Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Neslihan Şadan BAĞDİKEN

http://blog.milliyet.com.tr/neslihansb

18 Nisan '13

 
Kategori
Kitap
 

"...ama seviyordum"

"...ama seviyordum"
 

GİRİŞ

Arabanın uzun farları, sitenin girişindeki güvenlik kulübesini aydınlattı. İçeride oturan görevli yavaşça ayağa kalkıp dışarı çıktı, yaklaşan arabanın site sakinlerinden birine ait olduğunu anlayınca başıyla selam verdi; arabayı kullanan adam da ona. Yüksek blokların bulunduğu yoldan sola dönerek iki katlı villaların olduğu tarafa devam etti siyah, tek kapı, son model BMW. Dağınık biçimde, sanki geniş bir meydana öylesine serpiştirilmiş izlenimi veren on iki villa birbirinden farklı renkleri, bahçe düzenleri ile diğer tarafta bulunan kocaman betonlara nazaran müthiş bir güzellik ve ferahlık hissi veriyordu insana. Tıpkı, içinde bulunduğu şehir gibi, zıtların bir arada sergilendiği bu siteye ev bakmak için ilk geldiklerinde bu villaları görür görmez ikisi de birbirine bakmış, sadece o bakışla o evlerden birini istediklerini onaylamışlardı kendi aralarında. Ellerinde kalmış olan son üç evi de göstermişti sitenin satış sorumlusu onlara. Hemen hemen birbirinin aynı ölçülere ve ufak farklarla da olsa aynı mimari yapıya sahip olan evlerden havuz tarafına bakan ve su yeşili evi kestirmişti Berrin gözüne. Kerem’in de itirazı olmamıştı zaten, sonuçta bu villalardan biri olması ortak istekleriydi, hangisinin olacağının kararını ise Berrin’e bırakmıştı.

 

Otomobil, evin bahçe girişinde, sol tarafta bulunan park yerine girdi yavaşça; lastiklerin gece sessizliğinde yerde çıkarttığı çıtırtılar, gıcırtılar duyuluyordu: Zemini iç gıcıklayan bir sesle ezişinin sesi… Farlar söndü önce, birkaç saniye sonra da iki kapısı aynı anda açıldı arabanın. Berrin’in o geceki davete uygun giydiği, ayak parmaklarını üç ince bantla saran, bilekten bağlı, incecik, yüksek topuklu, siyah ayakkabısı ile sağ ayağı göründü açılan kapının altından. Bronzlaşmış teni, bakımlı, muntazam ayakları göze batmayacak gibi değildi. Hafifçe öne eğilerek çıkarttı arabadan başını, sanki bir filmin yavaşlatılmış sahnesindeki gibi süzülerek indi arabadan, kapıyı kapattı yavaşça. Yeşilin en koyusundan en açığına renkleri belli belirsiz yaprak desenleri ile tüm kumaşa yayılmış, tiril tiril, ince askılı elbisesi, boynundan bağlanmış ve uzun uçları sırtından geriye doğru uçuşan siyah bir eşarp ile tamamlanmıştı. O anda hafif esen rüzgârla uçuşan saçları, elbisesi, boynundaki eşarbı ile adeta birazdan havalanacak bir kelebek havası vardı görüntüsünde. Sol taraftan inen Kerem, arabanın kapısını kapattığında bahçe aydınlatmalarının ışığı ile bir tiyatro sahnesi izlenimi veren ortamda, o çok sevdiği kadının görüntüsüne baktı; bu karşılaşmanın büyüsü ile bir an durakladı. Arabanın önünden geçip, Berrin’e doğru yürüdü. Uzun boyu, kaslı vücudunu ortaya çıkartan, yakası üç dört düğme açık ve güneşten kahveleşmiş tenini erkeksi tüylerin hafifçe örttüğü manzarayı çerçeveleyen beyaz gömleği; uzun bacaklarında tam üzerine göre biçilmiş izlenimi veren siyah pantolonu, önleri ve yan kısımları biraz uzun bırakılmış, havadaki aynı esinti ile hareketlenen kumral saçları, köşeli ve sert hatlara sahip ama sağ yanağındaki tek gamzesi ile de o görüntüye zıttı bir yumuşaklık ve sıcaklığın harmanlandığı bu adamın, kendisine yaklaşan görüntüsü beş sene olmasına rağmen hala heyecanlandırıyordu Berrin’i.

İki eliyle belinden kavradı adam kadını. Kadın da aynı şekilde onu. Boynuna doğru eğilip, kokusunu içine çekti önce kadının, sonra küçük temaslarla öperek kulak memesine ulaştı. Adamın dokunuşları ve ateş gibi sıcak, yakıcı nefesi ile kadının kalp atışları hızlandı. Sevdiği erkeğin güçlü bedenine yaslanmış olan göğüsleri inip kalkıyordu. Kerem yüzünü geri çekip, kadının gözlerine baktı, yeşil gri ile karıştı, sonra dudakları buluştu. Fısıldama ile inleme arası bir tonda ama koşmaktan nefessiz kalmışçasına kesik kesik “içeri girelim lütfen” diye inleyen Berrin’in sesi böldü o anı.

El ele tutuşup, evin girişine yürüdüler beraber. Dört basamak sonra; kocaman, siyah bir çikolata görünümündeki kapıda Kerem’in solunda durmuş Berrin, bekliyordu. Anahtarı üç kere çevirdi adam kapının kilidinde, üç tarafta bulunan dörtlü kilit gurupları metal sesler çıkartarak ayrıldılar yuvalarından… Açılan kapıdan beraber girdiler içeri. Girişteki ışık, algılayıcı özelliği sayesinde hemen yandı. Berrin üst kata çıkan merdivenlere yönelmiş, iki üç basamak çıkmıştı ki birden durdu.

“Hayret, Gül uyurdu bu saatte?”

“Ne oldu?”

“Tıkırtı var mutfak tarafında, duymadın mı?”

“Bu saatte ayakta olmaz o ama? Belki uyuyamadı?”

“Bakayım ben”. Diyen Berrin tam geri iniyordu ki merdivenlerden, Kerem elini havaya kaldırıp durdurdu onu.

“Sen çık, ben bakarım şimdi”

Berrin yukarı çıkmaya devam edip etmemekte tereddüt etti önce. İki basamak daha çıkmıştı ki bazı sesler duyar gibi oldu; bir adım atmak için kalkan ayağı havadayken daha büyük bir gürültü ile durdu, geri indi basamaktan, korkmuştu da… “Kerem!?” diye bağırdı tırabzanı tutup aşağı, mutfağa doğru bakarak. Ses gelmedi.

“Kerem! Kereem?” Daha yüksek sesle bağırdı. “Güül?” Çıt yoktu, içine korku yayıldı o anda. Merdivenlerin başından ona seslenen Gül’ün sesi ile bir daha irkildi.

“Berrin Hanım, neden bağırdınız, bir şey mi oldu?” Telaşla üzerine sabahlığını geçirmiş, kuşağını bağlamaya çalışan kadın korkulu gözlerle bakıyordu ona.

“Sen?”

Berrin’in kanı çekilmiş gibi oldu damarlarından. Ürperdi.

“Sen yukarıda mıydın?”

“Evet, uyuyordum. Ne oldu Berrin Hanım söylesenize Allah aşkına?”

Berrin’in yüzü kireç gibi oldu o anda. Gözleri kocaman açıldı.

“Sen buradaysan mutfakta kim vardı? Bir ses duyduk tam yukarı çıkarken, sen sandım ve o da bakmaya gitti, ama sonra o gürültü koptu arkadan ve ses yok şimdi de… Kereemmm?!”

Cevap yoktu. Evin içini sağır edici bir sessizlik sarmıştı. Gül de Berrin de oldukları yerde dondurulmuş gibi birkaç saniye kıpırdayamadan durdular. Berrin, Gül’e baktı sonra, Gül de ona.

Kadın, Berrin’in mutfağa gideceğini anladığında hızla inmeye çalıştı basamakları, kolundan tuttu onu.

“Berrin Hanım, yalnız gitmeyin, ben de geliyorum”

 

İki kadın da içlerini kaplayan korkunun bedenlerine yaydığı etki ile buz gibi olmuşlardı. Damarlarındaki tüm kan çekilmişti sanki ikisi de üşüyordu ayazda kalmışçasına. Gül, tansiyonunun çıktığını hissetti, ensesinden beynine doğru bir sancı saplanmış, kulakları çınlıyordu. Berrin, sağ kolunu tutan kadının elini kendisinden ayırdı, dönüp “şşşt” dedi işaret parmağını dudaklarına götürüp. Taş zeminde ses yapan ayakkabılarını çıkartarak vakit kaybetmek istemediğinden parmak uçlarında yürümeye devam etti. Gül hemen arkasından, bir iki adım gerisinden yürüyordu. Mutfak kapısında yaklaştıklarında durdu Berrin, kalbi hızla atıyordu. Boynundaki eşarbı çıkarttı, sanki sıkıyordu boğazını şimdi. Derin bir nefes aldıktan sonra girdi kapıdan. Görünürde bir şey yoktu, içerisi boştu ama mutfak kapısı açıktı. “Kerem?” diye seslendi tekrar daha cılız, titrek bir sesle. Yine cevap yoktu. Karnına bir şeylerin saplandığını hissetti o anda. İlerledi. Tam o sırada orta tezgâhın altında iki ayak gördü ayakkabılarının tabanları ona doğru bakan. Erkek ayağıydı bunlar. Biraz daha yaklaştı; siyah pantolonlu iki uzun bacak, sol teki karnına doğru çekilmiş gibi yukarı kıvrılmış… Durdu tekrar, Gül de onunla beraber. Midesine kramplar giriyordu Berrin’in. Soğuk mermeri tuttu sol eliyle. Derin bir nefes daha aldı, betona ayakları gömülmüş gibi hissediyordu kendini, adım atamayacağını sandı… Tezgâhın kenarını tutarak devam etti. Yerde, baş tarafı tezgâhın altına, boşluk olan kısma girmiş, alt kısmı sağa doğru bir eğimle, yüzükoyun yatan adam omuzlarına kadar görünüyordu artık. “Siyah pantolon, beyaz gömlek…?” Bu bedeni tanıyordu, başını görmesine gerek yoktu. Dünyası karardı sanki… Yerde sıvı bir şeye bastı o anda, ayakkabısı kayar gibi oldu. Her şey siyah beyazdı etrafta, neye bastığını ayrımsayamıyordu. Vücudunun şiddetli bir sarsıntıya kapıldığını hissetti. Öne doğru eğildi bedeni, dengesini kaybetmek üzereydi, midesi bulandı, kusacak gibi oldu. Gül tuttu kadını kolundan ve sırt tarafından. Önünde ne olduğunu tam anlayamamıştı daha, Berrin’i tutmaya çalışıyordu o anda. Sonra, birden gördü yerde yatan adamı. O da tanımıştı, ama tanıdığı şeyin adını söylemeye korkuyordu. ‘Yalandı bu an, yerde kimse yoktu. O beyaz gömleğin sardığı bedenin yanından akan sıvı; kan değildi.’ Berrin yere çöktü, dizlerinin üzerine. Saçları Kerem’in sırtına değiyordu. Titreyen elleriyle sol kolundan tuttu adamın, çevirmeye çalıştı, gücü yetmiyordu. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Biraz zorlanarak da olsa sırt üstü döndürmeyi başardı, birkaç kumral saç teli alnına döküldü adamın, ‘ne kadar hoştu yüzü’. Az önce sevgiyle yaslandığı o güçlü göğüs kafesinin tam ortasından genişleyerek yayılan kocaman kıpkırmızı bir desen vardı şimdi o gömleği boyayan, ‘düz beyaz değil miydi bu gömlek?’ diye geçti aklından.

“Kerem! Kereemm! Kereeeeeemmm!”

Evin içinde yayılan çığlık, önce havada hızla dolaştı, önüne çıkan cisimlere çarptı, her çarpışında daha da şiddetlenerek yayıldı, sonra duvarları yaladı, pencere camlarından geçip, bahçeden çıktı, gecenin karanlığında yankılandı. Bir ağacın dallarında yapraklar kıpırdadı, iki tanesi acıyla kopup yere düştü, bir çift kumru yuvasında uyandı, kanatlarını çırptı telaşla, birbirlerine sokuldular korkuyla, sanki bir de hüzün vardı havada. Yan bahçede uyuyan, altın renkli köpek kafasını kulübe tavanına çarparak fırladı yerinden. Dışarı çıktı, sağa sola koşturmaya başladı havlayarak. Bir şey olmuştu, kötü bir his vardı içinde ama anlayamıyordu da tam olarak. Onu duyan birkaç tanesi daha katıldı havlama işine.

Evlerin pencerelerinde ışıklar belirdi sırayla, biri camdan kafasını uzattı, ardından iki süliet daha göründe başka pencerede, mekanik siren sesleri kulakları tırmaladı, içler ürperdi, gecenin sessizliği bozuldu.

“Kereeeeeeeeeeeemmmmmmm!!!!”

***

Sonra ne mi oldu? Devamı kitabımda :)
 

 
Toplam blog
: 10
: 270
Kayıt tarihi
: 26.04.12
 
 

Çocukluğundan beri edebiyata aşık ve yazar olma hayali ile büyümüş ancak hayatın zorunlulukları i..