Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Âb Âlemi Dargın’ın Yeri'nde Meyhane

Âb Âlemi Dargın’ın Yeri'nde Meyhane
 

Bize içki kültüründen söz etmeye başlıyor. Akşamcılıktan söz açılıyor.

“Akşamcılık bambaşka bir şeydir. Bir kültürü vardır. Eskiler derler ki, 'Akşam saatlerinde birkaç kadeh içmek rûh-ı sâni’ye kavuşmaktır.' Akşamcılar alkolik değillerdir. Yani alkole, rakıya bir bağımlılıkları olmaz.

Eskilerde nerede sizin gibi böyle yüz yüze,  kol kola görüşmek, görücü usulü ile gelin güvey olunur. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi 'Bana görünme de kime görünürsen görün' misali evliliklerden kaçan kocaların mekânıdır meyhaneler. İç güveylerin, kaynana hay huyundan kaçanların...

Hey gidi Apostol, Kör Agop, Todori...

Akşamcıların bir saati vardır. Aynı ramazanda top atılmayı bekler gibi beklerler, rakı kadehini dudağa değdirecekleri zamanı. Söz, sohbet ve fasıllar...

Ve meze.

Bir akşamcı için mezeden önemli ne olabilir ki? Sakız leblebisi, tütün ve rakı. Meze dediysem sanmayın karın doyurmaktır amacı. Bizim meyhanenin de servisinde olan çiroz, Arnavut ciğeri, pilaki, beyaz peynir, sıcak sıcak gelen muska böreği, pavurya, midye dolması, balık yumurtası, turşu, pastırma ve yoğurt. İsterseniz anında görüntü humusumuz.

Akşamcı hiçbir zaman yıkılana kadar içmez. Meyhanenin de bir kapanma saati vardır. Ben saat birde kapatmış olurum. Biz bu kültürle yaşadık, içtik. Akşamcı sarhoş olmaz. İçtiğini bilir.

Benim gibilere de “Barba” denir. Her şeye hâkimdir barba. Babacandır, güler yüzlüdür, güçlüdür, tuttu mu kapı dışarı ediverir terbiyesizi. Biz bu işi yaşayarak, bilerek, tadı ile yapıyoruz.”

Anlattıklarını yaşıyoruz ihtiyarın.

Benim gözümün önüne hemen eski İstanbul gravürleri geliveriyor. Hasır tabureleri ile kapıdan içeri girildiğinde sağlı sollu asılı şarap ibrikleri, ortada dolanan ve bize hizmet eden miçoları, içoğlanları canlandırıyorum zihnimde. İçerisi nargile tütününden çıkan dumanla dolmuş, kendine has kokusu ile.

Hemen önde tektekçiler için açılmış bir masa. Barba arkasında. Bıyıklarını burmuş koca göbekli bir adam. İçoğlanı haşlanmış yumurta servisi yapıyor, yeni gelenlere. İpe dizilmiş uskumrular kurumuş, bu akşamki misafirlere sunulmak üzere sirkenin içine atılıyor.

Yavaş yavaş demleniyor gelenler.

Bu adabı bilmeyen bir delikanlıya gelmiş geçirmiş bir ihtiyar laf atıyor hemen, “Delik taşa su dökme!”

Bir yiğit bağırıyor barbaya, Getir bakalım bir karafaki de demlenelim!”

Sohbeti iyice koyulaştıran bir grubun lideri, bağırıverir aniden içoğlanına, “Yak bakalım miço orta kandili.”

Loş köşelerde uyuklayanlar, bir neyzenin neyinden çıkan o huzur veren hoş seda. Hep aynı yüzler, aynı muhabbetler.

Çilingir sofrası konukları...

Tek başına oturan bir memur karikatürü, üstü başı düzenli, kibar bir İstanbul “beyefendisi.”

Barbanın Rum bir iki akrabası etrafta dolanır. Yatsı ezanı duyuluyor, müezzinin ilahi sesi. Barba içoğlanına göz işareti yapıyor. Çıngırak çalınıyor. Meyhane kapanıyor. Sallana sallana, birbirlerine yaslanan ve ellerindeki kandillerle önlerini aydınlatan akşamcılar dökülüyorlar sokağa. Bütün bu kurgu Dargın’ın ağzından çıkıveriyor.  

Yukarıdaki alıntı Adalar ve Kıtalar'ın içindeki Âb Âlemi Dargın’ın Yeri isimli öyküden yapılmıştır.

Uzay Gökerman

Adalar ve Kıtalar - Cinius Yayınları

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..