Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

''Yaşlı bir çapkın''

''Yaşlı bir çapkın''
 

''YAŞLI BİR ÇAPKIN''


Saat gecenin üçünde çalan telefonla uykusundan uyandı Mustafa. Yatağında önce bir telaşlandı, sonra telefona uzandı. Arayan ikizi Kemal’di.

-Hayırdır Kemal, gecenin bu saatinde?

-Pek hayır değil sanırım. Köyden aradılar. Babam sanırım kafayı yemiş, yani öyle dediler.

-Anladım, peki ne yapalım?

-Yarın bir yerlerde buluşalım ve bu konuda üzerimize düşeni yapalım olur mu?

-Ya, en iyisi sen öğleye doğru benim eve gel; olur mu?

-Olurda, senin evi sevmiyorum oğlum ben ya.

-Allah aşkına zaten gece geç yattım, üstelik kafam allak bullak.

-Tamam, tamam; dediğin gibi olsun.

Ertesi gün öğleye doğru oturduğu dairenin kapısını açtı Mustafa. Kardeşi Kemal gayet hoşnutsuz bir şekilde,

-Yeni mi kalktın yoksa?

-Evet, yeni kalktım. Akşam fazla kaçırmışım. Geçsene içeri.

Kemal küçük salonda gezinirken pencereye yaklaşıp aşağıya doğru korkarak baktı.

-Korkmuyor musun sen bu dairede otururken?

Salonla iç içe mutfakta kahve suyu koyan Mustafa kardeşine önce bir baktı.

-Korkacak ne var Allah aşkına?

-Lan oğlum, yerden bilmem kaç metre yüksekte; kutu kadar bir ev. Korkmadan nasıl duruyorsun anlamıyorum. Sallanmıyor mu burası rüzgârda?

-Evet, evet; sallanıyor. Korkunca karşı komşum yaşlı Nevin hanımın evine kaçıyorum.

-Dalga geçme, Nevin hanımın evi sallanmıyor mu yani?

-Onunki de sallanıyor tabi ama sürekli evinin içinde beni kovaladığı için sallantıyı ikimizde hissetmiyoruz anlayacağın.

-Eh, yaşlı Nevin Hanım seni tutunca da zaten siz evi sallanıyorsunuzdur.

-Evet, en azından anlıyoruz birbirimizi.

-Yaşlı kadınlara karşı hâlâ ilgi duyuyor musun sen?

-Bırak matrak geçmeyi Allah aşkına. İyi ki çocukluk günlerimde yaşlı Türkçe öğretmenine âşık oldum. Yıllar geçse bile hâlâ unutmamışsın bak. Yoksa sende mi yanıktın Kemal.

-Yok, oğlum ya; biliyorsun ben aşkla tanıştığımda kırk yaşımı geçmiştim. Meğer o da geçici bir hevesmiş. Biliyorsun kadın bana altı ay zor dayandı. Sadece bir donla kapı önüne koyulduğum günü asla unutamam. Hayatımdaki en güzel tecrübe buydu. Hani laf aramızda, sen iyi yürüttün evliliğini. Tam üç yıl, her zaman takdir etmişimdir seni.

-Bırak dalga geçmeyi. Olmadı işte yürütemedik, ne yapalım?

-Olsaydı şaşardım zaten.

-Ben yürütemedim oğlum. Nuray iyi kızdı biliyorsun.

-Tabi, tabi; boşandıktan sonra hemen başka biriyle evlenişinden belliydi zaten.

-Tersinden mi kalktın sen?

-Kahve olmadı mı hâlâ?

-Getiriyorum şimdi.

Mustafa elinde kahve fincanları ile kardeşinin yanına oturdu. Önce biraz bakıştılar. Kemal,

-Televizyon almamışsın hâlâ?

-Ne gerek var, radyo var işte. Üstelik evde vakit geçirmiyorum ben biliyorsun.

-Barı geç kapatıyorsun ondan. Gecenin üçünde kapat sonra eve gel, duş al yat falan. Sabah oluyordur zaten.

-Merak etme saat ikide yatıyorum. Üçte de biri arıyor zaten.

-Oğlum, köyün muhtarı aradı diyorum. Alın gidin babanızı kurtarın köyü diyor adam.

-Kabul etmemiz lâzım şu gerçeği. Bizim babamızın kı..nda don durmaz oğlum.

-Evlâtlarından belli. İkisinin de adam gibi bir hayatı olmadı hiçbir zaman.

Derin bir suskunluk oldu sonra…

İki kardeş aslında birbirlerine pek benzemezlerdi. Yüzlerine dikkatlice baktığınızda anlayabilirdiniz kardeş olduklarını. Oysa karakterleri hiç uyuşmazdı. Anneleri öldüğünden beri akılları hep babalarındaydı. Bir gün birinin yanına gelip oturacaktı ama kimin? İkisininde konuşmaktan kaçındığı konu buydu. Her ikisininde düzgün bir aile hayatı olmamış, üstelik yaşadıkları hayatların getirdiği yerde pek de düzgün kızlara yer yok gibiydi. Yaşları kırkı geçmişti. Günlerini har vurup harman savuruyorlardı ve zaman geçip gidiyordu. Mustafa,

-Muhtar açık açık bir şey söyledi mi sana?

-Hayır, ama bir kadın konusu var anladığım kadarıyla.

-Babamın kadın konusunun bittiğini hiç duymadım ben. Hatırlar mısın içip içip köy meydanına yatar camızlar gibi debelenirdi. Severdim ben onun halini. Gecenin bir yarısı bütün köylüler karanlık perdelerin arkasından babamın tiyatro oyununu zevkle seyrederlerdi. Amma gülmüşlerdir bu hallerimize.

-Köyün fareli köyün kavalcısıydı babam. Bütün pisliklerin içinden çıkardı. Ama lâf aramızda kalsın birçok kadının da içi geçerdi babamı görünce.

-Evet, köyde ailece gidip geldiğimiz sadece yakın akrabalarımız kalmıştı. Diğer köylüler uzak durmayı tercih ederlerdi. Bu sefer ki acaba nasıl bir şey, meraktan ölmüyorum desem yalan.

-Haydi, bitir kahveni de çıkalım yola.

-Tamam, tamam haydi kalkalım.

İki kardeşin muziplikleri asansörde de devam etti. Asansördekilerin biri ayıplarken diğeri gıpda ile baktı onlara. Kardeş dediğin içten olmalıydı, öyle içten pazarlıklı kardeşliklerden uzak durmalıydı hem…

Öğleden sonra köye geldiklerinde muhtar köyün girişinde karşıladı onları. Arabalarına binip muhtarın evine kadar birlikte gittiler. Muhtar babalarını bir odaya kilitlemiş ve bunu çocuklarına söylerken biraz utanmıştı.

-Yahu çocuklar anlayışlı olun biraz. Kasaba yoluna çıkmış kendi başına giderken Allahtan birileri görmüş de köye getirdiler. Evde tutamadık babanızı. İllâki de Ankaraya gidecekmiş. Bir kadın varmış Ankara’da. Adını da söylemişti unuttum. Bizim yukarı köydenmiş herhalde. Nerden bulduysa artık kadını? Ama ben biliyorum kimin yaptığını.

Mustafa,

-Kim olabilir muhtar?

-Benim torun herhalde. Geçen hafta sonu köye gelmişlerdi. Elinde bir cep telefonu saatlerce babanızla köy meydanındaki çınarın dibindeki kütüğün üzerinde oturdular. İşte o gün değişti babanız.

Kemal,

-Allah, Allah; ne geçtiki aralarında.

-İşte dediğim şu kadın vardı ya, onu bulmuş bir yerde. Şeyden konuşmuşlar, internetten. Şimdi internet havadan geliyor yeğen. Köye telefonu getirtinceye kadar göbeğimiz çatlamıştı. Aradan kaç yıl geçti, bak havadan geliyor artık hepsi. Yok, bu gidişat gidişat değil yeğen.

Muhtarın evinin önüne geldiklerinde arabadan inip eve yöneldiler. Önden giden muhtar kapıyı açtı. Doğruca evin arka tarafındaki bir odanın kapısında durdu. Cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Mustafa ve Kemal biraz çekinerekde olsa odaya baktılar. Babaları camın dibindeki makatta dargın bir çocuk haliyle dışarıya bakıyordu. İlk Mustafa konuştu,

-Hayırdır baba, dargınmıyız?

Yaşlı adam döndü oğullarına bir süre baktıktan sonra.

-Araba ile geldiniz değil mi?

-Evet baba.

-Haydi, toparlanın bakalım; Ankaraya gidiyoruz.

Bunları söylerken toparlandı. Kapının arkasındaki çeketini koltuğuna alıp odadan çıkıp doğruca dış kapıdan süzüldü. Evin önünde bekleyen arabanın arka kapısını açıp koltuğa oturdu. Mustafa ve Kemal dış kapının önünde babalarının o haline gülseler mi ağlasalar mı bilemediler bir süre. Muhtara teşekkür edip arabalarına geçtiler. Mustafa arabayı çalıştırıp kendi evlerinin önüne çekti arabayı. Onlar çıktı ama babaları hâlâ arabadaydı. Kemal,

-Haydi, baba; eve bir girelim hele.

-Yok, ben gelmiyorum. Evde ne var cinlerden başka?

-Tamam, baba bir konuşalım sonra nereye istersen gideriz.

-Yok, çocuk vardı sizin karşınızda. Eve girip, üzerimden kapıyı kilitleyip Ankaraya kaçacaksınız değil mi?

-Nerden çıkardın bunu baba. Kapıyı kilitlesek pencereden kaçarsın sen. Haydi, gel biraz konuşalım sonra gideriz, tamam mı?

-Söz mü?

-Tamam, söz; haydi gel.

Kapıyı açtıklarında aslında beklediklerinden daha temiz ve düzenli buldular evi. Bekledikleri dağınıklık ve eşyaların üzerinde görmek istedikleri toz katmanları yoktu. İki kardeş birbirlerine ne oluyor gibilerden baktılar. Sonra tavanı tahta, duvarları kireç badanalı büyük salona geçtiler. İkiside hemen cam dibinden çocuk gibi bakçeye baktılar. Unutamadıkları bir haylazlık yüzlerinde belirdi. Çam ağacında oyulmuş arı kovanları evin hemen ilerisinde aynı yerlerinde bekliyorlardı sıra sıra. Meyva ağaçlarının birazı artık yaşlanmanın verdiği belirtileri saklayamıyor ama iki kardeşin çocuklarında yedikleri meyvaların tadını da hatırlatmaktan vazgeçmiyorlardı. Meyva ağaçlarının az ötesinde toplasan birkaç metrekareyi geçmeyecek bir yere haş haş ekilmişti. Uzayıp gidiyorlardı güneşin ışıklarına. O arada babaları gelip arkalarına dikildi.

-Hani konuşacaktık, ne oldu. Eve gelir gelmez unuttunuz babanıza verdiğiniz sözü.

Kemal ve Mustafa döndüler babalarına. Şöyle dikkatlice bakıp, koyverdiler kahkahayı. Babaları biraz kızgın bakmaya başladı. Sonra,

-Ulan hıyarağaları, bu köyde bir babanız var; arayıp halini hatırını sormazsınız. Ananız gideli kaç yıl oldu. Bu adamın bir ihtiyacı bir eksiği var mı diye sormazsınız. Sonra gelmişler penceden bebekliklerine bakıyorlar. Zaten benim gibi adamdan sizin gibi hıyarlar çıkar ancak.

Mustafa ve Kemal iyice gülmekten geçtiler kendilerinden. Babalarının ayakta dikilmiş son köylü kabadayısı haline bakıp gülüyorlar üstüne ağzından çıkan sözlerle daha bir fena halde gülüyorlardı. Sonunda babaları dayanamayıp salonun ortasına bağdaş kurup oturdu. İkisine bakıp şakacıktan ara ara gülmeye başladı. Babalarının o halini görünce çocuklar dayanamayıp yere kadar eğilip gülmeye başladılar. Babaları,

-Gülün, gülün; gül delikleriniz açılsın. Hıyar herifler ne olacak.

Gülme kırizleri geçinceye kadar bekledi Ali Bey. Çocukları kendine gelmeye başlayınca hemen sözü aldı.

-Çocuklar, tamam güldünüz; ayılıp bayıldınız. Şimdi eses konuya gelelim.

Kemal,

-Tamam, baba anladık. Meseleyi anlat artık. Kim bu fıstık?

Kemal böyle konuşup kardeşine döndüğünde tekrar gülme kırizine girdiler. Bir süre sonra birbirlerine sarılıp ağlarcasına gülmeye başladılar. Babaları onlara bakıp sabır diliyordu tavana bakıp.

-Tamam, çocuklar bakın bu adrese gideceğiz.

O arada elini yeleğin küçük cebine elini sokup, parmak uçlarıyla katlanmış bir kâğıt çıkarıp Mustafaya uzattı. Çocuklar ancak o zaman durumun ne olduğunu anlamaya başladılar. Mustafa katlanmış kâğıt parçasını özenle açtı. İki kardeş dikkatle kâğıda baktıklarında, bir kadının isim ve soy isim, adres, cep telefonu ve bir face adresi gördüler. İkiside şaşkın durumdaydılar. Bir süre babalarına bakıp ciddiyetini ölçmek istediler. Babaları gayet ciddiydi. Kâğıdı tekrar kontrol ettiler, Kemal,

-E, ne yani; ne demek istiyorsun baba.

-Ankaraya götürüyorsunuz beni bir. Ankarada bu kızla buluşturuyorsunuz iki. Sonrasını bir daha konuşuruz üç.

Mustafa az çok olayın ciddi durumunu farkeder gibiydi. Kemal ise kuşkucu haliyle bakıyordu hâlâ kâğıda. Mustafa,

-Tamam, dediğini yaparız ama önce şu telefonu arayabilir miyiz? Hani acaba seninle kafamı buluyorlar diye.

-Arayın ne olcak. Ben aradım Hayriye Hanım çıktı. Tabi Osman’ın az kontörü olduğu için fazla konuşamadık. Ama o numarada Hayriye Hanım var.

Kemal ve Mustafa birbirlerine baktılar. Ne kadar hoşnutsuz olsalarda yapabilecekleri bir şey olmadığını anladılar. Kemal,

-Tamam, hadi hazırlan baba gidiyoruz.

Ali Bey aceleyle ayağa dikilip, sandalyenin üzerine attığı ceketi alıp bu sefer omuzlarına attı. Başıyla işaret edip,

-Haydi, kalkın bakalım ağalar.

Kasabaya girmeden Ankara yoluna girecekken, arka koltukta oturan Ali Bey,

-Kasaba girişindeki büfeye bir uğrayalım çocuklar. Bir buçuk saat yol çekilmez şimdi.

Mustafa kasabanın girişine dönüp büfenin önünde durdu. Ali Bey büfenin yan kapısından içeri girdi. İki kardeş epeyce beklediler ama babaları gelmiyordu. Mustafa,

-Neden gelmiyor ki babam?

-Ne bileyim, belki bir şişe orada devirip gelecektir. Bekleyelim biraz daha.

Bir süre daha beklediler. Nihayet Ali Bey büfeden çıkıp onlara doğru gelmeye başladı. Az sonra cama doğru eğilip,

-Ya çocuklar yanında yüz elli lirası olan var mı? Bu adam önce borçlar diye diretip duruyor. Üç aylık maaşa on beş gün kaldı dedim, olmaz diyor.

Kemal elini cüzdanına atıp yüz elli lira sayıp babasına uzattı.

-Bir elli lira daha ver, torbamız boş çıkmayalım içerden.

Kemal bir elli lira daha uzattı. Parayı alan Ali Bey az sonra elinde bir poşetle gelip arabaya bindi. Yüzü bu defa gülüyordu.

-Haydi çocuklar, bize her yol Angara. Ne demişler, bas gaza; bas gaza Mustafam bas gaza oğlum.

Mustafa babasının o eğlenceli halini görünce sevinesi geldi, Kemal arkaya dönüp;

-Yahu Baba sen adam olamadın ya, valla artık bizden hiç umut yok.

-Adam olanları görüyoruz işte. Milletin donuna kadar iç ediyorlar. Böylesi daha iyi oğlum. Kuş gibi olacaksın, kedi gibi olacaksın. Kuş gibi özgür olacaksın, istediğin zaman kanatlanacaksın. Çok özgür uçan sonra yorulup dala konan kuşuda kedi gibi yakalayacaksın. Anladın sen mevzuyu.

Kemal,

-Anladım baba, anladım da. Şehre varınca kim serçe, kim kedi göreceğiz bakalım.

Ali Bey bu söz karşısında biraz duraksadı. Sonra,

-Aman, nalına da vuracan mıhına da. Bas gaza Mustafa.

Ankara'ya girerken akşam olmak üzereydi. Ali Bey arka koltukta bir ayağı yerde, bir ayağı koltuğun üzerinde yayıldıkça yayılmıştı. Üstelik tatlı bir uykuya da dalmıştı. Doğruca Mustafanın evine gitmeyi düşündüler. Mustafa hemen itiraz etti. Evin haline babası kızabilirdi. Kemal de babasını evine götürmek istemiyordu. Anlaşılan onun evide hoş durumda değildi. Onlar bunları konuşurken Ali Bey uyandı.

-Valla karnım zil çalıyor çocuklar. Bir de benim acilen ihtiyaç molası vermem lâzım.

Mustafa arabasını hemen ilk alış veriş merkezine çevirip park etti. Ardından onu lavaboya götürüp kapıda beklemeye başladılar. Kapı önünde babaları duymadan konuşabilmek için çıkan fırsatı hemen değerlendirdiler. İlk Kemal,

-Bence bak ne yapalım biliyor musun?

-Ne yapalım?

-Önce bir lokantaya gidelim, bende acıktım doğrusu. Sonra bana sorarsan bir hamama gidelim. Oradanda babama giyecek bir şeyler alalım.

-Valla haklısın. Adam kaç yaşına geldi. Zaten ilgilenemedik bunca yıl. Güzelce, yakışıklıca giydirelim. Tamam, kadınla da buluşsun. Kaç yıl daha yaşar’ki? Haksız mıyım?

-Haklısın kardeşim öyle yapalım.

Az sonra Ali Bey çıktı lavabodan. Rahatlamış olduğu gülen yüzünden belliydi. Dışarı çıkar çıkmaz ilk sözü,

-Çocuklar içeride düşündüm. Hemen Hayriye Hanım’ı arıyoruz, birlikte yemeğe çıkıyoruz; tamam mı?

Kemal,

-Hayır, öyle yapmıyoruz baba. Önce karnımızı doyuruyoruz. Sonra hamama gidiyoruz, oradan da senin üzerine bir şeyler alıp; akşam Hayriye Hanımla Mustafanın Barında toplanıyoruz. Anlaştık mı?

Ali Bey,

-İyi, madem düşündünüz; hadi, öyle yapalım.

Üçüde hamamda çocuklar gibi şendiler. Hele tellâk babalarını kıvrandırırken daha çok gülüyorlardı. Hamamdan çıkıp berbere oradan da giysi almak için oldukca meşhur bir yere gittiler. Babaları giyinmiş aynada kendisine bakarken, çocukları ortaya çıkan manzaradan oldukça memnundular. Yüklü hesabı aralarında paylaştılar. Hatta babalarına armağan edilen deri cüzdana epey yüklü bir miktar para ile doldurdular.

Açık havaya çıktıklarında Ali Bey son halinden oldukca mutluydu. Arada bir çocuklarına dönüp,

-Nasıl olmuşum, ama yakışıklı oldum değil mi çocuklar?

İkiside babalarını pohpohlamaktan memnundu. Sözü ilk Mustafa aldı.

-Baba Hayriye Hanımı arayıp Mustafanın Barına davet ediyoruz, tamam mı?

-Tamam, çocuklar; ben hazırım.

Kısa bir telefon konuşmasından sonra, bir saat sonrasına randevu gerçekleşmişti. Mustafanın Barına geldiklerinde yarım saatleri vardı daha. Mustafa çalışanlarını toplayıp babasnı tanıştırdı. Sonra babalarına ve gelecek misafire özel ilgi göstermelerini tembihledi. Hatta bir ara Mustafa telefonla bir kemacıyı acilen Bara çağırdı. Randevu saatine beş dakika kala, her şey hazırdı. Ali Bey çocukları ile orta büyüklükte bir masada oturup konuşurken arada bir karşı duvardaki aynada kendine bakıp, saçlarını düzeltiyordu. Az sonra Mustafanın telefonu çaldı, Hayriye Hanım gelmiş ama yanlış bir bara girmekten korktuğu için kapı önünde beklediğini söylüyordu. Mustafa durumu izah ettikten sonra dışarı çıktı. Baktı, Hayriye Hanım gerçekten dışarıda bekliyordu. İlk defa onu gören Mustafa dikkatle baktı. Oldukca alımlı bir kadın vardı karşısında ve yaşına göre de güzel sayılırdı. Makyajı tamdı, ne aşırı ne az; gerektiği kadardı. Fazla kilolu bile sayılmazdı. Siyah saçları omuzuna kadar inip oradan yukarı kıvrılıyor, esmer yüzüne yakışan asil bir gülümseme ise olgunluğuna olgunluk katıyordu. Önce hoşgeldiniz dedi Mustafa, sonra dirseğini açıp koluna girmesini izledi. Birlikte Bara girdiklerinde Ali Bey hemen ayağa kalkmıştı bile. Peşinden Kemal ayağa kalktı. Hayriye Hanım ile tanıştılar, masalarına alıp biraz konuştuktan sonra çocuklar masadan kalktı.

Ali Bey ve Hayriye Hanım az sonra masalarına rakı istediler. Muhabbetlerinden içtenlik akıyordu. Arada kahkahaları barda işitiliyor ve bardakiler onlara güler yüzleriyle eşlik ediyorlardı. Bir müddet sonra Kemancı geldi, Mustafaya kimler olduğunu sordu. Öğrendikten sonra önce bardaki kısık müzik yayını kesildi, peşinden barda biraz karartma yapıldı. Hayriye Hanım ve Ali Bey bu arada olanların farkında bile değildiler. Az sonra Kemancı masalarına geldi. Romantizm doruğa neredeyse ulaşmışken kapıdan sipariş edildiği belli bir kucak dolusu gül getirildi. Kemal masalardaki müşterileri tek tek dolaşıp her müşteriye bir demet kadar gül verip babalarının masasını işaret etti. Herkes anlamıştı olayı. Az sonra masalarının her tarafı güllerle dolmuş, Hayriye Hanım mutluluktan adeta havalarda uçuyordu. Barmen tarafında ayakta duran Mustafa, müşteri tarafındaki Kemal’e konuşuyordu.

-Ya, Kemal; ileri gitmedik değil mi?

-İleri gitsek ne olacak Mustafa. Baksana hallerine, yaş yetmiş iş bitmiş zaten. Bırakalımda son günlerini gün etsinler.

-Ya, Kemal; biliyor musun, bizim hayatımızdaki en büyük eksik ne?

-Neymiş?

-Oğlum, evlenip çocuk yapmazsak babamız kadar bile mutluluk yaşayamayacağız ömrümüz boyunca.

-Hakikaten ya, kendimizden daha olgun kızlar bulup bir an önce evlenip çocuk yapmalıyız.

Bir müddet sonra Hayriye Hanım ve Ali Bey masalarından kalkıp onlara yöneldiler. Yanlarına geldiklerinde, Hayriye Hanım;

-Çocuklar biz birbirimize doyamadık, müsadenizle benim evimde devam edeceğiz. Yarın getiriri Ali’yi size. Haydi, iyi geceler.

Ertesi gün Mustafanın telefonu çaldı. Saat ikiye geliyordu neredeyse. Telefonu açtı, babası karşısındaydı.

-Hayırdır baba?

-Oğlum biz Çankaya evlendirme dairesindeyiz. Bize acilen iki şahit lazım, hadi hemen gelin!

-Baba, yaşlı çapkın seni!

Mehmet Özcan

 
Toplam blog
: 57
: 222
Kayıt tarihi
: 18.01.13
 
 

Emekliyim, köpekleri çok severim. Fotoğraf ama anlam saklayan fotoğraflara bayılırım. Yazmak uzun..