Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '08

 
Kategori
Felsefe
 

“akıllılar hep kuşku içindeyken aptallar küstahça kendinden emindir”

“akıllılar hep kuşku içindeyken aptallar küstahça kendinden emindir”
 

Bazı sözler insanın zihninde patlar, tüm dengesini bozar, sarsar ve bu sarsıntının sonunda zihnin yapısında yeni bir dengenin kurulmasını sağlar. Aynen yeryüzündeki depremler gibi.

Bertrand Russell’ın bu sözünü duyduğumda da böyle olmuştu benim için. Ancak beni üzen bir şey oldu bu. Üzüldüğüm şey, bu sarsıntıyı yaşamış olmak değil, bu kadar geç yaşamış olmaktı. (ne yazık ki üniversiteyi bitirdiğim yıllara denk gelmişti)

Sözler genellikle zekânın yansımasıdır. İçinde taşıdıkları cevher pırıltıları, çıktıkları madenin zenginliğini gösterir. Bu sözün çıktığı maden de, bu anlamıyla oldukça zengin bir rezerve sahip.

İşte o rezervden çıkan bir mücevher parçası daha;

"ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz"

Bertrand Russell, geçen yüzyılın belli başlı filozoflarından ve eylem adamlarından birisi. Yaşamının son 10 yılında gerçek dünya ile bağları iyiden iyiye kopsa da, gerçekle doğru arasındaki zıtlığı fark eden ve ettirmeye çalışan birisi olmuştur. Uslanmaz bir aktivisttir. Barışın, özgürlüğün ve doğmalardan kopuk bir zihnin peşinde koşan bir ütopik de denebilir. Galiba günümüz dünyasının en büyük sorunlarından birisi de, ütopya peşinde koşan düşünürlerin ve bu düşünürlerden etkilenen bir toplumsal kesimin kalmamasıdır. Günümüz insanı ne yazık ki, gerçekliğin bulanık sularında, acıyı, gözyaşını, otoriteyi, savaşları, yasakları ve doğmayı meşru kılmanın peşinde koşmaktadır. Bu nedenle, bu zaman diliminde Bertnard Russell'i hatırlamanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.

İşte size hayat hikâyesinin belli başlı köşe taşları;

1872’de Londra’da doğar, İngilizlerin eski ve soylu bir ailesindendir ama bir iddiaya göre ilerleyen yaşlarında soyluluk unvanını reddeder,

1890 yılında Cambridge’e girer ve felsefe, matematik ve ahlak okur,

1910-1916 arasında aynı üniversitede rektörlük yapar,

1916’da, kendi ülkesinin galip geleceği I. Dünya savaşına karşı çıktığı için tutuklanır ve görevinden uzaklaştırılır. Altı ay hapis yatar,

Hapisten çıkınca, ABD’de Californiya Üniversitesinde rektörlük görevini üstlenir,

İkinci dünya savaşından önce Çin ve SSCB gezilerine çıkar, ancak Rusya’daki izlenimlerinden sosyalizm adına karamsar görüşlerle döner,

1931'de, Lord'lar Kamarası'nda, erkek kardeşinin yerine geçer,

1950'de, bütün çalışmaları Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırılır,

1954'te BBC'de yayınlanan ünlü "İnsanın Sorumluluğu" adli konuşmasında Bikini Adasındaki hidrojen bombası denemelerini lanetler. Bunu Nobel Ödüllü bilim adamlarının tepkisini dile getiren Russell- Einstein bildirisi ve her ikisine de başkanlık ettiği Doğu ve Batı dünyasından bilim adamlarının katıldığı I. Pugwash Konferansı (1957) ile 1958'de başlatılan Nükleer Silahsızlanma Kampanyası izler,

1960'ta ise başkanlıktan ayrılarak kitlesel pasif direniş eylemleri düzenlemeyi amaçlayan daha militan yaklaşımlı 100'ler Komitesini oluşturur,

1961'de eşi ile birlikte önderlik ettiği kitlesel oturma eylemleri yüzünden 2 ay hapis cezasına çarptırılır ama sağlık nedenleriyle cezası 7 güne indirilir,

Russell, Küba Bunalımı ve Çin-Hindistan sınır çatışmaları nedeniyle devlet başkanları ve dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri nezdinde girişimde bulunduğu 1962 yılında 80 yaşındadır,

Warren Raporu'nun yayımlanmasından sonra Kennedy suikastını araştıran komiteye başkanlık eder,

ABD'nin Vietnam politikasına şiddetle karşı çıkar. Fransız varoluşçu düşünür Jean-Paul Sartre Yugoslav tarihçi Vladimir Dedijer, Polonya asıllı yazar Isaac Deutcsher ve daha başka ünlülerin de katkısıyla Uluslararası Savaş Suçlan Mahkemesi 'ni (Russell Mahkemesi) toplar.

Seksen dokuz yaşında olduğu halde, Parlamento Meydanı'nda nükleer silahlanmaya karşı yapılan bir gösteri sırasında tutuklanır.

Hayatı boyunca, matematik, mantık, felsefe, ahlak ve eğitim konularında fikir üretti ve bu fikirleri çok sayıda kitapta sergiler ama dünya üzerinde ismini esas ünlendiren gelişmeler her zaman savaşın ve silahlanmanın karşısında yer alması olur.

İşte sizlere bu derin rezervden birkaç ürün daha;

"insanlar bilgisiz doğar, aptal değil, eğitilerek aptal olurlar..."

“savaş kimin haklı olduğunu değil, kimin geriye (sağ) kalacağını (ve muhtemelen yakin geleceğe hâkim olacağını) belirler.”

"okullarda çocuklara okutulan tarih kitaplarının o ülkenin tarihçileri tarafından değil, başka bir ülkenin (hatta düşman ülkenin) tarihçileri tarafından yazılmışlardan okutulması" önerisi dinleyen kulakta ağrı yapabilir, ama "tarih" işte o zaman yıllar süren ve hep "bizim" kazandığımız kanlı bir savaş(masal) olmaktan çıkar. İşte o zaman bize karşı pencereden bakan komşunun "öcü" olmadığını o'nun da bizim gibi aşamalardan(okullardan) geçip tam da devletinin istediği gibi bir koyun (pardon özür diliyorum..tamamen "vatandaş" demek istemiştim oysa) olduğunu, ve tarihte kazanan büyük hükümdarın "savaşlarda galip gelen değil" aksine halkına "en uzun barışı" yaşatan küçük insanlardan olduğunu öğrenirdik..ve lakin mürekkeple değil kanla yazılıyor tarih dünyanın bütün devletlerinde..“

“İki kişinin aynı anda kavrayabileceği bir şey kesinlikle yoktur”

"akılsızca bir şeyi milyonlarca kişi söylese de o şey yine akılsızcadır."

“Milliyetçilik de kuşku götürür konularda ateşli inanç sahibi olmanın bir uç örneğidir. Şunu rahatça söyleyebilirim: Büyük Savaşın tarihini günümüzde ele alan bilimsel bir tarihçinin yazdıklarında, eğer bunlar savaş sırasında yazılmış olsalardı, çarpışan ülkelerin her birinde tarihçinin hapse atılmasına neden olacak ifadeler bulunması kaçınılmazdır. İnsanların kendileri hakkındaki gerçeklere tahammül gösterdikleri, Çin dışında, hiçbir ülke yoktur. Gerçekler normal zamanlarda sadece kabalık olarak, savaş halinde ise suç olarak algılanırlar. Birbirinin karşıtı katı inanç sistemleri oluşur; bu sistemlere yalnızca aynı ulusal eğilimi taşıyanların inanmaları, bunların yapay olduğunu açıkça ortaya koyar. Ancak bu inanç sistemlerine mantık uygulamak, vaktiyle dinsel dogmalara mantık uygulamanın günah olduğu kadar günahtır.”

“insanlığın iki tür ahlakı vardır. Biri sözünü edip uygulamadığımız, diğeri uygulayıp sözünü etmediğimiz.”


 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..