Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '11

 
Kategori
Günübirlik Turlar
 

"Bir"

"Bir"
 

Bir Semâzen (google-görsel)


Ağlıyorum! Gözyaşlarım utandırıyor beni ama engellemem imkansız! Bir iki siliyorum, bakıyorum dikkati çekecek, bırakıyorum özgürce aksınlar, ard arda yanaklarıma iniyorlar. Burnum akıyor kahretsin, burnumu siliyorum. Görüntü bulanıklaşıyor, gözlerimi de bastırarak siliyorum. Düşüncelerim, duygularım kadar kuvvetli ve net görmem lazım sahneyi...

Mevlâna'yı anma etkinliklerinde bulunmak için Konya'dayım. Bir tur grubuyla, sabah Ankara'dan hızlı trenle geldik Konya'ya. Günübirlik bir kültür gezisindeyim. Tura katılan bir otobüs dolusu insanla ama asıl, bu geziyi bana haber veren arkadaşımla beraberim.

Çocukluğumda bir kez geldiğim ve pek hatırlamadığım Mevlâna türbesini bir de bugün gezmek; her sene 7-17 Aralık tarihleri arasında düzenlenen Mevlâna'yı Anma Etkinliği'ni yerinde izlemek isteğiyle geldim.

Tur görevlisi Koray, ilk buluştuğumuz andan itibaren, bize Konya ve gezeceğimiz yerler hakkında özet bilgiler veriyor. Gezi programında Semâ Gösterisi de yer alıyor. Gösteri, Mevlana Kültür Merkezi'nde yapılıyormuş ve 2 saat sürecekmiş.

Merkeze geldiğimizde, bugün gezdiğimiz her yerde olduğu gibi, büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Buraya çok sayıda turist kafilesi gelmiş; özel olarak gelenler ve şehir ahalisi de var. Uzun bir bilet kuyruğu neyse ki kısa sürede eridi, içeriye girdik. İçeride dağıtılan broşürleri alıp gösterinin yapılacağı çadır benzeri salonda, bilette belirtilen yerlerimize oturduk.

İki sunucu, Türkçe ve İngilizce olarak, programı sunuyorlar. Önce Kültür Bakanlığı'ndan ve Mevlanâ Derneği'nden iki yetkili, günün anlamına ve Mevlevî felsefesine ilişkin, gösteriye hazırlık konuşmaları yaptılar. Sonra Ahmet Özhan, orkestrasıyla birlikte güzel ve kısa bir konser verdi. İlahiler ve Mevlâna aşkıyla, öğretisiyle ilgili klasik eserler seçmişti. Benim dinî müzik diye bildiğim tarzda...

Sıra sema gösterisine geldi. Sunucu, fotoğraf makinelerinin flaşlarının kapatılmasını ve semazenlerin kesinlikle alkışlanmamasını istedi. Salonda uğultu var, herkes merakla bekliyor, ben de broşürü inceliyorum...

" Semâ, Türk tarihinin, an'anesinin, inançlarının bir parçası olup Hz. Mevlâna( 1207-1273) ilhamıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Kemâle doğru manevî bir yolculuğu (Mirâc'ı), bir gidiş- gelişi temsil eder......

Semâ, kulun hakikate yönelip, akılla, aşkla yücelip, nefsini terkederek Hakk'da yok oluşu ve olgunluğa ermiş, kâmil bir insan olarak tekrar kulluğuna dönüşüdür. Bütün varlığa, bütün yaratılanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüşüdür... Semâzen hırkasını çıkarmakla, manen ebedî aleme, hakikate doğar, orada yol alır.... Başındaki sikkesi, nefsinin mezar taşı, üstündeki tennûresi, nefsinin kefenidir. Kollarını çapraz bağlayarak görünüşte "bir" rakamını temsil eden, böylece Allah'ın birliğini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken kolları açık, sağ eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktığı sol eli yere dönüktür. Bunun anlamı, Hak'dan aldığı ihsanı, halka saçmasıdır. Semâzen, sağdan sola kalbin etrafında dönerek bütün insanları, bütün yaratılmışları, bütün kalbiyle, sevgi ve aşkla kucaklar...

Semâ töreni 7 bölümdür, her bölümün ayrı manası vardır..."

İlk bölüm, Hz. Muhammet'i metheden "Nat'ı Şerîf"dir.

İkinci bölüm, Allah'ın kâinatı yaratışındaki "Kün" yani "Ol" emrini temsil eden, bir kudüm vuruşudur.

Üçüncü bölümde, her şeye can veren 'Nefes"i yani Nefha-yı Ilâhiye'yi temsil eden bir ney taksimi duyulur.

Dördüncü bölüm, semâzenlerin, gizli ruhun diğer ruha selamı anlamında, birbirlerini üç kere selamlaması ve bir peşrevle dairevî yürüyüşüdür.

Beşinci bölümde, Semâzen, üstündeki siyah hırkayı çıkararak sembolik olarak hakikate doğar. Kollarını "bir" rakamını temsil edecek şekilde bağlar, böylece Allah'ın birliğine şehadet eder ve Şeyh'in elini öperek Semâ'a başlar.

Semâ töreni dört selamdır. Dört selam sonunda Semâzen, Allah'a ve Peygamber'e inanmış olduğunun; benliğini, egosunu mağlup etmiş, Hz. Muhammet'in "Ölmeden önce ölünüz" ve Kur'an- Kerim'in ( Fecr 89/27-28-29-30 son ayetlerindeki) " Ey emîn ve mutmain olan nefis, sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak, Rabbine dön! Has kullarım zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!" emirlerine uymuş olduğunun neşesi içindedir.

Altıncı bölümde, Bakara 2/115. Ayeti okunur: "Maşrık da Allah'ındır, mağrip de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah'ın yüzü oradadır. Çünkü Allah Vasî'dir, Alîm'dir."

Yedinci ve son bölümde, bütün peygamberlerin, şehitlerimizin ve bütün insanların ruhları için bir Fâtiha okunur.

Dedeler ve Dervişler, Semâ mukabelesinden sonra, kimseyle konuşmadan, tefekkür(meditasyon) için sessizce hücrelerine çekilirler.

(Tahmin edileceği gibi, gösteri sırasında, ara ara yanan flaşların ışığı göz aldı; gösteri boyunca kendilerini zor tutan seyirciler, daha bitmeden semâzenleri alkış yağmuruna tuttular! Üstelik salonu, semâzenlerden önce terkettiler!)

Semâ başlamadan hemen önce, Mevlevî kıyafetli orkestra üyeleri, birer birer, selam vererek yerlerini aldılar. O sırada ben, broşürleri okumaya devam ettim...

" Hz. Mevlâna'nın Yedi Öğüdü

* Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.

* Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

* Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.

* Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.

* Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.

* Hoşgörürlükte deniz gibi ol.

* Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Bugüne kadar Mesnevî'yi okumuştum biraz, çokça da Mevlâna'ya dair kitap, yazı... Seyrettiklerim de oldu... Hakkında bugüne dek biriktirdiğim her şey, ortamın etkisi ve son okuduklarımla birleşince, Mevlâna'yı düşünürken buldum kendimi...

Hangi Tanrı'ya inanırsa inansın, insanları iyiliğe, merhamete, hoşgörüye, hakkaniyete ve olgunlaşmaya çağıran; insanlığın gelişmesine, aydınlanmasına katkı yapan tüm bilgeleri düşündüm. O'na ve diğerlerine saygı ve hayranlıkla doldum. Bugün bile onca dar görüşlü, geri kafalı, bilgiyi, yeniliği reddeden yobazlar ve dini, insanları sömürmek, amaçlarına uygun yönlendirmek için kullanan akıllı ama kötü niyetli insansılar varken; kimbilir o günkü hangi şartlarda, Mevlevî felsefesini düşünen, Mesnevî'yi yazan, öğretisiyle insanlara ışık olan bilgenin zekasının ve vicdanının gelişmişliği, insanlığının büyüklüğü karşısında, garip bir heyecana kapıldım.

Ve Şems'i düşündüm... Mevlanâ'ya, toplumun ve o güne kadar bilinenin dayattığı kalıpları kırmayı, özgür düşünceyi, kendine güveni öğreten Şems... O'nda vücut bulan, Mevlâna'yı olgunlaştıran aşkı ve Mevlâna'nın Şems'i kaybettikten sonraki çaresizliğini, derin üzüntüsüyle başedemeyip yüreğindekileri beyitlere döküşünü, vardığı adanmışlık noktasının sebebini düşündüm... Mevlâna'nın derin hüznüne ortak oldum sanki...

Ben bu duygular, düşünceler içinde, suskun otururken, Semâ başladı. Görüntü ve düşündüğüm, hissettiğim her şey kuvvetle birbirine yapıştı sanki... Bir yap- boz gibi... Semâzenlerin, dönmenin etkisiyle dalgalanan etekleri, tecrübeyle yer değiştiren ayakları, omuzlarına eğilmiş başları, "bir" olmuş bedenlerinden yavaşça yanlara doğru yükselip biri yukarı biri aşağı açılan elleri, yani onların dönerek ifade ettikleri, tef, ney ve kudümün yanık ve yalvaran sesi ile birleşti; içimde duygunun bin çeşidi birbirine karıştı ve işte o zaman ben, ağlamaya başladım. Öyle bir sevgiydi ki dolduğum, dünyadaki bütün insanları yüreğimde hisseder gibiydim; bütün canlıları kucaklar gibi... İsyan ettim kötülüğe, iyilik varken! Öyle bir ruh halindeydim ki, biraz sonra tefekküre başla deseler, hazırdım sanki!... Mevlâna dememiş miydi?:

"Gel, gel, ne olursan ol, yine gel,
Ister kâfir, ister mecusi,
İster puta tapan ol, yine gel,
Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel..."

İlk selâmda, ışıkları farkettim önce... Kırmızıdan pembeye ve maviye geçen spot ışıklarını... Ve orkestranın yanından verilmiş parlak eflâtun ışığı... Bu ışık oyunları, görüneni, -bir ayinse izlediğim- bir sahne gösterisine çevirdi. Huşu içinde dönen semâzenler, gözümde, yetenekli dansçılara dönüştü hızla... Sonra yanımda oturanların sıkıntılı kıpırdanışlarını farkettim. Bir ötemde oturan, yol yorgunu adamın uyuklayışını... Birden kimilerinin sıkıcı bulduğu bir sahne oyununa evrildi her şey!... Büyü bozulmuştu!... Işıklar beni uyandırmıştı!... Ağlamam kesildi.

Benim için hâlâ ilginç olan gösteriyi, artık biraz da merakla ve beğenerek izledim o andan sonra...

Salondan çıktığımızda hava henüz kararmamıştı ama puslu ve yoğun isliydi. "Nasıl buldun?" sorusu herkesin ağzında... Kimi sıkılmış, kimi yorum yapmadı, kimi bilgi aktardı yorum yerine... Bana da sordular, "Beğendim" dedim. Ne diyeyim?... Gözyaşıyla hafifleyen yüreğimi, hissettiğim onca şeyi anlatsam, yadırgarlardı belki de beni... Biliyorum, bir ben değilimdir bu tecrübeyi yaşayan ama onlar da benim gibi susmuştur mutlaka... Nasıl anlatacaksın ki? En iyisi "beğendim" deyip susmak ama öğrendiğini unutmamak!...

"Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir..."

 
Toplam blog
: 33
: 3988
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

İyi bir okurum. ..