Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '12

 
Kategori
Siyaset
 

“Benim bu sarayda resim takımlarımla bir iki bohçam var. İstemezlerse bunları alır giderim” (3)

“Benim bu sarayda resim takımlarımla bir iki bohçam var. İstemezlerse bunları alır giderim” (3)
 

Bulunduğu yeri, oturduğu makamı milletinin bir emaneti olarak görebilmek...


Diyen, Halife Abdülmecit Efendi ile yaptığı görüşmeyi Kazım Karabekir Paşa şu sözlerle aktarmaktadır;  “12 Kasım’da Halife Mecit Efendiyi ziyaret ettim. Beni birbuçuk saat yanında alıkoydu. Gözlerini daima yere tespit ediyor; ara sıra öte beriye bakıyor ve bir düziye (sürekli) babası Abdülaziz’in iyiliğinden ve Vahdettin’in kötülüğünden bahsediyordu. Birkaç kere müsaade istediysem de salıvermedi. Ve sonunda korkak bir eda ile şunları söyledi:

-“Benim bu sarayda resim takımlarımla bir iki bohçam var. İstemezlerse bunları alır giderim.”

-”Bu sözleriyle, hal ve tavırlarıyla tehdit edildiğini anlatmak istiyordu. Gerek arkadaşlarımdan gerekse gazetecilerimizden aldığım havadislerle de karşılaştırılınca M. Kemal Paşa’nın çıkamadığı bir makamı yıkmak kararını vermiş ve fiiliyatına da geçmiş olduğuna şüphe kalmadı.” (1)

...

Paşaların kavgasının arkasında yatan gerçek nedenler...

Karabekir, Cumhuriyet’in ilanını Trabzon’da “Bahriye müfreze kumandanlığından” haber almasından yakınır.

Ve Başkomutan M. Kemal Paşa’yı şöyle eleştirir

-“istiklal Harbi’nin tehlikeli günlerinde sonuna kadar feragatli, fedakâr arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren M. Kemal Paşa artık muzaffer bir başkomutan sıfatıyla maiyet komutanlarına Cumhuriyet’! dikte ettirmiştir. Eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesi ile sui şahsiyetler icadı da lazım gelmişti; bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lazımdı. Bunu da hakkıyla yapmıştır.”

Atatürk, Söylev’de Cumhuriyet’in ilanına karar verilirken Ankara’da bulunan arkadaşları ile konuştuğunu şöyle anlatır:

-“Gece olmuştu, Çankaya’ya gitmek üzere Meclis’ten ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit paşalara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara’dan ayrılırken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede (Bir uğurlama ve bir karşılama) başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle görüşmek için o zamana değin orada beklediklerini anlayınca akşam yemeğine gelmelerini Milli Savunma Bakanı Kâzım Paşa’ya söylettim, ismet Paşa ile Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya varınca, orada beni görmek üzere gelmiş olan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref beylere rastladım.” (2)   

-“Onları yemeğe alıkoydum.”

Kemalettin Sami (3) ve Halit paşalar, Karabekir’in kolordusunda görevli komutanlardır.

-‘Atatürk, Karabekir’e Söylev’de şu yanıtı verir:

“Baylar görüyorsunuz ki, Cumhuriyet’in ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı hiç de gerekli görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa, o sırada Ankara’da bulunmayan kimi kişiler hiçbir yetkileri yokken, kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan Cumhuriyet’in ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.”

Karabekir, Atatürk’ün bu sözlerini anılarında şöyle yanıtlar:

“Halbuki salahiyetli olmadığını söyledikleri arasında hem mebus hem de kolordu komutanları vardır.”

Yol ayrımı Cumhuriyet’in ilanı ile artık iyice belli olmuştur. (4)

...

Erzurum’dan Ayrılış

Karabekir, 4 Kasım 1923 günü Trabzon’dan ayrılırken yayınladığı bildiride kırgınlığın ve küskünlüğün ipuçları görünüyor.

-“Muhterem halkımıza veda ederken geçmiş günlerde el ve kalp birliğiyle mazhar olduğumuz muvaffakiyetleri anmakla beraber Cenab-ı Hak’tan yalvarıyorum ki, bu masum halk bir daha felaket görmesin. Çektikleri azap ve ıstırap bitmiş olsun. Kahraman orduma berri ve bahri (kara ve deniz) silah arkadaşlarıma veda ederken her birini bağrıma basıp yüksek alınlarından ruhumla öpüyorum. Ve onların şerefle dolu menkıbelerini yad ederek mazide olduğu gibi istikbal için de bütün Şark mıntıkasına yaslanmış olan pek heybetli bir Arslan timsalinin dimağıma ebedi hatlarla nakşedildiğini görüyorum.”

Kâzım Karabekir, 5 Kasım günü vapurla Trabzon’dan ayrılır. Vapur 9 Kasım günü İstanbul’da olacaktır. Vapur kaptanı yolda emir almıştır. Vapur, bir gün sonra İstanbul’da demirleyecektir. Karabekir bu gecikmenin nedenini halkın kendisini karşılamasına engel olunması biçiminde yorumlar.

“10 Kasım sabahı vapurumuz Boğaz’a girdi. Kavak’ta ayrı ayrı istikametlerde Rauf Bey ve Refet Paşa” (5) ve İstanbul gazete muhabirleri vapurumuza çıktılar. Her biri bir sual soruyor, bana arkadaşlarımla görüşmeye ve beş yıldan beri görmediğim şirin yerlerimizi seyretmeye fırsat vermiyorlardı. Endişeleri Cumhuriyet’in ilan şeklinden doğuyordu.

Bir sabah top sesleriyle endişe ile uyandık. Meğer Cumhuriyet ilan oluyormuş. Ankara’dan gelen haberler M. Kemal Paşa’nın yeni topladığı bir muhit ile tam bir diktatörlüğe gittiğidir. Milli hâkimiyet yerine şahsi hükümranlık kurulmuştur. İstiklalimizi kurtaranlar hürriyetimizi boğacaklar mıydı?

Gazetecilere kısaca şu cevabı verdim:

-“Ferdi veya zümrevi tahakkümler bir milleti mahv için kâfi sebeplerdir. Buna misal isterseniz biz ve bütün Müslüman hükümetlerdir. Hepsi birer müstebit idarede uyuşmuş kalmışlardır. Milletin kuvveti, halkın kuvvetidir. Bunun da manası Cumhuriyet’i ifade eder.

Rauf Bey ile Refet Paşa’dan öğrendiğim de Cumhuriyet adı altında şahsi saltanat kurulmuş olduğu ve halk ve matbuatın da kurtuldukları bir istibdattan diğer bir yenisine düştüklerinden feryat ettikleridir.

İstiklal Harbi’nde birinci derecede vazife görmüş bu arkadaşlar dahi sabahleyin top sesleriyle uyandıktan sonra Cumhuriyet’in ilan olduğunu öğrenmişlerdir. M. Kemal Paşa, mefkuresi olan hilafet ve saltanat makamına geçmesini arkadaşlarının önlediğini görünce cumhurreisliğine de mani olacakları endişesi ile işi sert bir kapatma suretiyle Millet Meclisi’nin daha vahim ciheti de kayd-ı hayat şartı ile mevkiinde kalabilmek için eski arkadaşlarını Cumhuriyet aleyhtarı ve padişah taraftarı göstermesidir.” (6)

Öğleden sonra gazeteciler Karabekir’i soru yağmuruna tutarlar.

Sorular genellikle hilafet sorunu ile ilgilidir.

Karabekir, hilafet ile ilgili soruları “malumatım yoktur” diye kendisinin de“cumhuriyetçi” olduğunu söyler,

Karabekir, Ali Fuat Paşa ve Adnan Bey’in de son gelişmeler konusunda kendisi ile aynı kaygıları taşıdıklarını öğrenir:

“Hepsi de M. Kemal Paşa’nın bu hareketinden teessür duymuşlardı. Ve istikbalde keyfi hareket edeceğinden endişeli idiler. Halka ve matbuata karşı zor durumda bulunduklarını ve sevinçli günlerin herkese zehir edildiğini anlatıyorlardı. Ankara’dan esen havanın kanlı bir istibdat hakareti ile meşbu (dolu) olduğunu, intihaba esas olan umdelerin 2. Maddesine rağmen Osmanlı Hanedanı aleyhine de atıp tutmalar başladığını ve ilk günden beri kendisini tutan bizler aleyhine M. Kemal Paşa’nın fikri ve fiili aleyhtarlık uyandırmaya başladığını öğrendim.

Koca İstiklal Harbi, daha sevinçlerine doyamadık. Uğrunda fedakârlık edenleri ne çabuk elem ve ıstıraba düşürdün!

M. Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet paşaların bir arada üçlü resimleri bastırılmıştı. İstiklal Harbi’ni bu üç başın idare ettiği propagandası yapılıyor ve Şark Cephesi âdeta küçültülüyor âdeta İstiklal Harbi kadrosundan benimle birlikte çıkartılıyordu!

Fedakâr ve vefakârlıklarıyla bu davaya hizmet edenler yerine yeni şahsiyetler beliriyordu. M. Kemal Paşa, Meclis reisi olarak sağına Fethi Bey’i, (7)  başvekil olarak da soluna İsmet Paşa’yı almış, her üçü de dillerine doladıkları tehlikeli bir yolculuğa çıkmışlardı.

Erkân-ı Harbiye Reisi Fevzi Paşa da ordu ile arkalarında sessiz sedasız yürüyecekti.

Uzun harp yıllarının elem ve ıstıraplarını ve acı ve tatlı binbir hatıralarıyla vücut bulan milli birliğimiz ve milli salabetimiz (sağlamlığımız), milli seciyemiz (karakterimiz) ve milli hürriyetimiz, şimdi son muvaffakiyetlerin sarhoşluğu ve ihtirasıyla gevşeyecek, çözülecek ve bozulacak mı idi? Bu hal ilahla emellerine kavuşamayan düşmanlarımızı er geç emellerine kavuşturacak bir tefrikaya (bölünmeye), bir yıpranmaya, bir çöküntüye sebep olmayacak mı idi?”

Karabekir bu kaygılarla kararını verir;

Ankara’ya giderek uzlaştırıcı ve birleştirici rol oynamak ve böylece düşünce birliği sağlamaya çalışmak. ,

Karabekir, kurulan yeni rejimin bir “başkomutanlık tahakkümü” yaratacağından kuşku duymuyor, İttihat ve Terakki günlerinde ettiği yeminleri anımsıyordu.

İki arkadaş artık karşı karşıya geliyorlardı. Bir siyasal kavga başlamak üzereydi.      ,

O günlerde neler düşünüyordu Karabekir?

Şunları:

“İstiklal Harbi’nin birinci derece mesul bir şahsiyeti ve “milletin hürriyetine çocukluğundan beri ant içmiş bir vekili sıfatıyla, karşıma dikilenlerin suallerine ve endişelerine haklı cevaplar vermek kolay bir şey değildi. Hilafet ve saltanatı almak için koyu bir mutaassıp çehre ile minberlere kadar Çıkıp hutbeler okumak, muvaffak olamayınca da bizzat medhü sena edilen mukaddesata dil uzatmak ve bunları altüst etmek üzere bir diktatörlüğe çıkmak gibi iki tehlikeli İfratın birinden diğerine atlamak herkesin yapabileceği bir iş değildi. Fakat bu felaha (kurtuluşa) doğru bir gidiş de değildi.

Geldiğim günkü şikâyetler arasında (hükümetin İstanbul matbuatına karşı şiddetle hareket edeceği) endişesi de vardı. Fakat kimsenin de bundan yıldığı yoktu.”

Gazeteler o günlerde bir hükümet bildirisini yayınlar Anadolu Ajansı’ndan gelen bildiride, hükümetin basın özgürlüğüne saygılı olduğu ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı hiçbir önlem düşünmediği yazılmaktadır.

Karabekir, bu bildiriden söz ettikten sonra şunları yazar:

“Bu vaat ve ilana rağmen iki hafta sonra İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi gelmiş ve matbuata karşı şiddetini göstermiştir. (8)  

Evet, siyasal kavga başlamıştı. Bu kavga ne yolla ve nasıl yapılacaktı? Karabekir, Gazi’yi uyarmaya karar vermişti. Uyarıların yararı olmazsa ne yapacaktı?

Bütün sorun da buydu.

Karabekir günlerdir hep aynı konuyu düşünmektedir: “Milli hükümetin kuruluş günlerindeki dindarane sözleri ve hareketleri …  2. TBMM intihabındaki umdenin ikinci maddesindeki, “hilafetin âl-i Osman’da kalması değişmez düsturdur” kararını ve Mustafa Kemal’in Balıkesir’de verdiği hutbeyi.

Karabekir bu kaygılarla ve bu düşüncelerle Gazi’yi uyarmaya karar verdiğini yazıyor.

Tanin gazetesinde 11 Kasım günü şu satırlar yayınlanır:

-“Arkadan arkaya verilmiş bir karar karşısındayız. Millet Meclisi’nin bu kadar kayıt altında kaldığını, hariçten verilen kararları tescil mevkiine indirildiğini görmek cidden elim oluyor. Hilafet bizden giderse beş-on milyonluk Türkiye Devleti’nin âlem-i İslam için hiç ehemmiyeti kalmayacağını, Avrupa siyaseti nazarında da en küçük ve kıymetsiz bir hükümet mevkiine düşebileceğimizi anlayabilmek için büyük dirayete lüzum yoktur.

...

Milliyetperverlik bu mudur?

-“Hakiki hilâfet hissini kalbinde duyan her Türk makam-ı hilâfete dört elle sarılmak mecburiyetindedir.Hanedan-ı Osmani de kabul edilmese ve binaenaleyh ilelebet Türkiye’de kalması taht-ı temine girmiş hilafeti elden kaçırmak tehlikesini icat îtmek, akıl ve hamiyet ile hiss-i milliyet ile zerre kadar kabil-i telif değildir.”

Karabekir, bu satırları “bütün seyahat ettiğim yerlerdeki şikâyetlerin hülasası” diye tanımlar.

15 Kasım günü halife, Rauf Bey ile Adnan Bey’i akşam yemeğine çağırır. Yemekte Romanya’dan gelen bir İslam cemaati de bulunur

24 Kasım günü İstanbul Fatih Belediyesi’nin verdiği yemekte TBMM Başkanı Fethi Bey ile karşılaşırlar.

Yolların ayrıldığı o yemekte bir kez daha anlaşılır,

Karabekir, Edirne’de Fethi Bey ile görüşmesini şöyle anlatır;

“Ondan da Gazi Paşa nezdinde samimi birliğin hırpalanmamasını, ifrat fikirlerin tepeden inme bir şeklin mucip olabileceği tehlikeleri önlemeye çalışmasını rica etmiştim. Fakat seyahatte gördüğüm hali ricalarımın aksi fikirde olduğunu bana anlattı. Gerçi kendileriyle Ankara’da fikir çarpışmamız olmuştu. Fakat kendi fikirlerinin yürümesi için İstiklal Harbi’nde kendilerinden çok daha büyük fedakârlıklar yapan arkadaşların hakları olan mevkileri işgalden sonra onları küçük görmek ve göstermek ne arkadaşlığa ve ne de insanlığa yakışırdı!”

Karabekir ve Fethi Bey 24 Kasım günü aynı trenle Edirne’ ye doğru yola koyuludan İstasyonda halk toplanmıştır,

Karabekir, “Fethi Bey heyeti 12 mebustu. Meclis reisi olduğundan daima lazım gelen hürmeti gösteriyor ve ilk önce onun inip binmesine dikkat ediyordum... Fethi Bey’i tanıyan yoktu” diye anlatır o günkü Edirne gezisini.

Yolda Muradlı’da Karabekir’i “Yaşasın Ermenistan fatihi” diye karşılarlar. Hadımköy’de milli eğitim müdürü. Fethi Bey’» Karabekir sanarak Karabekir’i över.

Fethi Bey, trende Karabekir’e sorar:

“Biz iki heyet halinde mi gidiyoruz? Edirne’ye böyle mi gireceğiz? Bu nasıl olur paşam?”

Çatışma burada da baş göstermiştir.

Fethi Bey ve Karabekir, Edirne’nin kurtuluş gününde Sultan Selim Camii önünde birer konuşma yaparlar. Karabekir konuşmasında “Bizi kurtarmış olan yegâne kuvvet” der, “Türkün birliğidir.”

Devam eder:

“Bütün millet yürekten canciğer olup el ele verirse herhalde memleketimiz bugünden daha mesut bir halde yaşar. Bundan sonra en büyük vazifemiz asrın icap ettirdiği terakkiyata (ilerlemeye) sarılmak ve cehaletten kurtulmak olmalıdır. Bütün millet de birlik ve azimle koşmalıdır. Şunu da unutmamalı ki, Edirne’nin çok kuvvetli kaleleri sukut etti (düştü). Fakat Sultan Selim Camii, bu muazzam abide sukut etmedi. Türkün en büyük kalesi bu mübarek mabet ve onun şerefelerinden fışkıran ilahi seslerdir. Bizler bu ilahi gayeye bütün ruhumuzla sığınmalıyız.

Efendiler, Türkün birliği ve dini, bu iki muazzam kuvvet bizi saadete erdirecek ve Allah’ın inayeti ile hüzünlü yaşlarımızı dindirecektir.”  (9)

Devam edecek...

www.canmehmet.com

(1) Uğur Mumcu, “KAZIM KARABEKİR ANLATIYOR”

(2) a.g.e. Dip not 44; Atatürk Söylev, 2. Cilt, TDK Yay., 1981, s. 586. Fuat Bey (Bulca): Albay ve 2. Ve 4. Dönem milletvekili (1881-1962). Ruşen Eşref Ünaydın, Tasvir-i Efkâr gazetesi yazan, 2., 3. Ve 4. Dönem milletvekili (1892-1959).

(3) a.g.e. Dip not 45;  Kemalettin Sami Paşa (Gökçen): Balkan. I. Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nda bulundu. Kafkas Tümeni komutanlığı ve Ankara komutanlığı görevlerinde bulundu. 1922’de ordudan ayrıldı. 1934 yılında Berlin büyükelçisiyken öldü.

(4) a.g.e. sahife,106

(5) a.g.e. Dip not 46; Rauf Bey: 1881 yılında doğdu. Osmanlı İmparatorluğu’nda bahriye nazırlığı yaptı. Erzurum ve Sivas kongrelerine katıldı. Bayındırdık bakanlığı, TBMM ikinci başkan lığı ve başbakanlık yaptı. Lozan Antlaşması sonunda İsmet Paşa ile uyuşmazlığa düşerek bu görevinden istifa etti. 1924 yılında Karabekir ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. İzmir suikastından sonra yurt dışına kaçtı. Lonra’da büyükelçilik yaptı. 1967 yılında öldü. Refet Paşa (Bele): Refet Paşa, 1919’da M. Kemal ile Samsun’a çıkanlar arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı’nda içişleri ve milli savunma bakanlıkları ve Batı Cephesi’nin güney kesimi komutanlığını yaptı. I922’de TBMM tarafından Trakya’yı teslim almakla görevlendirildi. 1926’da kendi isteği ile askerlikten ayrıldı. I924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girdi. 1963’te öldü,

(6) a.g.e. Dip not 47; Dr Adnan Bey (Adıvar): TBMM 2. Başkanlığı ve sağlık bakanlığı yaptı. Atatürk ile uyuşmazlığa düşerek 1926 yılında eşi Halide Edip Adıvar ile yurt dışına gitti. I939’da yurda döndü. 1955 yılında da öldü.

(7) a.g.e. Dip not 48; Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Fırka da “irtica” nedeniyle kendi kendini fesih karan alacaktır Fethi Okyar anılarında şunları yazar “Gazi, bu teşebbüs basarılı olmaz ve muhtelif fırkalar memlekette fikir ve felsefelerini söylemek ve tatbik etmek için kanunların teminatı altında mücadele etmezlerse rejimin diktatörlük olacağını ve kendisinin ölümünden sonra bir istibdat mücadelesi bırakmak istemediğini kaç defa söylemişti.” Okyar bu değerlendirmesinden sonra “bugün hakikatler teferruatıyla gelecek nesillerin dikkat ve uyarısına tam olarak” yansıtamadığını, bunun “elemi içinde olduğunu” da yazıyor Üç Devirde Bir Adam, s. 529.

(8) a.g.e. Sahife,109

(9) a.g.e. Sahife,112

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..