Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '08

 
Kategori
Siyaset
 

‘Aydın’ değil entelektüel, ‘hainin’ değil, hakikatin iğvasına

‘Aydın’ değil entelektüel, ‘hainin’ değil, hakikatin iğvasına
 

Entelektüel bir kedi!


Ne zaman Türkiye’de bir şeyler “sözde” ön takısıyla telaffuz edilmeye başlasa hemen aklıma Latif Demirci’nin “SÖZDE Agop’un Meyhanesi” karikatürü gelir; daha doğrusu o karikatürdeki espri gelir. Çünkü Demirci’nin söz konusu karikatürü hiç yayınlanmadı, ben de görmedim. Demirci’nin çalıştığı Hürriyet gazetesi için çizdiği karikatür sakıncalı bulunarak son anda sayfadan çıkarılmıştır. Ancak konu basın-yayın dünyasında bilinir ve “sözde” lafı her geçtiğinde Demirci’nin kulakları çınlatılır.

Bugünlerde ülkemizde “sözde” lafı yine revaçta… “Sözde soykırım”, “sözde vatandaş”, “terör örgütünün sözde falanca bölge sorumlusu” falan gibi müthiş yaratıcılıktaki sıfatlara şimdilerde “sözde aydın” eklendi. “Özür Diliyorum” kampanyası aleyhine ağzını açanın amentüsü “sözde aydın”… “Aydın” kelimesini Ege bölgesinde bir şehir adı sananların bile dilinde bu laf… Çeşitlemeleri de var; “kendine aydın diyen karanlık adamlar”, “aydınlatılmış” vs vs…

Adam doğru dürüst iki cümle kuramaz, en basit imla kuralından habersizdir, hayatında bir tek kitabı sonuna kadar okumamıştır ama konu entelektüellere saldırmaya gelince onların ne “sözde aydın”lığını koyar ne vatan hainliğini ne de cahilliğini…

Kavramların böyle bilinçsizce, yerli yersiz kullanılışını görünce de çok eskiden bizzat tanık olduğum fıkra gibi bir diyalogu hatırlarım: Bir işçi kahvesinde oturmuş çay içiyordum. Yan masada oturan orta yaşlı iki işçinin sohbetine kulak misafiri oldum. Tartışmalarından işçilerin farklı sol fraksiyonlara sempati duydukları anlaşılıyordu. İşçilerden biri ötekine sürekli emperyalizmden söz ediyor, onun sempati duyduğu fraksiyonun aslında emperyalizme hizmet ettiğini savunuyordu. Karşısındaki bir ara ona şöyle bir soru sordu:

<ı>“ - Emperyalizm emperyalizm deyip duruyorsun, şu emperyalizm dediğin nedir, hele bana bir anlat da öğreneyim?”

Bizimki birden ne diyeceğini şaşırdı. Belli ki solcu gençlerin tartışmalarında sık sık geçen “emperyalizm”in kötü bir şey olduğunu anlamış ama ne olduğuna dair en ufak bir fikir edinememişti. Bir an emperyalizmin tanımına ilişkin bir şeyler söyleyecekmiş gibi durdu, sonra vazgeçip sorana bir soruyla karşılık verdi:

<ı>“ - Sen şimdi emperyalizmin ne olduğunu bilmiyor musun?”

<ı>“ – Hayır, bilmiyorum; anlat da öğreneyim!”

Bizimkinin cevabı demagoji ve mugalata literatürüne geçecek nitelikteydi:

<ı>“ – Sen bu yaşına kadar öğrenemediysen, bu yaştan sonra anlatsam da öğrenemezsin zaten; boşver!” (!)

Aynı o saf gariban işçi gibi ikide bir “sözde aydın”, “özde aydın” deyip duran papağanlara “kardeş, gel hele anlat bana şu ‘aydın’ denen karın ağrısını,’ özde’siyle ‘sözde’si arasındaki farkları da biz de aydınlanalım” desen gak guk edip duracaklar.

Şu özür bildirisi imzaya açıldığından beri imzacılar hakkında edilmedik küfür ve hakaret kalmadı. En beylik hakaret de klasik “sözde aydın”… Herkesin dilinde bir “sözde”dir gidiyor. İmzacı “aydın”ların özünü sözünü içini dışını niyetini “sinsi” planlarını faş eden, çeşit çeşit komplo teorileri üreten sayısız vatandaş var ama şu “aydın” denen meçhul iblisin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini anlatan bir tek kişi yok. Adeta bir “kulaktan kulağa” oyunu oynanıyor: <ı>“Hişt birader, ‘sözde aydın’ diye bir şey türemiş, yanındakinin kulağına fısılda!”, “közde aydın mı?”, “közde değil, sözde sözde”, “tamam; baksana kardeş, gözde aydın”, “gözün aydın mı? Ne oldu ki?!”

Aslında ülkemizde hemen hemen bütün meseleler bu biçimde tartışılır. Kimse karşısındakini dinlemez, ne demek istediğini anlamaya çalışmaz. Eğitim sisteminin, resmi tarihin klişeleri vardır, birileri o kalıplardan farklı bir şey söyledi mi hemen karşıdan yaylım ateşi başlar.

Bütün bunların dışında “aydın”, daha doğrusu entelektüel denen insana, zihin işlerine pek kafa yormayan insanlar dünyanın her yerinde belli bir kuşkuyla yaklaşır. Her şeyden önce entelektüel ondan epey farklı bir dil konuşur. Ayrılık dilde başlar, o dilin içerdiği düşüncelerle daha da artar, entelektüelin olaylar karşısında takındığı tavırla mesafe iyice açılır.

Madem "sözde aydın"ın ruhunu okumuş o uyanık vatandaşlar anlatmıyor şu “aydın” ya da entelektüel denen kişi kimdir, ne yer ne içer, bari biz açıklamaya çalışalım dilimizin döndüğünce:

Sözcük, Latince, “zihin” anlamına gelen “intellectus”tan türemiş. Ondan dönüşen “entelektüel” ise kabaca, “zihni ya da aklî yeteneğiyle iş gören, sorunlara çözüm arayan kimse” olarak tanımlanıyor. Türkçede tam karşılığı bulunmuyor, ancak eski dilde entelektüel, Arapça “münevver” (nurlanmış, aydınlanmış), “müfekkir” (tekfir eden, düşünen) ve “mütefekkir” (tefekkür eden, düşünen) sözcükleriyle karşılanmış. Türkçeyi sadeleştirme ve Arap dili etkisinden kurtarma çabaları sırasında, entelektüel’in karşılığı olarak kullanılan bu üç sözcükten münevver’in işaret ettiği “aydınlanma” kavramından hareketle de “aydın” sözcüğü üretilmiş.

Ancak “aydın”, adından da kolayca anlaşılacağı gibi entelektüel’in karşılığı değildir. Aydın sözcüğü “entelektüel”in içerdiği anlamı karşılayamaz. Çünkü “aydınlanmış olmak” kişinin kendisinde var olan bir nitelik değildir. Dışarıdan bir şekilde aydınlatılmıştır. Bir sokağın bir lamba tarafından aydınlatılması gibi…

Tabii ki, entelektüel de bir ölçüde aydınlatılmıştır. Yani o da birilerinden bir şeyler öğrenmiştir. Ancak ona esas niteliğini kazandıran “aydınlanmış” olması değildir. Entelektüel öğrendiği şeyleri bir zihin işleminden geçirip yeni fikirler üretir. Yani bir anlamda münevverlikten mütefekkirliğe geçer. Bu noktadan sonra da iş çetrefilleşmeye ve entelektüelin “aydın”dan farkı ortaya çıkmaya başlar. Çünkü entelektüel etrafını aydınlatmak amacıyla bilgi yaymaya çalışan kişi değildir. O, zihin işlemleri sonucunda geliştirdiği kendi özgün fikirlerini dile getirir. Bu fikirler de yeni bir şey, daha önce açıklanmış fikirlerden farklı ve onlara zıt bir şey içerdiği sürece “fikir” olarak kabul edilir.

Özgün fikir üreten kişiyi "aydın", “aydınlanmış, aydınlatılmış” diye tanımlayamayız. Çünkü o dışarıdaki bir kaynaktan gelen “ışık”la aydınlatılmış değildir; ürettiği fikirlerle kendisi bizzat bir ışık kaynağı haline gelmiştir ya da en azından öyle bir iddiası vardır. Dolayısıyla entelektüele “aydın” demek ona haksızlıktır. Bu yüzden bir entelektüel kendisine “aydın” sıfatını yakıştırmaz. Bu yazıda "aydın" sözcüğünü hep tırnak içinde kullanmamın nedeni de odur.

Ancak iş burada da bitmez. Entelektüeli “aydın”dan ayıran daha esaslı nitelikler vardır.

Onları da bir sonraki yazıda anlatmaya çalışalım.
..........

Not: Entelektüel kavramı hakkında bilgi edinmek isteyenlerin Yapı Kredi Yayınları'nın üç aylık düşünce dergisi Cogito'nun 2002 yılında yayımlanan "Entelektüeller Gerekli mi" konulu 31. sayısını okumasını tavsiye ederim. Bu blogu hazırlarken Cogito'nun yıllar önce okuduğum söz konusu sayısını tekrar gözden geçirdim.

Resim: http://felinewallpaper.com/cat_images/002_intellectual-cat.jpg

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..