Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '10

 
Kategori
Öykü
 

‘‘Senin sümük diye attığını eller simit diye kapar’’!!!

Anneannemin meşhur cümlesi. Ben ufaktım, O mahalle ve akraba ahalisinin yüce sesiydi. Evli barklı kadınlar danışırdı ona. Beylik cümlelere, hikayelere bağlardı anlattıklarını anneannem. Evlilik kurtarıcısı gibiydi.
Yukarıdaki sözü de kocalarından şikayet eden kadınlara söylerdi. ‘Kıymetini bilin kocalarınızın! her istediğinizi alıyorlar, dayak da atmıyorlar elalemin kocaları gibi. daha ne istiyorsunuz’ türünde laflarına ben o zaman da karşı çıkardım. Şimdi de hiç bir şey değişmedi.
Erkeği doğuştan ‘üstün kılan’ ne varsa bana hiç uğramadı!

***
Mutsuzuz diye boşanıp daha da mutsuz olan hayatların kadınları var. Çoğu; boşanmayı bir çeşit kocasını cezalandırma yöntemi olarak uygulamış. Adamların ellerinde ne var ne yok almak istemiş. İstedikleri resmen gerçek olmuş olmasına ama bu kez de erkeğin sırası geliyor. O da elindeki tek argümanı kullanıp cezalandırmaya başlıyor ve boşadığı karısını tek kuruş ödemeyerek ve ya nafakalarını geciktirerek cezalandırıyor. Sonra daha da mutsuz kadınlar çıkıyor ortaya buralardan.

Boşanmanın kadın üzerinde neler yarattığını ilk annemde gördüm. Annem daha şanslıydı. Ailesinin kapısı ona ardına kadar açıktı. Kendini yalnız hissetmedi. Ama kırk kapı da açılsa eksik hissetti. Boşanmış her kadın gibi bir parçası kopuk ama dışarıya çıkmış fazla bir parçayla (yani benimle) baba evine döndü. Anneannemin taktikleri de tutmadı. Babamla ikisi sanki sadece beni üretmek için buluşmuşlar gibi ürünün ortaya çıkmasından bir süre sonra ilk ayrılıklarını yaşadılar. Devam eden yıllarda birkaç kez bir araya gelip denediler, zorladılar ama boşandıkları gün 5 yaşımda ilk ‘oh’ diyenlerdenim.
O kadar uzattılar!

***
3 boşanmış kadınla beraberim. Birisi iş kadını Gül, diğeri öğretmen Pervin, üçüncüsü ev hanımı ve türbanlı ya da başörtülü veya adına her ne diyorsanız! saçları görünmüyor işte. adı Suna.
Üçüyle de hayatımda ilk defa karşılaşıyorum. Değişik çevrelerden arkadaşlarım sayesinde tanıdım onları. Oturdukları semtler, yaşadıkları hayat ve gelirleri birbirlerinden çok farklı dört kadın aynı masadayız. Dışarıdan baksanız onları bir araya getirecek bir şey bulamazsınız.
Ama var!
Buluşmamız akşam üstü saatlerine denk geldi. Birisi şarap, öbürü çay diğeri kahve içti. Ben hepsini!
Önce birbirlerinin saçlarına, kıyafetlerine baktılar. Hatta içlerinden birbirlerini eleştirdiler. İçten içe hepsi diğerinden daha farklı olduğunu düşündü.
Ne zaman ki iş konuya geldi. Bütün kimliklerinden soyunup; ‘Kadın her yerde kadın’ oluverdiler. İçlerini dökmeye başladılar.
Dört kadın başladık evlilikleri konuşmaya. Ben konuyu açan bekar ve başından hiç evlilik geçmemiş tuzu kuru olanım. Onlar ise geçen yıl evliliklerini bitirmiş. Bu kadınların en bariz ortak yanları; boşanmış olmaları dışında, kendilerini iyi ifade ediyorlar. Güzel ve bakımlılar. Yaş aralıkları 34-37.
Üçünün de tek çocuğu var. İkincisini yapacak kadar tutunamamışlar evliliklerine. Üçü de 5 yılı deviremeden kopmuş aile hayatlarından.

Gül’ün kocası internetin ve play-stationların başından kalkmadığı için ilgisizlik olmuş boşanma sebepleri. Kocası çok direnmiş ayrılmamak için, birkaç şans daha vermişler birbirlerine ama yine olmamış. Asıl bomba ise; boşandıktan 3 ay sonra, kocasının başka bir kadından çocuğunun olması.

Pervin’in kocası da, kendisi gibi öğretmenmiş. Aynı okuldan başka bir öğretmenle aldatmış onu. Üstelik o öğretmen de evliymiş, işler iyice karışmış. Hikaye ortaya çıkınca mesele çok büyümüş. Boşanan boşanana trafik karışmış. Kocası çok uğraşmış boşanmasınlar diye ama Pervin bana mısın dememiş, dönmemiş kararından. Elde var bir çocuk!

Suna en çaresiz profil. İş, güç tahsil hak getire! Para pul hiç yok! Baba evinden koca evine düşmüş! (düştüm onun kelimesi) ‘Çok sevdim, ne bileydim zulmün beni bulduğunu’ diyor. Kocası çalışmadığı gibi sabah akşam demeden dövmüş. Hala bu dayağın izlerini taşıyor vücudunda. Dayak yediği gecelerin birinde canına tak etmiş ve dayanamayıp sokaklara atmış kendini. Ailesi; kapıyı açmayı bırakın, aralamamış bile! O da bir akrabasına sığınmış çocuğuyla. Sonra yatılı olarak bir evin hizmetinde çalışmaya başlamış. Çocuğuyla hem o evde yaşıyor hem de çalışıyorlar.

Gül’ün birkaç flörtü olmuş boşandıktan sonra ama ‘bir şey çıkmadı’ diyor. Konsantre olamamış kimseye. Pervin ‘okul, iş güç, çocuk zaman mı kalıyor’ derken, Suna ‘zaten emanet eve başımızı soktuk oğlanla hangi ara neyi düşünecem’ derdinde.
En rahatı da, en rahatsızı da bir gıdım ileri gidememiş aşkında. Bir tek Gül her türlü felsefeyi deneyenlerden. Hindistan’a da gitmiş. Yoga da yapmış. Meditasyon, nefes ne varsa hepsini denemiş. Gül; ‘başlangıçta odağı değiştirmek iyi geldi ama dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz’ diye yakınıyor.
Pervin ‘Ye, dua et ve Sev’i yeni izlemiş. ‘bu felsefi filmlerde adamlar çok medeni çok kibar konuşuyorlar. Biz kibarı bir yana konuşamadık bile, üstelik kocam da öğretmen ama ne mümkün. Ayrıldık hala kavga ediyoruz’ diyor.
Suna’ya evin hanımı çok destek olmuş. Onu psikolağa göndermiş, bazı kitaplar vermiş okuması için. Her şey iyi hoş ama yine her gün bekarlığıma dua ediyorum’ diyor.
Sanmayın ki üçü de güzel değil. Ya da sıkıcı kadınlar hiç değiller. Hepsi hoş sohbet. Hepsine ders olmuş ama, öyle anlatıyorlar. Üçünün de erkek çocuğu var. ‘‘Biz 'erkek çocuklarıyla' evlendik çocuklarımızı ‘kadıncı’ yetiştireceğiz ahd ettik’ deyiveriyorlar. Bizim kocalarımızın anaları ne istediğiyse yapmış, üstüne fazla titremiş. Anne diye her bağırdıklarında arkalarından koşmuşlar. O yüzden ‘erkekler çocuk gibidir’ der geçerdik. Ucu en dibimize dokunana kadar!’’.

Onlara anneannemin sözünü hatırlattım. ‘Sizin sümük diye attığınızı eller simit diye kapar mı’ dedim. Güldüler.
‘Simit seveni de var, sümük seveni de’ diye.




 
Toplam blog
: 26
: 732
Kayıt tarihi
: 24.05.10
 
 

Habertürk tv`de başlayan muhabirlik günlerinden sonra ekranların bilinen yüzü olarak NTV, Star, Kana..