Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '12

 
Kategori
Magazin
 

‘Alacakaranlık’ kültürünün ardından…

‘Alacakaranlık’ kültürünün ardından…
 

 

Bir efsane miydi yoksa görsellikle zenginleştirilip, fanlarla şişirilmiş bir balon mu? Algılanış biçimi her ne olursa olsun, günümüz dünyasının yozlaşmışlıklarından masalsı bir kaçış seçeneği olarak yeni yetişenlere sunulan çocuk kategorisindeki dört kitaplık ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisi, dünyanın her tarafında satış rekorları kıran kitaplarının ardından filmleriyle de finalini yaptı.

Belli bir yaş kitlesine hitap etmeyi hedefleyen ve amacına da fazlasıyla ulaşan ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisi, Stephenie Meyer tarafından yaratılmış büyük bir aşk fırtınası olarak 2005 yılından bu yana çocuk-genç kitleleri peşinden sürüklerken, ‘vampir-kurt adam’ kavramlarına da yeni bir pencere açtı. 

***

Vampir olgusunu, kökleri Babil’e dayanan ve Karl Marx’ın ‘canlı emeği emen ölü sermaye’ tanımında hayat bulan vampir kültürünün tüm mitlerini toplayıp kült haline gelen Bram Stoker’ın ‘Dracula’sından çok öteye taşıyan ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisi, Friederich Wilhelm Murnau'nun ‘Nosferatu/ Bir Dehşet Senfonisi’ filminde ortaya atılan ‘vampirlerin güneş ışığında yok olduğu fikri’ni de yerle bir ederek kendi popüler mitini yarattı.

Tarihi geçmişi Eski Yunan’a kadar uzanan ve ‘Buffy the Vampire Slayer’ adlı dizide çekici kılınıp 1940’lı yılların filmlerinden kalma korkunç lanet kurbanı kimliğinden sıyrılan ‘Kurt Adam’ı da bünyesine alarak aşk üçgenini oluşturan ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisi, içeriğinden ziyade popüler kültürün getirisinden faydalanarak, yarattığı teenage dream sayesinde büyük rağbet gördü.

Vampir ile Kurt Adamları canavarlıktan kahramanlığa ve aşk çocukluğuna terfi ettiren serinin, Jacob-Bella-Edward ilişkisi çevresinde gelişen hikâyesi öylesine çekici hale getirildi ki, genç seyirci Amerikan Kızılderililerinden gelme Kurt Adam Ailesi ile vejetaryen(!) vampirlerden olan Cullen Ailesi’nin sevimli karakterlerinden birine dönüşmek için can atar oldu.

***

Geyşaların makyajını andıran kireç beyazı suratıyla Edward(Robert Pattinson)’ın soğuk kanını (aslında ölümsüzlüğü) seçen Bella(Kristen Stewart)’nın sıcakkanlı ve gururlu Jacob(Taylor Lautner)’ı bencilcesine kullanmasına kızarak izlediğim ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisinde hep takıldığım nokta, insani faaliyetleri gerçekleştirmeyen vampirlerin sevişme olgusu olmuştur.

Buradan hareketle Edward’ın nasıl çocuk yapabildiği konusu mantığımda bir türlü yer bulamamış olsa da, Stephenie Meyer hayaliyle yaratılıp dünyayı büyüsüyle saran, popüler aşkın kan emicilerinin masalını derinlemesine sorgulamadan ve karakterlerin vampir, kurt adam ya da insan olmasını düşünmeden fantastik bir aşk öyküsü algısıyla değerlendirmek en doğrusu.

Bu bakış açısıyla Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’, vampir olmak için doğmuş izlenimi veren Bella ve diğer kahramanlarımız için her şeyin yerli yerine oturduğu bir final olarak karşımızda durmakta.

***

Edward’la vücut sıcaklıkları eşitlenen Bella’nın müthiş kas gücüne tanık olduğumuz Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’, aynı zamanda diğer vampirlerin doğaüstü yeteneklerini görmemize de fırsat sağlıyor.

Maddeye hükmedeninden, elektrik akımı verenine… Zihne etki edenden, geleceği gösterene özel güçlerle donatılmış vampirler bir bir hünerlerini sergiliyorlar. Hele Jacob’ı pataklayan Bella’nın ender bulunan yeteneği hepsini gölgede bırakacak türden.

Vampirlerin başköşeye oturtulduğu finalde Kurt Adamlar çok aciz. Her milletten vampir camiasının bu müthişliği karşısında, bir darbede yere savrulup köpek yavrusu gibi ses çıkartan bir avuç Kurt Adam’ın ne derece zavallı hale düşürüldüğünü varın siz düşünün. Efektlerle yaratılan dev kurtların geçmişte nasıl olup da daha cılız duran vampirlerce yok edilebildiğini, finaldeki bu güç dengesizliğiyle daha iyi kavrıyorsunuz.

***

Tek düşmanın ‘zaman’ olduğunun vurgulandığı, Çinli vampirin acıyla dize getirildiği Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’de alt mesajların içinden dikkat çeken bir başka ayrıntı, zarar vermeme sırası kendisine geçen Bella’nın ilk avında kendini gösteriyor.

Avın ortasında insan kanından kaçabilecek kadar iradeli olan Bella, masum gözleri ve ürkek duruşuyla yemek yiyen karaca yerine, onu parçalamak için atılan vahşi hayvanı boğazlamayı tercih edecek kadar da insancıl. Böylece çekici vampirimiz, kulağıyla algıladığı tavşan, karaca gibi mazlum hayvanları es geçip onların düşmanını yok etmiş oluyor.

Vampirliği sevecenleştiren bu korumacılık karşısında ilk akla gelen; her şeyi istediği kıvamda yedirmekte usta olan Amerika’nın ideolojilerini adapte etmek için Hollywood’u kullanmaktaki başarısı… Avını parçala, kanını em ama ‘korumacılık’ kisvesiyle kamufle et, taktiğini gözlemlemek için buradaki küçücük örnek bile yeterli!

***

‘Evlenmeden asla’ mantığıyla baştan beri cinselliği minimize eden ve duygularla yaşanan aşkı öne çıkartarak gençleri aile kurmaya yönlendiren ‘Alacakaranlık/Twilight’ serisi, finalindeki mutlu aile tablosunda yer alan cinselliği de aynı mantıkla işlemekte.

Bella ile Edward arasındaki yatak muhabbetini, popüler aşk tınıları eşliğinde, ışık ve kamera oyunlarıyla süsleyerek veren yapımda, bedenlerin sevişmesini değil ruhların birleşmesini hissediyorsunuz. Bana göre, gittikçe sanallaşıp duyarsızlaşan gençliğe, aşkın seksten ibaret olmadığını gösteren bu duygu yüklü sahneler gayet yerinde bir motivasyon.

Bilek güreşi, ormanda hoplayıp zıplama gibi faaliyetlerle tam bir peri masalına dönüşen finalde aksiyon açığını gidermek için bulunan formül ise geleneklere bağlılıkta acımasız olan Volturi Ailesi’yle savaş! Finalin en göz dolduran bölümü olan bu savaşın tadını ve sürprizini Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’ seyircisine bırakalım.

Görselliğinin ve müziğinin ötesinde gençlere, kendi yaşıtı oyuncular aracılığıyla sevgiyi aşılaması özelliğiyle de hoşuma giden ve ‘Böyle vampirliğe ben de varım’ dedirten Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’, sonsuza kadar yaşayacak bir destan mı bilemeyiz. Ancak kesin olan şey, vizyonda kaldığı sürece hâsılatıyla destan yazacak ve sıkılmadan izlenecek bir yapım olduğu.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..