Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '15

 
Kategori
Siyaset
 

"2015 seçimleri-I Medyada seçimlerle ilgili yorumları seyrederken/okurken dikkat edilmesi gerekenler

Medyada Seçimlerle İlgili Yorumları Seyrederken/Okurken Dikkat Edilmesi Gerekenler Rehberi (!) 2015 Haziran’ında gerçekleştirilecek seçimlere az bir zaman kaldı ve hiç tartışmasız bu seçimler, Cumhuriyet tarihinin nadide örneklerinden biri olarak hafızalarımıza kazınacak. Bu seçimlerle ilgili olarak ilk başta, her seçim öncesi olduğu gibi bu seçimlerde de gazetelerde, televizyonlarda (ve tabii ki artık, hatta en çokta, sanal ortamı da dikkate almamız gerekiyor) yer alan tahmin, analiz, yorum vb.’yi “seyretme/okuma” stratejisi üzerinde durmamız gerekiyor. İlk olarak, seçimlerle ilgili bir değerlendirme yapmak –ki değerlendirmelerde bulunan kişi(ler) bir partinin gizli reklamını yapmak ya da “seçim loto” oynamak gibi amaçlara sahip değil de gerçekten seçimler ile ilgili analizlerini paylaşmak niyetindeyse- zor bir zemin üzerinde durmayı gerektirir. Seçimlerle ilgili bir sohbet/yazı gerçekten de “zor bir zemin”de yürümeyi gerektiriyor; çünkü yakın tarih, henüz tüm siyasî ve sosyal sonuçlarını tüketmiş bir siyasî mevzû (mesela AKP iktidarı dönemi) üzerine değerlendirmelerde bulunmak, daha uzak tarihteki (mesela Tanzimat dönemi) bir konu üzerine konuşmaktan daha zordur; birincisi riskler ve belirsizliklerle doludur; konuşurken/yazarken ihtiyatlı olmayı gerektirir. Tüm bunlara bir de “yapılmamış” seçimin henüz “devam etmekte” olan süreci üzerine değerlendirmelerde bulunmanın muğlaklığını da ekleyelim.

Seçimlerle ilgili olarak eskilerin ifadesiyle “işkembe-i kübrâdan atan”, seçimlerle ilgili “iddia kuponu” doldurmaya hevesli TV kanalı/gazete sayfasını değiştiriniz(!) Her hâlükârda, ama her hâlükârda, zikredilecek değerlendirmelerin tam tersi sonuçların ortaya çıkabileceği gerçeğini de ihmâl etmemeliyiz. Bu riski ihmâl ederek konuşanları/yazanları ihmâl etmek ise boynumuzun borcudur. Sadece yakın tarihimizin soyopolitiği ile şekillenecek belirsiz bir seçim üzerine konuşmak/yazmanın risklerinden değil, artık 2000’ler Türkiye’sinin seçimlerinden bahsedildiğini de hatırda tutmamız ve bu konudaki değerlendirmeleri bu bağlamda ele almamız gerekmektedir. Günümüz Türkiye’sinde seçmenlerin tercihleri (oyları) siyasî mülahazaları ya da siyasî eğilimlerinden çok, siyasî partilerin kültür endüstrisi değirmeninde yoğurarak şekillendirdikleri seçim kampanyaları sonuçları çerçevesinde şekillenmektedir. Özetleyeyim; artık siyasî partilerin siyasî duruş, ideoloji, aday profili vb.’den çok seçim kampanyalarının belirleyici olduğu bir dönemi yaşadığımızı unutmayalım. Siyasî partilerin sosyal, siyasî, iktisadî (örneğin CHP’nin emekli seçmenlere yönelik vaatleri gibi) başlı başına bir önem taşımıyor; bu vaadin bir reklam stratejisi bağlamında kitlelere nasıl taşındığı önem kazanıyor; örnekleri artırmak, artırmak, artırmak mümkün; ancak şurası bir gerçek ki, artık kitle iletişim araçlarında her hangi bir mal nasıl pazarlanıyor ise seçimler sürecinde partiler de benzer metotlarla kendileri ile ilgili olumlu algılar (ve sonucunda oy) üretmeye çalışmaktadırlar. Partiler, artık, satılmak istenen herhangi bir “ürün”den, genel başkanlar o ürün ile ilgili olumlu algıyı üretecek “reklam yüzü”nden, seçim stratejileri de o ürüne ilişkin hedeflenen kitle üzerinde –ileride oy olarak devşirilecek- oluşturulacak “algı”dan fazla bir şey değildir. Siyasî partilerin özellikle iddialı siyasî partilerin artık profesyonel reklam ajansları ile çalıştıklarını unutmamalıyız. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, bu sadece Türkiye ile ilgili bir değerlendirme değildir. Özellikle modern medyanın –günümüz kitle iletişim teknolojisinin- etkisindeki her ülke için bu ya da buna benzer şeyler söylemek mümkündür. Seçimlerle ilgili analizleri sınırlandıran üçüncü bir etken de, profesyonel reklam ajansları tarafından bir “strateji” bağlamında planlanan kampanyaların, belirli bir döneme yayılarak, bir plan-süreç dâhilinde yürütülmesidir. AKP’nin 2011’deki kampanyasının önemli bir ayağı olan “Aynı Dağın Yeliyiz Biz” şarkısının, seçimlerden çok bir süre önce medyaya gösterime sokulduğunu hatırlamanız bile söylemek istediğimi özetleyebilmek için yeterlidir.

Bu şarkı, AKP açısından, başarılı bir kampanya stratejisi olarak okunabilir. Seçmenin tercihleri seçimlerden birkaç gün önce bile değişebilir; belirginleşebilir. Size minik bir sır vermeme izin verin: Partilerin seçim sloganları, kampanyaları, şarkılarının seçmen/kitle üzerindeki etkisini kesinkes ölçebileceğimiz, hiçbir seçimde yanılmayan gayet “bilimsel” bir şirketimiz var: “Çocuklar-Gençler A.Ş.” Gerçekten de başarılı bir “cıngıl”, “slogan”, “şarkı” çocukların diline düşebilendir. Bu seçimlerde kimin sloganının… şarkısının başarılı olduğunu öğrenmek istiyorsanız; artık havalarda düzelmeye yüz tuttu; gidin bir çocuk parkına oturun ve sadece dinleyin. 2011’de AKP’nin yukarıda anılan şarkısı bu alanda hayli başarılıydı. Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, CHP’nin “Alkışlıyoruz” sloganı da çocukların diline düşmüş durumda: Potaya basket atamayan arkadaşları ile dalga geçmek isteyen akranlarının beceriksiz teenage ile “alkışlıyoruz!” diyerek dalga geçtiğini siz de görüyorsanız kampanyanın başarısını bir yere not edebilirsiniz: “Bu CHP’ye ne kadar oy kazandırır?” “Ama çocukların oy verme hakkı yok ki!” “Şimdi bu şarkı ile CHP Ankara 2. Bölge’den 5 ya da 6 milletvekili çıkarır mı?” “CHP’li misin?” Kardeşim, yazımı bu satıra kadar okuduğun çok için teşekkür ederim. Hadi sen bilgisayarda biraz tarla sür ya da şeker çarpıştır. Partilerin seçim kampanya stratejilerinin kararsızlar üzerinde yoğunlaştığını da unutmamak gerekiyor. Oyunu kesinkes CHP’ye, HDP’ye, AKP’ye… verecek bir seçmenin hiçbir rakip partinin seçim kampanyasından, stratejisinden ya da vaadinden etkilenmeyeceğini peşin peşin söyleyebiliriz. Partiler tüm eforlarını kararsız seçmen üzerine yönlendirirler; Unutmayalım ki tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de her ama her seçimin galibi “Karasızlar Partisi”(!)dir; ve kararsız seçmenin kararını ne zaman belirginleştireceğini kestirmek gayet zordur: Bu an, oyunu kullanmak için bizzat mührü eline alacağı an da olabilir. Bu nedenle seçimlerle ilgili analizlerde her ne kadar geçmiş seçimlerdeki başarılar, iktidarın geçen seçimlerden bu güne uyguladığı politikalar, muhalefetin yine aynı kesitteki etkinliği, partilerin vaatleri vb. önemi olsa da, sonucu belirleyecek olanın karasızlar (yüzergezer oylar) olduğu gerçeğini aklımızda tutmak zorundayız. Yukarıda belirtilen tüm faktörler başarılı bir seçim stratejisi ile yüzer-gözer oyların algısına yönlendirildiklerinde anlamlı sonuçlar üretebilirler; kendi başlarına seçim sonuçları için çok da fazla bir anlam taşımazlar. Seçimlerle ilgili değerlendirmelerini sadece ve sadece önceki seçim sonuçlarına, iktidarın kamu politikalarının başarılarına, muhalefetin TBMM’de ya da mitinglerdeki (ki “o” partinin mitingine katılanların çok ama çok büyük çoğunluğunu kararsızlar değil, kararlı seçmeler oluşturmaktadır.) başarılara bakarak yapan analistleri ya da yazarları seyretmenize ya da okumanıza bile gerek yoktur; tüm bunlar seçim analizlerine önemsiz değildir; önemlidir; ancak belirleyici olan yüzergezer oyların seçim kampanyaları vesilesiyle nasıl yönlendirildiğinde kilitlenir. Söylemek istediklerimi şu örnek aracılığı ile özetleyeyim: AKP’nin yaptırdığı “duble yollar”ın seçmenin tercilerinde neredeyse hiçbir önemi yoktur. Duble yolların, tünellerin vb. seçmen tercihlerindeki etkisi bunun –tam da bu seçimlerde AKP’nin yapmaya çalıştığı gibi- bir reklam stratejisi çerçevesinde karasız seçmenin algısına taşınmasında anlam kazanır. Seçim sonuçları ile ilgili değerlendirmelere dair bir sınırlamalardan bahsetmek gerekiyor. Medyanın seçim sonuçlarıyla ilgisi genelde partilerin Türkiye genelindeki toplam oyları ile ilgilidir. Sadece medyanın değil; seçmenin ilgisi de bu yöndedir. Seçim sonuçlarının açıklandığı gece televizyonları başına oturanların ilgisi, hangi partinin Türkiye genelinde yüzde kaç oy aldığı noktasına kilitlenir; izleyicilerin her bir kanalda il, il verilen seçim sonuçlarına ilgisi sadece kendi oy verdiği ya da akrabalarının/arkadaşlarını yaşadığı bir(kaç) ilin sonuçları ile ilgili malumat almaya çalışmaktan öteye gitmez. Oysa unutmamak gerekiyor ki, şu anda uygulanan seçim sisteminin bir sonucu olarak partilerin aldığı oy ile kazandıkları milletvekillileri sayısı arasında birebir bir ilişki yoktur. Hemen hatırlatalım; AKP, 2007 seçimlerinde Türkiye genelindeki oyların %46,6’sını alarak 341 milletvekili çıkarmıştı. Parti, 2011 seçimlerinde oylarını %49,8’e çıkarmasına karşın, bir önceki seçimlerde kazandığından daha az (327) milletvekili çıkarabilmiştir. Bu rakamlar da göstermektedir ki, eğer seyrettiğiniz/okuduğunuz analist/yazar AKP amigosu ya da onun müzmin muhalifi değilse, seçimleri tahlil etmek için ilgisini seçim çevrelerine doğru kaydırmak, sonuçları seçim sistemi bağlamında analiz etmek zorundadır. Partilerin seçim stratejileri ve bunun seçmen üzerindeki olası etkileri ile ilgili tartışmaları gelecek haftaya bırakalım. Mete K. KAYNAR

 
Toplam blog
: 38
: 70
Kayıt tarihi
: 08.02.15
 
 

Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü. Doç. Dr.  Özgür Üniversite ..