Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '09

 
Kategori
Uzay
 

"-Uff! O var mı?.."

“-Uff!. O var mı?..”

Bu sualin cevabı Dünya’da tektir de; Bizim ülkede, bu sualin cevabı birkaç türlü olabilir. “-Uff!.” Tabii vardır. Böyle bir ülkede uflamadan puflamadan gün geçer mi? Ömür biter mi?.. ”O” da var. Ötekiler de vardır. Onlar ve ötekiler olmazsa biz ölürüz.. Siyaset ya da spor bile yapamayız. Hatta biz Onlar ve ötekiler olmasa dahî, hayâli olarak mutlaka Onlar ve ötekileri yaratırız. Bir diğer cevap da şöyle olabilir. “- UFO olmaz olur mu Bey Ağabeyciğim? Onlar burnumuzun dibine, bizim köye kadar ziyarete gelmişlerdi de, biz Onlara taş bilem attık. Ama Onlar bize hiçbir şey yapmadan, korkup kaçıp gittiler. Aslında ayıp ettik adamlara...” Hey gidi hey... Biz yazarlar için, bu çeşitliliğin çok hoş bir tarafı var. Asla yazı yazmak konusunda, sıkıntı çekmemiz mümkün değil, bu ülkede. Bir dakika haber dinlemek insana bir ömür kitap yazdırabilir...

Durumu iyi kavramak kıyaslama yapmak için, önce ötekilere bir bakalım. Sultan, Topkapı Sarayı’nda otururken, sarayın mevcudunun 15.000 kişi civarında olduğu rivayet olunur. Ve bilindiği gibi bu sarayın hudutları, esasen Vatikan şehrinden de büyüktür. Siz Bir padişahsınız. Topkapı gibi bir sarayınız var. Bu muazzam sarayda, hiç tek başınıza ya da tek zümreden insanlarla, yaşar mısınız? Hiç zannetmiyorum. Mutlaka o saraya, Sizler de İbrikçi başından aşçı çırağına kadar, birçok insan doldurursunuz. Bir saray asla tek başına çekilmez. Her saraya şenlik gerek. Yaşam gerek. Düğün gerek. Doğum gerek. Sünnet gerek. Ölüm gerek. Hatta çengi çember, misk-i amber gerek. Açın Topkapı Sarayının tarihçesini bir okuyun da görün. Saraya neler gerek olduğunu iyice öğrenin. Sonra ötekileri konuşalım.

Gelelim işin “-Uff!..” tarafına ya da “- Ohh..” tarafına. Aşıksınız. Aşk dediğin zaten insana her tür sesi çıkarttırır. Kırk yılda bir, bir kaçamak sevdiğiniz ile çıkmışsınız sahile. Ay olmazsa, yıldız olmazsa, tadı tuzu kalır mı, o romantik gecenin? Mutlaka ay ve de yıldız olmalıdır. Bu ay ve de yıldız sadece geceleri değil; aşk şiirlerini bile süslemeli, hatta canan ay parçasına bile benzetilmelidir. Aksi olursa aya da yıldızlara da ayıp olur. Demek ki Kâinatın bu aylı yıldızlı düzeni, Sizin ya da mahalleli Hayri ile Hayriye’nin aşk geceleri içindir. Başka da bir işe yaramaz. Bir de eli öpülecek biri, ayla yıldızı bize bayrak yapmanın muhteşem aklını göstermiştir. Bu aklın uzayla ilgili diğer taraflarını hiç sormayın!..

Ancak, şimdi biz gelelim “-UFO var mıdır?.. Varsa ne işe yarar?.. Onca yoldan bu tarafa nasıl gelir? Sonra nasıl gider?” suallerinin esas ve mantıkî cevaplarına. Ve bu konuda henüz Cumhuriyet Türkiye’sinde pek dillenmeyenlere. Kâinat Sarayının Yegâne Sultanı Yaradan, bu muhteşem sarayını, sadece biz Dünya halkı ve bizlerin hegemonyası için mi, yaratmıştır? Yaradan’ın böyle fuzulî bir iş yapması mümkün müdür? Bu kadar büyük bir Kâinat gerçeğini, bu kadar kısır bir görüşe bağlamanın, herhangi bir mantığı olabilir mi? Henüz yarısı bile keşif edilmemiş olan, -Kâinat içre Yedi Alem ve bir Kürsî sisteminde- mevcut olan OnBeşBin’in üzerindeki, bizim şartlarımızla eş değerlerde bulunan, Güneş sistemleri içindeki Dünya’larda, bizler gibi insanların yaşadığı, NASA’nın varlığından asırlarca önce bilinmekteydi. Bizim teknolojimiz sınıf atladıkça ya da kişi adedimiz arttıkça, tesadüflerle de UFO gerçeği daha fazla gün yüzüne çıkmaya, insan gerçeği de kendi tabiat ve aklından koparak, gece karanlığında kaybolmaya başladı. Mesele sadece bundan ibarettir. Bizlerin kendi sarayımızı mamur kılma aklımızın, çok daha muhteşemi, tabii olarak Yaradan’ın aklı için söz konusudur. Tanrı’nın kendisini dile bile almıyorum. Zîra O’nu tarife kelâm yetmez. Sadece O’nun Kâinat’ının mevcut gizemi, doğumdan ölüme kadar, insanın başını secdeye koyup, kaldırmaması için yeterli sebeptir, bence.

UFO’lar nasıl olup da, NASA öncesi bilinmekteydi? Herkesin savı ve bazı insanların da kanıtları var. Gerçek tek ama rivayet muhtelif. Ve fakat iyi bilmemiz gereken bir husus var ki; çok uzun seneler boyu, O Dünya’ların kültürleri ile kültürümüz arasında, çok ciddi alışverişler olduğu da bir gerçek. Bunların kanıtları da var aslında. Merak edenler araştırıp öğrenebilirler. Ancak bu işlerin ardında koşanların zan ettikleri gibi, Sadece Onların buraya geldiği doğru değil. Buradan oraya gidenler konusundan söz eden hiç yok. Zîra bu çok doğal alış verişe, doğal bir akılla bakan yok. Daha doğru bir deyişle; bu işle meşgul olanlar, meseleye sadece tek gözle bakmaktalar. Oysa, buradan o Dünya’lara gidip gelenlerin varlıkları da inkâr edilemez. Zîra bu gidiş geliş için, kullanılan sistem, her iki taraf için de tek. Temelde bir araç gereç yakıt gibi fuzulîlere de ihtiyaç yok. Her şey insanda gizli.

Hayri ile Hayriye yıldızları seyrederken, kemâle ermiş kişiler olsalar, bir anda o yıldızlardan birine ulaşabilirler aslında. Ancak bugünün tekno mongol beyni, interneti bile aşamayacak kadar çaresizdir. Herhangi bir galaksiden pratik olarak, en yavaşlatılmış bir ömür ile buraya gelmek, haftada bir kerre atacak kadar yavaşlatılmış kalp atışı ve ışık hızı ile de mümkün olabilecek bir iş değildir.. O halde buraya nasıl gelinmektedir? Bu meseleyi merak edenler için cevaplayalım. Hz. Mevlâna gibi Yunus Emre gibi, Pîrî Reis, Hacı Bektaş-ı Velî ve Onların dervişleri gibi, öncelikle bu işi yapabilmek için bir şahsın, sıfırlanmış bir nefse, hiçliğe ihtiyacı vardır. İnsan-ı kâmil bir varlığın, çok daha büyük bir hızla, muhteşem bir galaktik yolculuk çözümüne, ancak bu yolla ulaşması mümkündür. Esasen bu yolculuklar münferit yapıldığında, pek fazla sorun olmaz. Zîra şahıs kendi hedefine göre müstakilen hareket edebilir. Ancak, toplu halde, belli hedefe doğru, elde edilmek istenilen çözümlerde, kullanılan ana gemi ve onun içindeki ara gemiler ile birlikte tüm zevat, aynı ulaşım kuralları ve şekline uymakla ve asla bu sistemin dışına çıkmamakla yükümlüdürler. O tür nefsanî duyguları alt etmiş toplumlar için, bu disiplin zaten çok basittir. Bu şahısların esasen bu seyahat için, bir ana gemi ve ara gemilere değil; bisiklete bile ihtiyaçları yoktur. Ve fakat bu misafirlerimize taş atan bizler sebebi ile bu garip tedbire, çaresiz mahkûm durumdadırlar.

Aslında ve bizzat her insanın şahsen elde edebileceği bu gücü, fizikî olarak tarif hatta îmâl etmek de mümkündür. Keza bu teknoloji 2.Dünya harbi sırasında, Amerika tarafından denenmiş, kısmen de muvaffak olmuş bir teknolojidir. Ancak bu işi teknoloji ile yapmanın, burada izah edilemeyecek kadar derdi vardır. Çünkü bu gücün mutlak akıl denetiminde olması esastır. Ne tekim, canlı denekler sebebi ile bu deneyin, Amerikan bahriyesinin başına, büyük sorunlar çıkarttığı, bilinen bir gerçektir. Labaratuar deneylerinde, fizik ortam olarak, eşkenar bir üçgenin Üç ucundan tam merkezine doğru alternatif akım yollayıp, tam merkezdeki cismi de yine alternatif akımla negatiflerseniz; tirifaze doğru akıma maruz kalan cisim, dağılarak kendini yok olmuş vaziyette beklemeye alır. Ancak mesele cismi sadece yok etmek değildir elbet. Gaye o cismi, varmasını istediğiniz yere, toplanabilecek şekilde sevk edebilmenizdir. Şayet bunu yapabiliyorsanız; insan için hedefe varış ve hedefte toplanmaya yeterli asgarî sürat ve süre: Düşünce hızı nispetindedir. Mutlaka herkes anlamıştır. Ancak, bu basit çözüme göre, başka bir galakside işe ya da okula gidip gelmek, saniyelerle ifade edilebilir niteliktedir.

Aslında Hayri’ye hiç çaktırmadan, Hayriye’yi uzaylı dostlarımızın, başka bir galaksinin muhteşem bir Dünya’sında misafir ettikleri, Hayriye bu mavi yıldıza dönmeden önce, Ona çip taktıkları, Hayriye’nin de, bizim de bildiğimiz, ama Hayri’nin asla bilmediği bir gerçektir. Bu olaydan sonra, Hayri Hayriye’ye her ne zaman “-Sahil, ay, yıldızlı geceler, ” gibi sözler etse; Hayriye’nin gözlerindeki kuyulaşan ifadeye hiçbir mana verememektedir. Sanki o eski Hayriye gitmiş, yerine bir başkası, başka bir Hayriye gelmiştir. Evet tam tabiri ile bir başkasıdır artık Hayriye... Bu harika olayla, Hayriye, Kâinatı tanımış, kendi Dünya’sına başka Dünya’lardan mavi yıldız olarak bakmış, Yaradan’ın yüce ihtişâmını görmüş, kucaklamış, tatmış, kendi hiçliğini açıkça idrak etmiş, nefsini silmiş, her türden kavgasını bitirmiş ve artık mütevazı bir derviş ve de UFO olmuş bir başkası... Beşiktaş’ın şampiyonluğunu düşünen CHP’li sevgili Hayri bu Dünya’sından, Hayriye’nin O Dünya’sını nasıl anlasın şimdi?!.

Haydar Volkan

Çiftehavızlar: 13.06.2009

Not: Merak edenler için arz edeyim. Ben WOW Hotelde bugün ve yarın yapılacak olan UFO ve UZAY konulu toplantıda bilirkişi olarak bulunmayacağım. Hayri Biraderimden izinli olarak, Hayriye Bacım ile daha hayırlı bir işimiz olacak.
 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..