Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '08

 
Kategori
Sivil Toplum
 

"Atatürk Muhalifi" bir blog yazarının düşündürdükleri

"Atatürk Muhalifi" bir blog yazarının düşündürdükleri
 

Bugünlerde, Milliyet Blogun Ana sayfasında yer alan “Seyir Defteri / Yorumlar” kısmında, bir blogun okunması öneriliyor. “Mustafa” belgeselinin ne gibi sonuçlara yol açtığının açık bir göstergesi olarak, kendisinin 16 yaşında olduğunu belirten bir yazarın yazısı afişe ediliyor.

Söz konusu yazıyı okudum ve beni çok fazla şaşırtmayan bir bakış açısı ile karşılaştım. Siyasal bilincimin geliştiği ortaokul çağlarımdan, iş yaşamına atıldığım döneme kadar, yaşamda bir şekilde hayatımın kesiştiği muhafazakar kesimin üyelerinin çoğunun benzer bir Atatürk profili ürettiğine denk gelmiştim. Söz konusu yazıda da, Mustafa Kemal ve onun fikirleri ile barışık olmayan birisinin, biraz gençlik cesareti, belki biraz da “kendince” asi bir ruha sahip olmanın verdiği bir güvenle kaleme aldıklarını gördüm. Kolayca tahmin edileceği gibi bu bakış açısı, Kemalist kesimde ciddi bir tepki yumağı ile karşılaştı.

Burada blog yazarı genç arkadaşımızın fikirlerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmak istemiyorum. Bunu başka bir yazıya bırakmak istiyorum. Benim daha çok üzerinde durmak istediğim şey, bu ülkede Kemalistlerin ya da Atatürkçülerin toplumdaki Mustafa Kemal algısının farklılıkları ve bu farklılıkların dağılımı hakkında yeterli bir değerlendirmeye sahip olmamaları.

Bu kitle, 12 Eylül cuntasının ve düzene egemen askeri yapının yürüttüğü sistematik “bilinç” aşılama sürecinde kullandığı dil ve hamaset edebiyatının neticesinde, “Atatürk ile Türk milleti arasında kopmaz bir bağ olduğu” olgusu ile yetişti. Bu nedenle karşısına bu bağa aykırı bir sesle karşılaştıkları zaman, bir anda ezberleri bozulmuş insanların telaşına kapılıyorlar. Gösterdikleri tepkide genellikle, ezberlerinin sağlamlığını ispatlayacak şekilde, bildiklerini daha sert, daha tehditkâr ve dışlayıcı bir dille tekrar etmekten başka bir şey olmuyor.

Aslında, elbette Mustafa Kemal’le ilgili farklı ve aykırı bir görüş varlığı hakkında bilgileri var. Ancak bu aykırılığı, kendi teorilerini bozmayacak şekilde tanımlama gayretine girişiyorlar. Mustafa Kemal’le ilgili olumsuz görüşlerin, toplumun içinde mevcutta var olan bir fikir değil, daha çok dışarıdan -ülkeyi Kemalizmden uzaklaştırarak yeniden Sevr şartlarını dayatmak isteyen AB’nin ve bağımsızlığı tamamen askıya alarak ülkeyi 51. Eyaleti yapmaya çalışan ABD’nin işi – enjekte edilen ve ülke içindeki işbirlikçileri aracılığı ile yayılmaya çalışılan bir karalama kampanyasının sonucu olduğunu düşünüyorlar. Bu nedenle, uzun zamandır tartışılan “Mustafa” filminin dahi, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin adımlarından birisi olarak algılama eğilimindeler.

Oysa Cumhuriyet tarihini kısaca gözden geçiren herkes gayet iyi biliyor ki, bu ülkede toplum ve Atatürk olgusu arasındaki bağ hiç de arzu edilen seviyede olmadı ve halende öyle değil. Elbette bir bağ var ancak biraz uzaktan ve gevşek bir bağ. Bu istenilen düzeye ulaşmayan sevgi, Atatürk’ün var olduğu dönemden, günümüze kadar nerdeyse aynı düzeyde devam etti.

Bunun elbette birden çok sebebi vardı. Kimisi –ki azınlık ama etkili bir grup- için nemalandığı eski düzenin yıkılmasına karşı öfke, kimisi de –ki çoğunluk ancak etkisiz, kırsalda yaşayan kitle- yeni dönüşüm maddi anlamda kendisine bir katkı sunmadığı gibi, fakirliğini katlanır kılan manevi dünyasının yıkıma uğrattığını düşündüğü için tepki üretmişti.

Burada toplumun, Mustafa Kemal’i 29 Ekim 1923 öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırdığını söylemek gerekiyor. Cumhuriyet öncesi, Mustafa Kemal, çoğunluk olan tutucu yurtseverler için, vatanı kurtarmak için peşinden gidilen ilerici bir yurtseverdi. Ancak bu, birazda zoraki olan ilişki, tutucu yurtseverlerin cumhuriyet süreci ile birlikte tasfiye edilmesi ile birlikte ters yönde işlemeye başladı. Bu ters yön, Cumhuriyet tarihi boyunca, Kemalist düzenin işaret ettiği yönün tersine adım atmakla kendisini gösterdi.

Bunun son örneğini de, 22 Temmuz seçimlerinde, ordunun Atatürkçü düzeni değiştirmekle suçladığı, muhtıra ile tehdit ettiği AKP’ye tahminin ötesinde destekleyerek verdi.

Bu toplumsal kesimi analiz etme ihtiyacı duyuyorum. Çünkü bu kitle, basitçe Atatürk düşmanı olarak tanımlanabilecek zihniyete sahip değil. Kendi içinde farklılaşan düzeyleri var.

Muhafazakâr olarak tanımlanabilecek bu kitlenin en geniş öbeği, günümüzde Mustafa Kemal’le ilgili bir yargılama, değerlendirme yapmayı anlamsız buluyor. Bu yargılama yapmama eğilimi ilk olarak, girişilecek yargılama sonucunda ortaya çıkacak olumsuz bir düşüncenin düzen tarafından sert bir şekilde cezalandırılacağını bilmekten kaynaklanıyor. O konuda yeterince deneyime sahipler. İkinci sebep ise toplumun ortak bir niteliğinden kaynaklanıyor; o da Türk toplumunun hiçbir zaman geriye bakarak hareket etmekten hoşlanan bir toplum olmaması. Toplum, geçmişi kolayca yok sayma eğilimine sahip. Bir diğer etken ise, inanç kaynaklı yani süreci kader kavramı ile açıklama çabası. Yaşadıkları ya da olanlar ne kadar istedikleri şeyler olmasa da, olması gereken ya da yüce makam tarafından olması istenen bir durum olarak görüyorlar.

Tüm bu nedenlerle, geçmişte yaşanılanları tamir edecek uğraşlara sıcak bakmıyorlar. Mustafa Kemal’in kendisi ile ilgili bir olumsuzlamayı, bugün için faydalı bir çaba olarak görmüyorlar. Zaten yaşanan 85 yılda, içten içe Mustafa Kemal’in kurduğu sistemle barışma eğilimine girmiş durumdalar. Zamanın ve dünyanın geldiği süreç, yaşanan modernleşme sürecinin, belirli itiraz noktaları dışında zorunlu hatta faydalı bir süreç olduğu konusunda belirli bir bilinç birikimi de oluşturmuş durumda. Ancak bu barışma sürecini, Mustafa Kemal’i temsil ettiklerini söyleyen kesim ile değil, kendi değerlerinin temsilcisi olan kesimlerle gerçekleştirebiliyorlar. Çünkü Mustafa Kemal’in temsilcileri toplumla barışma eğilimine girmedikleri gibi, onun refahı ve özgürlüğü içinde herhangi bir şey vaat etmiyorlar.

Bugün bu muhafazakâr kesimin en geniş öbeğinin, Cumhuriyetle ve Mustafa Kemal’in kendisi ile ciddi bir problemi olmasa da, Mustafa Kemal adına bugün girişilen ve daha çok kendilerine dayatılan çabalara olabildiğince uzak duruyorlar. Çünkü geçmişi ne kadar yok sayabilseler de, bugünü önemsiyorlar. Bu nedenle, Cumhuriyetin barışabildikleri nitelikleri dışında, kendilerine, kabul edebileceklerinin ötesinde, kendi inanç ve gerçeklerine ters bir ülke dayatılması durumunda, otoriter düzenin ürettiği Atatürk imgesi ile çatışmaktan da çekinmiyorlar.

Muhafazakar çevrenin, bu geniş öbeğinin dışında daha dar ve marjinal muhafazakar gruplaşmalarda elbette mevcut ve onların tarihle kurdukları bağ daha derin ideolojik bir bağ. Kurulan bağ ideolojik olunca, inancın determinist/kaderci yapısı da devre dışı kalıyor ve tarih yeniden inşa edilebilir hale geliyor. Elbette onların Mustafa Kemal’le kurdukları ilişki daha sorunlu, doğrudan bir red ediş tarzı hakim. Bu kesimin entelektüel düzeye ulaşan temsilcileri de mevcut, cehaletin bataklığında saplanan, kendinden ve dünyadan bihaber temsilcileri. Ancak tamamı da, toplumda ciddi bir etki düzeyine sahip değil.

Tüm bu anlattıklarımdan çıkarılabilecek bazı sonuçları özetleyecek olursak;

1- Can Dündar’ın “Mustafa” belgeseli, toplumda gayet iyi olan Mustafa Kemal algısını bozma yönünde bir işlev üstlenmiyor. Blog yazarı arkadaşımızın yazısında da örneğini gördüğümüz türden bir algılama ve bakış açısı zaten mevcutta var. Kemalist kesimden söz konusu belgesele yönelik itirazlar aslen, çatışma halinde olduğu kabul edilen bu kesimlerden birisinin eline ciddi bir koz verilmiş olmasından kaynaklanıyor.

2- Kemalist kesim hala, kendi “doğrularının/ezberlerinin” her fırsatta topluma tekrar edildiği ve dayatıldığı sürecin karşı kampı yok edeceğine inanıyor. Oysaki bu süreç 1980’lere kadar kısmen bir sonuç vermesine karşın –bu kısmen doğru bir yorum olur, Çünkü Mustafa Kemal hayatta iken sahip olmadığı düzeyde bir desteğe, Cumhuriyetin ulaştığımız noktasında kayda değer düzeyde sahip, ancak diğer yandan Mustafa Kemal’in kurduğu partisi 1950’lerde %40’lar düzeyinde oy alırken günümüzde %20’lerde geziniyor ve gariptir bu %20’lik platoya yerleşmekle övünüyor- yakın bir geçmişten bu yana bu şekilde 3. Dünya ülkesi yöntemleri ile topluma lider ya da lider ideolojisi dayatma yöntemleri artık ters tepiyor.

3- Toplum liderleri, toplumun bir kesiminin iktidar olma aracına dönüştürülmesi halinde, toplumsal lider olma vasıflarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalırlar. Ancak Mustafa Kemal, kendisinden sonraki süreçte sürekli belirli bir kesimin iktidar talebinin gerekçesi olsa da, bu riski en az yaşayan liderlerden birisi oldu. O, bu toprakların bağımsızlığına kavuşmasında harcadığı emek sayesinde o kadar büyük bir liderlik sermayesine sahip ki, takipçisi olduğunu iddia edenler bu sermayeyi ne kadar hızla tüketseler de, Mustafa Kemal, hala ciddi bir toplum önderi potansiyeline sahip. Günümüzün ihtiyacı, Mustafa Kemal’i, 12 Eylül’ün otoriter önder imgesinden kurtarabilmek ve toprakların üzerinde yaşayan her bireyin kendi tercihlerini özgürce yaşayabildiği bir ülkenin kurucu pozisyonuna çekebilmek.

Bu konuya devam etmek istiyorum. Ayrıca söz konusu yazar arkadaş ve onun fikirleri ile nasıl bir temas halinde olmak gerektiği konusunda da söylemek istediklerim var.

Yazıma gerekçe olan yazarı ve yazısı; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=146077

Foto; http://www.ensonhaber.com/images/news/118045.jpg

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..