudur: önce insanız, sonra erkek ya da kadın…

Umarım, bu yazım erkeklerin de mağdur edildiği gerçeğine ışık tutabilmiştir.

Sevgimle...

 
Toplam blog
: 8
: 248
Kayıt tarihi
: 02.03.15
 
 

İşletmeci, yazar...   ..