- Kategori
- Psikoloji
(Aklaaykırılık/Akıldışılık/İrrasyonalite)
<ı>Kendini hiç eleştirmeyen başkasını çok eleştirir. ı>Şöyle bir an durup düşünün ve bugüne kadar verdiğiniz önemli kararların bir listesini çıkarmaya çalışın. Mümkünse bunları liste hâlinde alt alta sıralayarak, önlerine doğruydu veya yanlıştı yazın. Şimdi de yanlışları sayın ve doğrulara oranını çıkarın. Örneğin, toplam 50 madde yazdıysanız ve bunlardan 10 tanesi yanlışsa, siz geçmişteki önemli kararlarınızın %20'sini yanlış vermişsiniz demektir. (Liste ne kadar uzun olursa, çıkaracağınız sonuç o kadar sağlıklı olacaktır.)"
Londra'da yayımlanan bir dergide 20 yıl kadar önce karşılaştığım yukarıdaki özeleştiri testini ciddiye alarak, bütün bir
Yaşamın kilometre taşlarını birer birer geride bıraktıkça; gidilen yolda edindiğim deneyimlerden kendimce dersler çıkardıkça; giderek daha çok okumakla, gözlemekle düşünmekle ve dinlemekle edindiğim bilgiler ışığında "dünyanın kaç köşe olduğunu" daha iyi gördükçe ve kendime daha eleştirel, daha tarafsız bir gözle bakmaya başladıkça anladım ki: a- hatalarım doğrularımdan çok daha fazlaymış, b- geçmişe hangi kilometre taşında durup baktığınıza bağlı olarak, doğru-yanlış oranları sürekli değişmektedir; bir başka deyişle, doğruları öğrendikçe, geçmişteki kararlar giderek daha çok yanlış görünmeye başlıyor, c- geçmişteki kararları veya olayları kendi koşulları içinde değerlendirmeden bugünün anlayışı ve koşullarıyla geçmişi değerlendirmek başlı başına büyük bir hatadır, d- Hata yapmakla İrrasyonel davranmak arasında anlaşılması zor bir fark vardır.
İşte bu yazıyla bu zorluğu aşmaya çalışacağım...
Doğru kararlar verebilmek için bilimsel verileri, mantık kurallarını ve sağduyuyu kullanarak rasyonel bir düşünce yolu izlemek gerekir. Aksi hâlde düşüncelerimiz, fikirlerimiz veya önerilerimiz akla uymaz; ya irrasyonel ya da hatalı olur.
İrrasyonalite çoğu kez “hata yapmak veya bilgisizlik” ile karıştırılmaktadır. Örneğin küçük bir çocuğun “Güneş dünyanın etrafında döner” şeklinde yanlış bir hükme varması, irrasyonel değil, onun bu konudaki bilgisizliğidir. Fakat aynı çocuğun, “Dünya Güneş’in etrafında döner” gerçeğini öğrendikten sonra, gecelerin karanlık olmasını Güneş’in “gece uykusuna yatması”na bağlaması irrasyoneldir.
Bizleri, akıldışı düşünce ve davranışlara iten yüzlerce sebep var. Bunların başında; önyargılı inanışlar, eğitimsizlik, töresel baskılar, otoriteyi kayıtsız şartsız kabullenme, ahlâk ve görgü kuralları, paradigmalar, mantıksız fikirler, yanlış önseziler ve aşırı duygusallık gelir.
Duygusal bir anda veya bizleri çok etkilemiş ruhsal bir tutum içindeyken vereceğimiz kararlar genellikle irrasyonel olabilir. Çünkü duygusallık doğal bir oluşumdur, bilimsellik taşımaz ve mantık kurallarıy
Neredeyse “dijital bir düşünce tarzıyla” fikir ve teknoloji üretilen çağımızda, “hislerle düşünmek” kişilere ve toplumlara artık çok pahalıya mal olmaktadır.
İrrasyonel yargılara varmamızın önde gelen sebeplerinden biri de “insan belleğinin yetersiz kalışı”dır. Çünkü karar verirken, konuyla ilgili bütün bildiklerimizi o anda hatırlayamaz ve geniş bir ortak payda elde edemeden, sadece birkaç veriyi göz önünde tutarız. Genellikle bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğumuz için de pek çok görüşümüz eksik, kısır ve hatta yanlış oluşur.
Dünyada ve toplumumuzda örnekleri oldukça bol olan bu önemli noktayı güzel ve çarpıcı bir anekdotla biraz daha açmaya çalışalım:
Milattan sonra 37–68 yılları arasında yaşamış ve tarihte zalim oluşuyla ünlenmiş olan Roma İmparatoru Neron, ayrıca zevk ve eğlenceye de oldukça düşkün bir hükümdardı.
Neron bir gün en cesur gladyatörlerinden II. Spartaküs’ün idmanlarını ağırlaştırmasını ve 15 gün çok iyi beslenmesini emreder. Ayrıca, Afrika’dan 4O genç ve azgın kaplan getirilmesini ister.
İki hafta sonra her şey hazır olunca, tüm Roma halkının bir gösteri için büyük arenaya toplanması ilan edilir.
Neron’un tasarladığı gösterinin zamanı gelir ve İmparator şeref tribünündeki tahtına kurulur. Önündeki bir sehpada keskin bir kılıç ve 40 kese dolusu altın sikke vardır. İşaret verilince Spartaküs arenaya girer. Neron’u ve halkı selamlar. Arenanın ortasına gelince, içeriye bir kaplan salıverilir. Gladyatörümüzün elinde herhangi bir korunma aleti yoktur ve yarı çıplak vücudu ile toplam 40 kaplanı saf dışı etmekle görevlendirilmiştir.
Hayvan, Spartaküs’e hemen saldırır. Ama tecrübeli ve güçlü cengâver, zavallı kaplanın işini kısa sürede bitirir. Herkes ayağa kalkar, sevinç çığlıkları atar ve alkışlarla takdirlerini gösterir. Neron başparmağı ile aferin işareti yapar ve bir kese altın fırlatarak loca önünde kendisini selamlayan güreşçiyi ödüllendirir.
İkinci kaplan sahaya girince, arenayı kulakları sağır edecek bir çığlık fırtınası kaplar. Spartaküs saldırır, hayvanın boynunu büker ve bir dakika içinde cansız yere yıkar. Halk galeyan içinde ayağa fırlar ve kahramanını elleri şişinceye kadar alkışlar.
Neron ikinci altın kesesini fırlatır ve herkesin memnun olduğu bir atmosfer içinde üçüncü şov başlar. O da öncekiler gibi başarıyla biter ve övünçle alkışlanır.
Dördüncü, beşinci, yirminci ve otuz beşinci kaplanlar en fazla ikişer dakikalık mücadelelerden sonra teker teker saf dışı edilirler. Herkes büyük bir sevinç ve merak içinde, Spartaküs’ün bu işin sonunu getirip, getiremeyeceğini beklerken, arenada heyecan iyice yükselir.
Tezahüratlar ve çığlıklar yüzünden sesler kısılmış, eller alkıştan morarmış ve locanın önünde otuz beş kese altın sikke birikmiştir.
Derken; otuz sekizinci ve otuz dokuzuncu kaplanlar da aradan çıkar ve heyecanlar doruk noktasına ulaşır. “Bravo” sesleri tüm Roma’yı titretirken kırkıncı kaplan da salıverilir.
Spartaküs biraz yorgun görünmektedir. Saldırmak yerine rakibinin saldırısını bekler. Onca zaman beklediği için iyice kızışmış olan son hayvan en azgın tavrıyla koşarak saldırıya geçer. Tek kurtuluş ümidinin rakibini parçalamak olduğunu sezen kaplan, kütlesinin verdiği tepkiyle gladyatörü yere yıkar, sol kolunu kapar ve yorgun güreşçiyi birkaç metre yerde sürükler.
Arenada herkes suskunluk ve düş kırıklığı içindedir. Neron bile yerinden fırlamış, “Ayağa kalk, rezil!” diye bağırmaya başlamıştır.
Spartaküs son gücünü kullanarak kolunu kurtarır, rakibinin boynunu iyice kavrar ve yere yatırıp etkisiz hâle getirir. Kaplanın gövdesini de bacakları arasına sıkıştıran güreşçi, anlaşılan öylece durup gücünü toparlamak için zaman kazanmak ihtiyacındadır.
Bu durum kimsenin hoşuna gitmez...
“Haydi aslanım! Oldür onu, bitir işini, haydi!” diye bağırarak cesaret verenler çıkar ama Spartaküs kuvvetten düşmüş, sarf edecek eforu kalmamıştır.
Keyifler kaçar ve bu hareketsizliğe sinirlenen bir kaç kişiden yuhalama sesleri bile duyulur.
Biraz sonra da arzuladıkları sonucu göremeyeceğini anlayan halk, hep bir ağızdan, o zamanki en çirkin aleyhte tezahüratı yapmaya başlar.
Spartaküs iyice yıkılır ve başparmağıyla “yenilgi işareti” yaparak, yardım ister.
Gösterinin amaca ulaşmamasına ve onca beklentiyi boşa çıkaran bir sonuçla bitmesine çok sinirlenen Neron, eliyle “kelle işareti” yapar. İmparatorluk muhafızlarından birine sehpadaki kılıcı ve son altın kesesini atar. Muhafız sahaya girerek, kaplanı delik deşik eder ve Spartaküs’ü kollarından kavrayarak, cellât sehpasına götürür.
Yüzü sehpaya yapıştırılan zavallı güreşçinin kafası bir kılıç darbesiyle uçurulur. Herkes yerinden zıplayıp cellâdı coşkuyla alkışlar. Şov biter...
Bu acıklı hayalî öyküden çıkarılacak ders, insanları ve olayları değerlendirirken içine düştüğümüz yanlışlıkların anlamlı bir göstergesidir.
Hikâyemizde; Spartaküs, tam 39 kez gücünü, cesaretini ve o zamanki anlayışla sportmenliğini kanıtlamış ve Roma halkından elleri morarıncaya kadar alkış, sesleri kısılıncaya dek takdir almıştır. Üstelik imparator tarafından 39 kese altın sikke ile ödüllendirilmiştir. Bunları Spartaküs’ün artı hanesine 39 iyi puan olarak kaydedecek olursak, eksi hanesine kötü puan olarak sadece bir tane yazabiliriz. Fakat sonuçta, bu “eksi puan” onun hayatına mal olmuştur.
Oysa rasyonel bir düşünce tarzıyla mantık ve akıl terazisinde tartılacak günah ve sevaplar -ya da artı ve eksiler- bu kişinin pozitiflerinin tam 38 kat daha ağır geldiğini gösterecektir.
Bu örnekte apaçık görünen irrasyonalite, toplum psikolojisinin ortaya çıkardığı bir hata olarak kabul edilse bile, bu tür hataların kişisel düzeyde sık sık işlendiği bir gerçektir.
Birçok insanın, birçok insan hakkında sürekli olumsuz şeyler ifade ettiği bir toplumda, sevapların unutularak, sürekli günahların ön plâna çıkarıldığı inkâr edilemez.
SEBEPLER
Bizi mantıksız ve irrasyonel yargılara iten nedenlere biraz daha detaylı ve yakından bakmamızın büyük yararları olacaktır. Oldukça kabarık bir liste oluşturan bu sebeplerden önde gelenlerini şöylece sıralayabiliriz:
1- Doğru karar vermede, kişinin konu hakkındaki bilgi düzeyi önemli bir rol oynar. Bir yargıya ulaşmadan önce, konuyla ilgili geniş ve detaylı enformasyon toplamak gerekir. Ancak, bu işi yaparken, Çoğu kez mevcut görüşümüzü destekleyen özelliklere sahip olan verilen toparlamaya çalışmak, bizi önyargılı sonuçlara götüreceği için irrasyonel bir davranıştır. Doğru olan; taraf tutmadan, konu üzerine lehte ve aleyhte söylenmiş veya yazılmış verilerden hareketle bir yargı oluşturmaktır.
2- Önyargılar yüzünden yanlış akıl yürütmekteyiz. Örneğin, “Öğrenci öğretmeni sevmediği için dersini de sevmez” yargısı, birçok insanın irdelemeden, peşinen kabul ettiği bir görüştür. Oysa araştırmalar bunun tersinin doğru olduğunu göstermiştir. Yani öğrenci genellikle dersi sevmediği için, konular ilgisini çekmediği için veya o derse karşı özel bir yeteneği olmadığı için kabahati öğretmene yükleyerek, savunma mekanizmasını çalıştırmaktadır. Aynı sınıfta hem o dersi hem de o öğretmeni çok seven başka öğrencilerin varlığı, bu önyargının açık bir kanıtıdır. Bazen gerçekten hiç sevilmeyen eğitimciler çıkabilir. Ama bunun oranı düşüktür ve yukarıdaki gibi bir genelleme yapmak, görüldüğü gibi irrasyoneldir.
3- Bilincimize yerleşmiş kuvvetli imajların yan etkisi yüzünden akla aykırı davranabiliyoruz. Bir psikolojik araştırmada insanlara şu soru yöneltiliyor: “Bitişik dairedeki komşum minyon tipli, utangaç, sürekli güler yüzlü, beni her zaman saygıyla selamlayan ve şiir yazan bir beydir. Sizce komşum bir psikolog mudur, yoksa Japonca öğretmeni mi?” Yanıtların büyük çoğunluğu “Japonca öğretmeni” olmuştur. Çünkü “minyon, utangaç ve saygılı” imajı, Japon imgesini çağrıştırmaktadır. Hâlbuki doğru cevabın psikolog olması icap eder. Zira dünyada psikologların sayısı, Japonca öğretenlerin sayısından kat kat fazladır. Böyle, hiç fikir sahibi olmadığımız bir konuda akıl yürütürken, ihtimali en yüksek seçeneği tercih etmemiz gerekir.. ki en akılcı ve rasyonel yöntem de budur.
4- Her olayı kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir, ama bazen de her olayı, her zeminde aynı şekilde değerlendirmek icap eder. Bunu çoğu kez yapmamaktayız. Örneğin, semt pazarından beş kilo meyve alırken kırk-elli kuruş için pazarlık edebiliyor; ama bir televizyon cihazı satın alırken on beş-yirmi YTL’ yi dahi bir indirim olarak görmüyoruz. Oysa ikisi de parasal olarak birer tasarruftur.
5- Dünyadaki eğitim sistemleri, kültürler ve gelenekler yetişme çağındaki insanlara istatistiksel düşünmeyi öğretmemektedir. Bir kişi, olay veya konu hakkında yeterince bilgi toplamadan -hatta bazen tek bir veri ile- hükme varma alışkanlığı yüzünden irrasyonel davranışlar gösterebiliyoruz. Aşağıdaki araştırmada bu saptama kolayca görülebilir:
1986 yılında, Avrupa’yı ziyaret eden Amerikalı turistlerin sayısında büyük bir düşüş olmuş. Çünkü A.B.D. Libya’yı bombalamıştı ve Amerikan medyası Libyalı fanatiklerin Amerikan uçaklarını kaçıracaklarına dair kuvvetli istihbaratlar olduğunu yazıp halkı uyarmıştı. Fakat bunun matematiksel ve istatistiksel bir değerlendirmesi olabileceğini ve basit bir olasılık hesabı olduğunu kimse irdelememişti.
Bir hesaba göre, o yıl Avrupa’ya gitmeme kararı almış bir Amerikalının kaçırılacak bir uçakta bulunma ihtimali on binde birdir. Zira her sezon Avrupa’ya on binlerce uçuş yapılmaktadır. Bir başka istatistiğe göre ise 1986’da herhangi bir Amerikalının bir sezon içinde -kendi ülkesinde suç oranlarının yüksek olmasından ötürü- bir saldırıya maruz kalmasının olasılığı üç yüzde birmiş. Yani Avrupa’ya gelmeyen Amerikalı evde kalmakla, aslında kendini daha büyük bir risk içinde yaşamaya zorlamış. Bu demektir ki, korkudan dolayı bu kararı alanlar, kişisel nedenleri ne olursa olsun, irrasyonel düşünmüş ve irrasyonel davranmışlardır. İşin kötüsü, bu bulgular ortadayken aynı davranış Körfez Savaşı sırasında da sergilenmişti.
6- Elde ettiğimiz verileri ve kanıtları değerlendirirken akla aykırı davranıyoruz: Şimdi lütfen, doğru yanıtı okumadan önce, aşağıdaki sorunun cevabını vermeye çalışınız:
Altı defa yazı-tura attığımızda, aşağıdaki durumlardan hangisinin gelme ihtimali en yüksektir?
(Y=Yazı, T=Tura)
A) YYYYYY
B) TTTTTT
C) YYYTTT
D) YTTYYT
Büyük bir olasılıkla “D’ şıkkını seçmişsinizdir. Fakat soruda “doğru şık” yoktur; çünkü bütün şıkların gelme ihtimali aynıdır. Ayrıca, paranın hafızası yoktur ve bir atış önce ne geldiğini bilemez. Bu nedenle her atışta, yazı veya tura gelme olasılığı %50’dir. Yani 1/2’dir. O hâlde hesabı şöyle yapabiliriz: 1/2 x 1/2 x 1/2 x 1/2 x 1/2 x 1/2 = 1/64 .
Bu, şu anlama gelmektedir; bu altı seferlik atışları 64 kez tekrarlarsak, her şık ortalama bir kez gelir. Bu hesap sadece yukarıdaki 4 seçenek için 64’te bir değil, her altılı kombinezon için her zaman aynıdır. Bu tür bir irrasyonaliteye düşmemizin esas sebebi, istatistikî bilgilerimizin kısırlığından öte, kolay görüneni seçme isteğimizdendir. Ama doğru görünen her zaman doğru değildir.
7- Yanlış fiil emsal teşkil etmez... Fakat genellikle toplumca kabul gören davranış ve düşünceleri irdelemeye gerek görmeden aynen kabulleniyoruz. Örneğin ülkemizdeki ergen nüfusun yarısından fazlasının sigara içmesi bir çoğunluk hareketidir ve yeni yetişen nesil maalesef bunu aynen taklit etmekte, o nedenle de gençler arasındaki sigara bağımlılığı % 80’i bulmaktadır. İşin kötüsü, “üzüm üzüme baka baka kızarır” deyişiyle bu mantıksız tutumu meşru hâle getirmişiz. Kendisine yakışmadığı hâlde, sezonun modasına uymak uğruna tuhaf kılıklara bürünen insanlar da böylesi bir tutum sergilemektedirler. Ayrıca, kapalı bir salonda çıkacak bir yangın sırasında paniğe kapılmadan hareket etmenin en az zarara yol açacağının herkesçe bilinmesine rağmen panik yaşanması, bu tür bir irrasyonalitenin açık örneğidir.
8- Grup psikolojisine çok çabuk kapılmaktayız. Bu yüzden, karşıt gruplar aleyhine her türlü gerçek dışı haber uydurabilmekte, onlara karşı kin ve düşmanlık besleyebilmekte ve hatta fiziksel kavgalara bile kalkışmaktayız. Örneğin; fanatik bir şahıs, başka bir grup mensubuna, hayatında ilk defa gördüğü bir kişi olmasına rağmen saldırabilmektedir.
9- Üstünlük ya da aşağılık komplekslerinin verdiği dürtülere uyarak, hiç gereği yokken, başarılması son derece güç işleri becerebileceğimizi göstermek uğruna bizim için en değerli varlık olan hayatımızı tehlikeye atabilmekteyiz. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden Boğaz’a çivileme atlamak gibi...
10- Zincirleme yanlışlıklara kolayca katılabiliyoruz. Bir soygun yapan ve adam vuran kişi, ikinci veya üçüncüyü hiç düşünmeden tekrarlayabilmekte ve üst üste akla en aykırı davranışları gösterebilmektedir.
11- Sebep-sonuç ilişkilerini değerlendirirken büyük hatalara düşmekteyiz: Aşağıdaki deney defalarca yapılmış ve her deneyde aynı sonuçlar alınmıştır.
Bir odanın ortasına yerleştirilmiş bir masanın iki yanına oturtulmuş, birisi soru soran ve diğeri yanıt veren iki kişi; bir cam-ayna arkasındaki salona oturtulan 100 kişiye yarım saat boyunca izletilmiş ve sonra da onlara, “Hangisi daha zeki?” sorusu sorulmuş. Yüz seyirciden doksanı (%90) soru soran şahsın daha zeki olduğu yanıtını vermiş. Daha sonra, bu iki kişinin rolleri değiştirilmiş ve soru soran kişi cevap verenin yerine oturmuş. Salona bir başka 100 kişilik grup alınmış ve aynı soru-cevap oyunu izletilmiş. Aynı soruya 91 kişi yine soru soran şahsın daha zeki olduğu cevabını vermiş. Buradan şu sonuç çıkmaktadır:
Büyük çoğunluk; soru soran kişinin hazırlıklı olduğunu ve cevaplarını bulduğu soruları hazırlamış olması gerektiğini ama karşıdaki şahsın hazırlıksız olduğunu hesap edememiştir. Daha önemlisi; bu durumun zekâyla değil, birkaç saatlik bir çalışmayla ilgili olduğunu akıl edememiştir. Sonuçları, çıplak göze göründüğü hâliyle algılamak ve hangi sebeplerin neticesi oldukları ilişkisini kurmadan düşünmek, bizi mantıksızlıklara itmektedir.
12- Genelleme yapmaya çok eğilimliyiz... “Dedem 70 sene sigara içmiş, alkol kullanmış. Trafik kazasında öldüğünde turp gibiydi,” türünde sarf edilen sözler, bir veya birkaç dede için doğru olabilir. Ama bu istisna, her sigara ve içki tiryakisinin o yaşlarda “turp gibi” olacağının kanıtı olamaz ve değildir.
13- Matematiksel düşünme alışkanlığının bilincimize yerleşmemiş olması bizi zor durumlara sokmaktadır: Bir tombala torbasına, 1’den 99’a kadar numaralanmış ve bir tanesine de yıldız işareti çizilmiş 100 tane taşı doldurup, karıştıralım. Tombalaya 100 kişi birer YTL ile katılsın ve yıldızı çeken şahıs 50 YTL ikramiye kazansın. Bire elli şeklinde görünen bu ikramiye çoğumuza çekici gelebilir. Fakat bu tombala gerçek anlamda % 50 aleyhimize olan bir talih oyunudur. Çünkü toplanan 100 YTL’den sadece yarısı geri ödenmiş, diğer yarısı ise tombalayı düzenleyene kalmıştır. Ve teorik olarak her katılımcı elli kuruş zarar etmiştir.
Böylesi bir tombalaya katılmak irrasyonel bir davranıştır. Fakat birçoğumuz her hafta, her ay ve her yıl bu tür şans oyunlarına katılır, toplam kaybımızın toplam kazancımızdan çok daha fazla olduğunu görür, ama yine de bu tür talih oyunlarına devam ederiz. Örneğin Loto’da altıyı tutturmanın olasılığı 13 milyonda birdir. Bu da insan yaşamına sığmayacak kadar zayıf bir ihtimaldir, ama bakınız her hafta milyonlarca kişi bu oyunu oynamaktadır.
14- Aşırı özgüven duygusu bize gereksiz riskler aldırıyor ve bizi yanlış inançlara itiyor: Hiç kaza yapmamış olmasını “süper şoför” olmasına bağladığı için “metalik bir özgüven” kazanmış olan bir genç, ölümcül bir süratle veya aşırı alkollüyken araba kullanabilmektedir. Ya da, şansının uzun bir süre yaver gitmesi yüzünden kaybetmesinin imkânsızlığına inanan bir kumarbaz, ilk kaybına uğradığı zaman kabahati iskambillere, ıstakalara, yanında oturanlara veya krupiyelere atmak gibi irrasyonel davranışlar gösterebilmektedir.
15- Açıklamasını bulamadığımız özel bir durum için hemen paranormal ve doğaüstü açıklamalar getirmeye aşırı eğilimliyiz: Bunun en güzel örneği; herkesin yıllarca istekle inandığı Bermuda Şeytan Üçgeni’nin esrarında yaşanmıştır.
Atlas Okyanusu’ndaki bu bölgede, özellikle son 60 yılda birçok gemi ve uçak kaybolmuş ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamıştır. Kimsenin açıklama getiremediği bu “esrarengiz” fenomen, içinde bilim insanlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından “doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı” olarak algılandı ve öyle lanse edildi.
Ancak, uzun yıllardır devam eden araştırmalar birkaç yıl önce bir sonuç verdi ve bu gizemli olayların aslında basit bir “doğalgaz cilvesi” olduğu bulundu.
İlginç ve bilgilendirici özellikler taşıdığı için bu sırrın nasıl çözüldüğünü aşağıya alıyorum:
Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parçalarıdır. Ancak, okyanuslar çok derin olduklarından tabanlarında büyük basınçlar vardır. Bu yüksek basınç altındaki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük
ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve “hidrat’ denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameraların bu bölgedeki kar beyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarını resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu “tebeşir gazlar’ erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar bir boşluk (vakum) oluşur ve okyanus adeta delinir. O sırada oradan geçen yüzer ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü gazın kaldırma kuvveti gemileri taşıyacak güce sahip değildir. Gaz yükselmesi sona erince boşluk tekrar suyla dolar ve geriye hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.
Uçakların o bölge üstünde düşüp kaybolmaları ise yine aynı sebeptendir.
Yüzeye çıkan doğal gazla, havadan daha hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez o vakum, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü motorlardaki benzinin yakılması için oksijene ihtiyaç vardır ve o boşlukta hava olmadığı için oksijen de yoktur. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanını boylar.
Bu açıklamalar, “Bermuda Efsanesi”ne yürekten inanmış olanları düş kırıklığına uğratmış olabilir. Fakat kabahatin paranormal eğilimlerde olduğu yeterince açıktır.
16- Önsezilerimize aşırı derecede güveniyor ve çoğu zaman onları yanlış yorumluyoruz: “İçime doğdu yağmur yağacak”, “İçimde, yola çıkarsan başına bir iş gelecekmiş gibi bir his var” tarzındaki önseziler; defalarca tahmin edildiği şekilde sonuçlanmamış ama sadece bir kez doğru çıkmışsa ki bu, istatistiksel olarak mümkündür, bunu sezgilerimizin bizi asla yanıltmadığına bir kanıt olarak gösteririz. Ama tahminlerimizin tutmadığı olayları hep göz ardı ederiz. Neron ve Spartaküs örneğinde mesaj olarak verildiği gibi, artı ve eksileri teraziye koyup tartmama hatasına sık sık düşüldüğünden ve “bir kiloyu kırk kilodan daha ağır gösterme eğilimi” yüzünden bu tür bir mantıksızlığa düşülmektedir.
17- İnsanlar arasındaki farklılıkları unutuyor ve herkesin kendimiz gibi duyup düşündüğünü zannediyoruz: Bu sebepten ötürü de, sorunlara bizim izleyeceğimiz yöntemlerden farklı bir metotla yaklaşan veya çözüm arayan kişilere karşı kırıcı ve toleranssız davranabiliyoruz.
18- Açıklamalarımızda, örnek ve benzetmelerden yararlanmayı çok sevdiğimiz için misallerimizdeki anlam kaymaları bizi yanlış yargılara sürüklemektedir: Aşağıdaki kısa öykü, “teşbihte hata olmaz” gibi geleneksel bir özdeyişimizin ne denli yanlış bir kanı olduğunu ortaya koymak açısından ibret vericidir:
Kasabanın tek diş doktoru, kaymakamın verdiği yemekli randevuya geç kalmamak için muayenehanesinden tam çıkarken, içeriye giren yaşlı bir hasta, ağrıyan dişine âcil müdahale ister. Hastaları geri göndermeme gibi bir prensibi olan doktor, adamın ağzına bir göz attıktan sonra ağrıyan dişin çürümüş olduğunu ve hemen çekilmesi gerektiğini söyler. Hasta, dişin çekilmesine itiraz eder, kaplama yaptırmayı düşündüğünü belirtir. Randevusuna geç kalacağını hisseden doktor, bin dereden su getirerek, adamı bir ân önce başından saymak ister. Çünkü kaplama için dişi oyma, düzeltme, doldurma ve ölçme çok vakit gerekmektedir. Doktorun aklına birden meslek ahlâkıyla hiç de uyuşmayan bir “ikna yöntemi” gelir. Doktor:
“Senin dişin çürümüş. Yani hasta ve ölmek üzere. Ölümcül bir hastaya altından elbiseler, elmastan taçlar giydirmenin bir faydası var mıdır? Yoktur..! Altın kaplama da altın elbise gibidir. En iyisi, bu dişi hemen çektirip kurtulmaktır” diyerek adamcığazı razı eder ve diş çekilir. Hâlbuki doldurulan veya kaplanan çürük dişlerin büyük bir kısmı kurtarılmaktadır; ama bir azı dişini insana benzetme gibi yanlış bir önerme işte böylesine irrasyonel bir karara neden olmuştur. O hâlde: Teşbihte hata olur...
19- “Zararın neresinden dönersen kârdır.” ilkesine uymuyor ve uğrunda enerji, vakit ve nakit harcamış olduğumuz yanlış eylem ve plânlarımızdan kolay kolay vazgeçemiyoruz: Bir akşamını ayırarak gittiği sinemada izlediği filmi sıkıcı bulan birinin, ödediği paranın hakkını almak düşüncesiyle sonuna kadar sinemada oturmayı yeğlemesi, bu tür bir irrasyonalitenin en basit örneklerinden biridir.
20- Kabarmış duyguların yüksek etkileri altındayken zihinsel yeteneklerimiz bocalar ve belliğimiz verimli çalışamaz. Böyle anlarda önemli kararlar verdiğimizde, sonuç genellikle, “felaket” olur. Böylesi olumsuz neticeleri defalarca yaşamış olmamıza rağmen, yine de duygusal anlarda hemen karar verme alışkanlığımızı sürdürüyoruz. Akdeniz Ülkeleri’nden birçoğunun insanında sık sık görülen ağız münakaşalarından sonra çıkan fiziksel kavgalar, bu tür bir irrasyonalitenin sonucudur.
21- Otoriteye gösterilen saygıdan ötürü akla son derece aykırı davranışlarda bulunabiliyoruz: Savaş suçlularının işlediği insanlık ve mantık dışı suçların bazıları bu kategoriye girer. Hastanelerde bazı alt kademe personelin, üst düzey yetkililerden gelen bazı istekleri, sağlık kurallarına aykırı bile olsa, harfiyen yerine getirme eğilimleri de böylesi bir usa aykırılık örneğidir.
22- İrademiz dışında kalan bazı kalıtımsal nedenlerden ötürü akıldışı davranabiliyoruz: Tilkinin anî saldırısına uğrayan bir sincap durup, “Acaba hangi ağaca tırmanırsam daha iyi olur?” diye düşünmez; vakit geçirmeden, görebildiği en yakın ağaca tırmanır. Daha sonra vakit bulursa ve gerek kalırsa, tilkinin ulaşamayacağı bir dala atlamayı akıl eder. Biz insanlarda da böylesi korku ve refleksler vardır. Bir tehlike anında salgılanan hormonlar sayesinde, kaslarımız “vur veya kaç” komutuna uyacak hâle getirilir. O esnada göstereceğimiz davranışlar genellikle irrasyoneldir.
23- İçinde yaşadığımız çevre veya toplum bizi rasyonel düşünmeye zorlamıyorsa, “kafayı fazla yormadan” ve kolayı seçerek, mantıksız düşünceler üretebiliyoruz.
24- Kötü tecrübeleri “büyüteç altında tutarak” abartıyoruz: Yıllarca, haftada altı gün, öğlen yemeğini yediği lokantada iki gün üst üste kötü yemek çıkmasına kızan ve bir daha oraya uğramayan birinin davranışı böyle bir abartının eseridir.
25- Kabahatlerini kabullenme alışkanlığını ve erdemini tavırlarına tam oturtamamış kişiler, “eleştiri fobisi” yüzünden mantıksız düşünce ve davranışlar sergileyebilmektedirler:
Olumlu eleştirilere bile sert tepkiler gösteren ve hatta işi fiziksel saldırı boyutlarına kadar taşıyan insanların hareketleri, bu tür bir akla aykırılıktan kaynaklanır.
26- Doğallığın manyetik çekim alanı yüzünden “doğal” zannedilen düşünce yöntemlerine başvurulduğu zaman irrasyonel olabiliyoruz: Rasyonellik, karar vermeden önce bir durum muhakemesi ve etraflıca düşünme gerektirdiği için, zihinsel enerji tüketimine yol açar. Oysa sadece duygu ve dürtüler doğrultusunda hareket etmek “kafayı fazla yormaz.” Yaşamını fazlaca düşünmeden düzenlemeye alışmış insanlar savunma mekanizmalarını çalıştırarak, tavırlarına “doğal” sıfatını taktıktan sonra “rasgele yaşamak”la akıl dışı davranabilmektedirler. Oysa çağdaş insanın doğallığı aklın kuralları dışına taşmadan, ölçülü ve önyargısız davranmaktan geçer.
27- Bağımlısı olduğumuz kötü alışkanlıklarımızdan dolayı ve tutkunu olduğumuz zevklerimiz uğruna tamamen bilinçsizce hareket edebiliyoruz: Ne yazık ki bu alışkanlık ve bağımlılıkların listesi bir hayli kabarıktır. Akıl almaz davranışlardan biri olan kumar, getirdiği ekonomik ve sosyal sorunlardan ötürü kişiyi sadece irrasyonel davranmaya itmekle kalmamakta, aynı zamanda ruhsal ve fizyolojik bozukluklara da neden olmaktadır. Hatta bu illet, insanları can alma veya kendi canına kıyma derecesinde “akılsız ve irfansız” yollara bile sürüklemektedir.
Yine bir sapığın kendi geleceğini ve karşıdakinin yaşamını karartan cinsel saldırılara yeltenmiş olması, ahlâk dışı olduğu kadar da irrasyoneldir.
28- Bazı törelere körü körüne ve büyük bir teslimiyet içinde uyanlar, akla aykırılığın en çarpıcı örneklerini sergileyebilmektedirler: Kan davası adına adam öldürmek gibi...
29: Bize uzun vadede büyük zararlar verecek olan kısa vadeli kazançlara yönelebiliyoruz: Tarla kazanmak için orman yakmak, endüstri artıklarını akarsulara, göllere veya denizlere akıtmak gibi...
30- Geleneksel yaşam tarzlarını, değişen koşullara uygun olarak değiştirme ihtiyacı duymadan ve aklın süzgecinden geçirmeden devam ettirmemiz, bizlere çok pahalıya mal olmaktadır: Bunlardan biri, misafir odası geleneğini sürdürmedeki ısrarımızdır. Misafir odaları genellikle bir yıl içinde sadece birkaç kez açılır. Ailenin “yüz akı” olarak algılanan bu odalar, aslında büyük ölçüde “gösteriş” amaçlıdır. Evin daima en geniş ve en ferah odası, daha inşaat başlamadan önce, mimarlar tarafından misafirlere kâğıt üzerinde “rezerve edilir.” Fakat gene adet olduğu üzere, gelen misafirler hep oturma odasında ısrar eder ve bu değerli mekânlar birer “mobilya teşhir salonu” gibi kullanım dışına itilirler. “Aile şerefini kurtaran” iki oda büyüklüğündeki o alanlar, maddî güç yetmese bile borçlanılarak, olabildiğince lüks mobilyalarla bezenir, pahalı halılar döşenerek, kadife perdelerle mahremiyete kavuşturulurlar. Bu arada, küçücük oturma odalarına adeta “hapsedilerek” büyütülen çocukların, bu “yasak bölge”lere girmelerinden ötürü sık sık azarlandıklarından ve bazen de dövüldüklerinden -önemli olduğu için- söz etmeden geçmemek gerekir. Bu kullanılmayan geniş mekânların boş bırakılışı; her gün yüz yüze olduğumuz bir irrasyonalitenin en belirgin örneği kabul edilmelidir.
Bu kabarık mantıksızlıklar listesi, kişisel düzeye indirgenince daha da uzayabilir. 30 maddelik bu listenin oluşturulmasındaki amaç; ulusal veya kişisel düşünce ve davranışların eleştirilmesi değil, irrasyonel düşünce ve davranışların farkına varılmasını sağlamaktır. Çünkü araştırmalar göstermiştir ki kendi mantıksızlıklarının bilincine vardırılan bireyler süratle onları giderme yoluna koyulmuşlardır.
Bir üst bilince yükselebilmemizin yollarından biri de, bu, akla aykırı davranışlarımızın farkına varmak olsa gerek.
Rasyonel düşünceyle kalın...