Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '10

 
Kategori
Güncel
 

"Birlikte yaşamak seçenek değil zorunluluk"

"Birlikte yaşamak seçenek değil zorunluluk"
 

Mehmet Bedri Gültekin


Birlikte yaşamak seçenek değil zorunluluk

Açılım, Kürt Açılımı, özgürlük vs. laflarla başlatılan süreçte bir de bakıldı ki, bölünmeye ramak kalmış. APO’nun emrindeki Doğu ve Güneydoğulu belediyeler ve bazı kamu ve kuruluşlarının “özerklik” girişimleri, Diyarbakır Belediyesi Başkanı Osman Özdemir’in devleti dikkate almayan, kabaca söylersek devleti s.klemeyen ve “s.ktir ol git lan!” diyen tutumları AKP hükümetinin ayrılma ve bölünmenin hukuki altyapısını hazırlama bağlamında eyalet yasalarını çıkarması, Kalkınma Ajanslarını kurması ve hızla faaliyete sokması ile birleşince sokaktaki vatandaşı da bölünme düşüncesine sokan gelişmelere varıp dayandı.

Bu kapsamda 6 Temmuz tarihli Hürriyet’teki köşesinde Ertuğrul Özkök “Birlikte Yaşamak Zorunda mıyız” başlıklı makalesiyle kamuoyunda bölünmenin önemli olmadığı gafletini aşılayan bir yazı yayınladı.

Bunun üzerine, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin, Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’e, 6 Temmuz günkü “Birlikte yaşamak zorunda mıyız” başlıklı yazısıyla ilgili bir mektup gönderdi. Gültekin’in mektubu, Türkiye’nin ABD ve Avrupa’nın kucağında giderek büyütülen ve artık sokaktaki herkesin “bölünmeye gidiyoruz” dediği bir ortamda, “bölünsek ne olur ki” aymazlığını yayan yazısına yanıt veriyor ve Türkiye’nin birlik zeminini ve birliğin neden bir seçenek değil, gereklilik olduğunu ortaya koyuyor.

***************

Sayın Ertuğrul Özkök,

Hürriyet Gazetesi Yazarı

Sayın Orhan Bursalı’nın ilgili yazısından hareketle kaleme aldığınız “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” başlıklı makalenizi okudum. Son derece önemli bir konu… Belirttiğiniz gibi konuyu bütün boyutlarıyla ve olası sonuçlarıyla ele almakta ve tartışmakta yarar var.

Söyleyeceklerime geçmeden önce kendimle ilgili kısaca bilgi vermek istiyorum. Tunceliliyim. Kürdüm. 1970 yılından beri aktif olarak siyasal mücadelenin içindeyim. Bu arada dört kez, toplam olarak altı yıl hapis yattım.

Yayınlanmış altı kitabım bulunuyor. Bunlardan ikisi Kürt sorunu ile ilgili. Birincisi (Sovyet Sosyal Emperyalizmi ve Kürt Milli Meselesi) 1980 tarihinde, ikincisi, (2000’lerin eşiğinde Kürt Milli Meselesi) 1993 yılında yayınlandı. Konu ile ilgili bugünlerde piyasaya çıkacak, “Kürt Sorununda Türkiye’nin Çözümü” adlı üçüncü bir çalışmam daha var.

Kısacası tam kırk yıldır hem tarihsel, sosyolojik ve ideolojik düzlemde, hem de politik ve örgütsel düzlemde, Kürt Sorunu üzerine düşünen ve mücadele eden bir kişiyim.

Kendimle ilgili son bir nokta daha: İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısıyım ve Sayın Perinçek’in tutuklandığı 2008 yılı Mart’ından bu yana Genel Başkan Vekilliği görevini yürütüyorum. (“Deli saçması”na maruz kalanların hepsi sizin kadar “şanslı” olmayabiliyor. 8 Temmuz tarihli makalenizde belirttiğiniz Tuncay Güney’in malum “şema”sından dolayı bildiğiniz üzere Sayın Perinçek üç yıldır tutuklu.)

Sayın Özkök,

Farklı etnik toplulukların tarih içinde bir araya gelmesi çeşitli nedenlerle ve çeşitli biçimlerde olabilir. Bu “neden” ve “biçim”lerin arasında “zor”un olduğu örnekler de vardır. Ama toplumların beraber yaşamaya devam etmesi ve hatta bu beraberliğin “bir olmaya” doğru evrilmesi ise “zor”la olacak şeyler değildir. Farklı topluluklar, beraberce yararlandıkları ortak kazanımlar varsa, yollarına beraber devam ederler.

Daha öncesine ilişkin tartışmaları tarih araştırmacılarına bırakalım. Bin yıllık ortak tarihimizin önemli dönüm noktalarına bakalım: Malazgirt Ovası’nda Sultan Alparslan’ın 70 bin kişilik ordusunda, Kürtlerin hatırı sayılır bir ağırlığa sahip olduğu bilinir. Binli yıllarda Kürtler, Bizans’a karşı, Türklerle birlikte hareket ettiler.

Son bin yılın ikinci önemli dönüm noktası 1500’lü yıllardır. Osmanlı Safevi kapışmasında Kürtler, ağırlıklı olarak İdrisi Bitlisi’nin gayretleri sonucunda Osmanlı’dan yana tercihlerini kullandılar.

Üçüncü tarihi eşik ise 20. Yüzyılın başlarında aşıldı. Kürtlerin önüne iki seçenek kondu: Dönemin “Süper gücü” İngiltere, askeri gücüyle Bölgeye yerleşti. Irak’ı işgal etti. Kürtlerin önüne “Kürt devleti” vaadini koydu.

Diğer “seçenek” ise, Kürtlerin bin yıldır beraber yaşadıkları Türkler ile bağımsız bir “Ulusal devlet”e yönelmeleriydi.

Yani bugün ABD ve AB tarafından Kürtlerin önüne konan “seçenek” yeni değildir. Kürtler 90 yıl önce bu seçeneği ellerinin tersi ile ittiler. Ki o zaman ayrı bir “Kürt devleti” açısından koşullar, bugün ile kıyaslandığında çok daha fazla olanaklı idi.

Türkler, 1911 yılından beri devam etmekte olan savaşların sonucunda ağır yenilgiler yaşamışlar, İmparatorluk topraklarının önemli bir kısmını kaybetmişler ve çoğunlukta olduğu topraklarda bile köle olmanın eşiğine gelmiş bulunuyorlardı.

İşte “Birlikte yaşamaya mecbur muyuz?” sorusunu gündeme getirmeden önce üzerinde düşünmemiz gereken nokta budur. En zor döneminde bile Kürtler, Türkleri terk etmek yerine “Ya istiklal ya Ölüm” sloganında ifadesini bulan kader birliğini tercih ettiler.

Sayın Özkök,

Kürtlerin, tarihin en zor döneminde almış olduğu tavır, bugün gündeme getirdiğiniz sorunun cevabıdır. “Ateş ve ihanetler” içinde (Nazım Hikmet) ve hayat pahasına yapılan tercihten daha değerli bir şey olabilir mi? O zaman bulmuş olduğumuz cevabı, neden bugün artık cevap olarak saymıyoruz?

Kurtuluş Savaşı’nı biz 1915-1922 yılları arasında verdik. Savaşın ilk yıllarında Doğu Cephesinde Rus işgalcilerine ve işgalciyle işbirliği yapan Ermeni çetelere karşı Kürt-Türk hep beraber verdiğimiz mücadele ve bu mücadelede elde ettiğimiz başarılar ve mevziler, daha sonra Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırmamızı mümkün kılmıştır.

Çünkü o mücadele sayesinde sırtımızı vereceğimiz sağlam bir “cephe gerisine” sahip olduk.

Kurtuluş Savaşının bütün cephelerinde Türkler ve Kürtler omuz omuzaydılar ama Urfa, Antep, Maraş ve Çukurova’da verilen mücadeledeki birliktelik, “Vurun Kürt uşağı namus günüdür” sözlerinde de ifadesini bulduğu üzere türkülere kadar yansıdı.

Bu yıllarda Anadolu’da yirmi üç gerici isyan çıktı. Ve bunlardan sadece biri, Kürtlerin yaşadığı bölgede gerçekleşti. Oysa bu yıllarda İngiliz ajanları Kürt illerinde cirit atıyordu. Türlü vaatlerle Kürtleri isyan etmeye davet ediyorlardı.

Kürtler İngiliz ajanlarının vaatlerine itibar etmedi. Mustafa Kemal’in “Öz kardeşler olarak ortak vatanı savunma” çağrısına uydular.

TBMM’nin İngilizlerin kontrolü altında olan Kuzey Irak’a gönderdiği Özdemir Beyin 1921 ve 1992 yıllarında bölgede gösterdiği faaliyet ve Kürt aşiretlerin Özdemir Bey’le birlikte İngilizlere karşı verdikleri mücadele özellikle öğreticidir.

Özdemir Bey küçük bir kuvvetle Bölgeye gitti. Ama Revanduz’da İngiliz kuvvetleri ile yapılan savaşa beş bin kadar Kürt aşiret kuvveti katılmıştır ve İngilizler ağır bir yenilgiye uğratılmıştır.

Bölgede bilindiği üzere Ankara’nın Hükümet otoritesi yoktu. Tam tersine Kürtlere özerklik, bağımsızlık vb. vaatlerde bulunan İngilizler vardı. Ama Irak’ın Kürtleri, o koşullarda bile Türk askeri ile İngiliz emperyalistlerine karşı savaşmayı tercih ettiler.

Sevr görüşmelerinde Kürtler, emperyalistlerin devlet vaatlerini ellerinin tersi ile ittiler. Lozan görüşmelerinde bütün güçleri ile TBMM delegasyonunun arkasında durdular.

Sayın Özkök,

Hayat pahasına yapılan bu tercih, artık sadece tarihte kalmış olan bir hatıra mıdır? Öyle olmadığı, yirmi altı yıldır devam eden şiddete, binlerce şehide ve sayısız provokasyona rağmen Türk ile Kürdün devam eden birliği ile bir kez daha kanıtlanmıyor mu?

“Beraber yaşamak zorunda mıyız?” sorusu tam doksan yıl gündemimizde hiç olmadı. Şimdi ise ciddi olarak gündemimize girmiş bulunuyor. Ama zannettiğiniz gibi bu “gündeme giriş”, Kürtlerin çabaları sonucunda olmadı.

Tam tersine Kürt yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu bugün de, kader birliğini devam ettirmenin çabası içindedirler.

“Kürtlerin, Türklerle beraber yaşamak zorunda olmadıkları” fikrinin sahibi, yüzyıl önce olduğu gibi bugün de Batılı emperyalistlerdir.

Amerika’nın; İsrail’in yanı sıra Bölgede; petrol, doğalgaz ve tatlı su kaynaklarına sahip, nüfus ve toprak bakımından İsrail’den daha büyük; ama varlığı ve yaşaması tamamen kendisine bağlı bir kukla devlete olan ihtiyacı tartışılmaz.

Irak’ın işgaliyle birlikte Bölge’ye yerleştikten sonra Amerika’nın, bu ihtiyacının gereğini yapmak için hangi faaliyetlerde bulunduğu biliniyor.

Avrupa’nın ise, mevcut boyutlarıyla ‘hazmedilmesi zor olan bir Türkiye’ yerine, ‘küçültülmüş bir Türkiye’, her zaman çıkarınadır.

İşte bundan dolayı ‘Kürtler ayrılsın’ fikrinin sahibi Amerika ve Avrupa’dır. Bu temel etkenin yanı sıra, konuyu gündemimize getiren diğer etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

Irak’ın kuzeyindeki Kukla Devlet: Tam yirmi yıldır Amerika tarafından hayata geçirilen bu oluşum, AKP iktidarının son yıllardaki adımları ile artık resmiyet kazanmaktadır. Fiili bir Kürt devleti, giderek daha fazla Kürt kökenli yurttaşımız açısından bir “seçenek” olma özelliğine kavuşmaktadır.

Ankara’daki AKP iktidarı: AKP’nin Amerikan politikalarına kayıtsız şartsız teslimiyeti, Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki Eşbaşkanlığı ve Abdullah Gül’ün Colin Powell ile imzaladığı gizli sözleşmenin yanı sıra, bu Partinin toplumu, etnik ve dinsel farklılıklar temelinde ayrıştırmayı öngören ideolojisi, milletimizi bölmekte ve sözünü ettiğiniz sorunun gündemimize gelmesinde rol oynamaktadır.

Sekiz yıllık AKP iktidarının bu açıdan ne anlama geldiğini rakamlarla verelim: 2002 yılında PKK’nın silahlı faaliyeti durmuştu ve kitle desteği en alt seviyeye inmişti. Ama 2003 yılı ile birlikte AKP iktidarının da sağladığı elverişli ortamda PKK’nın yükselişi başladı.

2004 yerel seçimlerinde DTP, Batıcı sol grupların da desteği ile ancak yüzde 4 kadar bir oy aldı.

Bu oran 2009 yerel seçimlerinde yüzde 5, 6’ya, son kamuoyu yoklamalarına göre ise yüzde 7’ye yaklaşan bir seviyeye ulaştı.

Terörün ulaştığı boyut üzerine söz söylemeye gerek yok. Bütün bunlar AKP iktidarının eseridir.

Batıcı Kürt milliyetçiliği, bütün bu etkenlerin sonucu olarak Kürt milliyetçiliği tarihindeki en büyük etkinlik ve yaygınlığa ulaşmış bulunuyor.

Sayın Özkök,

Bütün bu olumsuz etkenlere rağmen ‘ayrılık’, Kürt yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu açısından bugün de gündemde değildir. Bunun birçok nedeni sayılabilir. Ama bu sorun üzerine düşünülürken ilk akla gelen etkenler şunlardır:

Sosyoloji bilimi ‘millet’ tarifini şöyle yapar: “Belli bir toprak parçası (vatan) üzerinde yaşayan, ortak bir dili konuşan, iktisadi yaşantı birliği ile ruhi şekillenme birliğine sahip olan toplum.”

Şimdi bu dört unsur açısından toplumumuza bakalım: Ortak vatanın varlığı tartışmasızdır. Türkçe, bütün Kürt yurttaşlarımız tarafından da konuşuluyor. Hatta Türkçenin; farklı lehçeler, diller ve ağızlarla konuşan Kürt yurttaşlarımız açısından tek ortak iletişim aracı olduğunu söylemek gerçeği ifade etmek olacaktır. Yani ortak dil de var.

İktisadi yaşantı birliği, artık tam anlamıyla gerçekleşmiştir.

Ruhi şekillenme birliği ise yirmi, otuz yıl önce çok daha güçlüydü. Bugün bu koşul açısından daha olumsuz bir durumun olduğu bir gerçek. Ama Kürt yurttaşlarımızın çoğunluğu açısından bugün de milleti millet yapan ortak duygu birliği hâlâ geçerli. Öte yandan Ankara’da milli bir iktidarın varlığı, bu açıdan var olan olumsuzluğu hızla olumluluğa çevirir.

Bu tablo, Türklerin ve Kürtlerin tek bir millet olma yolunda, Cumhuriyet dönemi boyunca yaşanan olumsuzluk ve eksikliklere rağmen çok önemli bir mesafe aldığını gösterir.

Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ifadesiyle; bir tarihsel eylemin ne anlama geldiğini doğru olarak belirlemiştir. Öte yandan aradan geçen doksan yılın sonunda bu belirleme çok daha ileri boyutlarda hayat bulmuştur.

Bu gerçeklik, “ayrılık”ın neden hâlâ Kürt yurttaşlarımızın gündeminde olmadığını da gösteriyor.

Sayın Özkök,

Kürtler, emperyalistler tarafından önlerine konan “ayrılık” seçeneğinin ne anlama geldiğini, dünyanın başka yerlerinde, özellikle son yirmi yıl içinde yaşanan pratiklerde somut olarak gördüler.

“Birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye soruyorsunuz. Hiç şüpheniz olmasın Kürt yurttaşlarımız, bu sorunun ne anlama geldiğini, yanı başımızdaki Yugoslavya ve Irak pratiklerine bakarak somut olarak görüyorlar.

Yugoslavya’da ülkenin etnik unsurları, bir tek ortak devlette örgütlenmişlerdi, ama yine de aralarında birbirini ayıran çizilmiş sınırlar vardı. Buna rağmen “ayrı yaşama” isteğinin, on yıllık hayata geçirilme pratiğinde, 600 bin kişi öldü. Yani her otuz Yugoslav yurttaşından biri öldü.

Şimdi Irak’ta yeni “sınırlar” çiziliyor. Etnik ve dinsel ayrılıklara dayanan yeni haritalar şekilleniyor emperyalistlerin ellerinde. Bugüne kadar her yirmi Iraklıdan biri öldü ve daha da ölüyorlar.

Türkiye’de ise, ne öyle Yugoslavya’daki gibi çizilmiş olan bir sınır var; ne de Irak’taki gibi, Kürtlerle Türkleri birbirinden ayıracak bir 36. paralel… Gaziantep’ten tutun Kars Ardahan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafya da Türkler ve Kürtler bir arada karışık yaşıyorlar. Batıdaki Kürtleri saymıyorum. Doğu’daki Kürt’ten daha fazla Kürt batıda yaşıyor.

Bu tablo içinde sınır nereden ve nasıl geçecek? Sınırı çizdiğinizde batıda yaşayan Kürtler ne olacak? Böyle bir coğrafyada sınır çekmeye kalktığınız an, bunun; mevcut sistemi ve bu ‘çözümü’ gündeme getiren aktörleri düşündüğümüzde, etnik boğazlaşma dışında bir yolu yoktur.

Yugoslavya ve Irak örneklerini göz önüne aldığımızda bu, emperyalistlerin istekleri uğruna milyonlarca insanımızın yıllardır yaşadığı yerinden yurdundan edilmesi ve ölümü demektir.

İşte her şeyi bir yana bırakalım, sadece bu nedenden dolayı, ‘ayrılık’, Türk olsun, Kürt olsun milletimizin bütün mensupları açısından gündemimizde değildir ve olamaz.

Ayrıca hangi toplumsal sınıfa mensup olursa olsun, bütün yurttaşlarımız büyük ve zengin bir devletin sunduğu olanaklar ile küçük ve fakir bir devlette yaşamak arasındaki farkı bilirler.

İşçi, büyük bir ülkede çok daha kolay iş bulur ve işten sağladığı gelir o oranda daha iyi olacaktır.

Üretici, ürettiğini büyük ülkede daha iyi koşullarda ve daha rahat satabilecektir.

Esnaf için de aynı durum söz konusudur. Keza işadamları açısından da daha büyük ülke, daha büyük pazardır.

Günümüzün yükselen ülkelerine bakın. Çin, Hindistan, Brezilya, İran, Meksika, Arjantin. Hepsi nüfus ve yüzölçümü olarak büyük ülkelerdir.

Ve büyük ülke, kültürel ve bilimsel açıdan zenginliktir.

‘Büyük ülke’, Kürt kökenli yurttaşlarımız açısından İstanbul’dur, İzmir’dir, Antalya’dır ve Çukurova’dır.

İşte bütün bunlardan dolayı, Kürt kökenli yurttaşlarımızın ezici çoğunluğunun gündeminde ‘ayrılık’ veya sizin deyiminizle ‘Birlikte yaşamak zorunda mıyız?’ sorusu yoktur.

Sayın Özkök,

Birlikte yaşamayı, bizim açımızdan artık bir zorunluluk haline getiren etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Bin yıllık ortak tarih, birliktelik için çok güçlü bir tarihsel arka plan oluşturmuştur.

2. Geçen yüzyılın başında dünyada ve tarihte örneği az görülen iki büyük eyleme beraberce sahiplik yaptık. Emperyalizme karşı tarihin ilk Kurtuluş Savaşı’nı verdik ve Cumhuriyet Devrimi’ni başardık. Toplumların ortaklaşa gerçekleştirdikleri büyük eylemler, o toplumların milletler haline dönüşmelerinde tayin edici rol oynar.

3. Şemdinli ve Çukurca’nın dükkânlarında İstanbul’da üretilen mallar satılıyor. Şemdinli balının ve Urfa tereyağının ve Van peynirinin alıcıları ise Türkiye’nin dört bir yanında. Kısacası Türkler ve Kürtler, ortak bir pazar etrafında çok sıkı bir biçimde birleşmiş durumdalar.

4. Türkçe; Türk, Kürt bütün yurttaşlarımızın ortak dili olmuştur.

5. Son yarım yüzyıl içinde etnik kökeni ne olursa olsun bütün yurttaşlarımız, işçi grevlerinde, üretici eylemlerinde, gençlik mücadelelerinde, antiemperyalist eylemlerde ve genel olarak bütün demokratik mücadelelerde hep omuz omuza oldular.

Bu birliktelik bugün de sürmektedir. 25 Kasım’daki Kamu Çalışanları mücadelesinde, 4 Aralık’taki eczacı eyleminde, yetmiş sekiz günlük tekel işçilerinin büyük direnişinde, 1 Mayıs’ta Türkiye’nin her yerinde emekçiler hep birlikteydiler.

Bütün bu mücadeleler hep daha güzel bir gelecek içindi.

Ortak gelecek için omuz omuza ayağa kalkan insanlara, “Beraber yaşamak zorunda mıyız?” diye sormak abestir.

6. Kürt yurttaşlarımızın çoğunluğu bugün Doğu, Güneydoğu’da değil Batı illerinde yaşıyor. Kürt akrabası olmayan Türk aile, Türk akrabası olmayan Kürt aile kalmamıştır. Daha doğrusu kimin etnik olarak “Türk”, kimin “Kürt” olduğunun belli olmadığı bir toplumsal bileşim ortaya çıkmıştır. Doğrusu; Türk de biziz, Kürt de biziz; hepimiz Türk milletiyiz.

Milletler de, millet isimleri de tarih içinde ortaya çıkar. Yüzyıl önce Lübnan’dan Latin Amerika’ya giden Hıristiyan Arap, Latin’e göre “Türk’tür”. Yunanistan’a göçen Anadolu Rum’u da Yunanlıya göre Türk’tür.

7. Arkamızda kalan 20 yıllık dönemde BM’ye üye devlet sayısı 160’tan 200’e çıktı. Emperyalizm ezilen dünyadaki her farklılığı iç çatışma çıkarmak ve küçük küçük siyasi birimler yaratmak için değerlendirdi. Artık bu dönem geride kalıyor.

Emperyalizm artık dünya çapında yeniliyor. Ezilen dünyada, küçük küçük devletlerin ortaya çıkması için çalışan Amerika ve Avrupa kaybediyor. “Ayrı bir Kürt devleti” bu kaybeden güçlerin hedefi olduğu için başarı ihtimali kalmamıştır.

8. Günümüzde tarihsel süreç, ezilen dünyada büyük milletlerin ve büyük devletlerin oluşması doğrultusundadır. Halkların çıkarı daha büyük birlikler oluşturmaktan geçmektedir. Nitekim şimdi, Asya’da, Latin Amerika’da ve Afrika’da ezilen milletler ve ülkeler arasında birlik eğilimi kuvvetlenmekte ve buna uygun örgütler kurulmakta ve güçlenmektedir (ŞİÖ, ALBA, ABÖ).

9. Bölgemizin bütün devletleri ayrılıkçılığa karşıdır ve ulusal sınırların korunmasından yanadır. Bunun da ötesinde bölge ülkeleri arasında birlik eğilimi güçlenmektedir. İşgalci emperyalistlerin bölgeden çekilmesi ile büyük birliklerin önündeki en nemli engel ortadan kalkmış olacaktır.

Bölgemiz “Batı Asya Birliği”ne gidiyor. Böyle bir birlik içinde Kürtler için ayrı bir devlet talebinin zemini tamamen yok olmaktadır.

Sayın Özkök,

Bütün sorun şudur: Bu toprakların asıl sahibi ve büyük bir uygarlık birikimin asıl mirasçıları olarak bizler, kimin gündemini takip edeceğiz? Emperyalizmin önümüze koyduğu gündemi mi tartışacağız, yoksa kendi gereksinimlerimizden hareketle belirlediğimiz kendi gündemimizi mi?

Bizim “Beraber yaşamak zorunda mıyız?” diye bir gündemimiz yoktur. Biz birbirimize mecburuz. Bizim, ‘birbirlerinin aklarına saygılı öz kardeşler olarak’ (M.Kemal) emperyalizme karşı sımsıkı birleşerek tam bağımsız, gerçekten demokratik ve müreffeh bir Türkiye yaratma gündemimiz vardır.

Saygılarımla. 10 Temmuz 2010

Mehmet Bedri Gültekin

İşçi Partisi

Genel Başkan Vekili

*Teori dergisinin Temmuz/ 2010 sayısında Bayram Yurtçiçek ve Kurtuluş Güran’ın, Irak’taki İngiliz işgaline karşı 1919–21 yıllarında yürütülen Kürt ve Arap direnişine, M. Kemal tarafından gönderilen Türk subay ve askerlerinin yardım ve önderliği konusunu inceleyen kapsamlı birer yazıları vardır. Okunmasını salık veririz.

 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..