Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Haziran '18

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

“Bismillah – Allah – Allah – Bismillah.” Fatih’in Ayasofya’ya Girişi - Ayasofya’da Gece Buluşması

“Bismillah – Allah – Allah – Bismillah.” Fatih’in Ayasofya’ya Girişi - Ayasofya’da Gece Buluşması
 

Ayasofya’da Gece Buluşması-Nazan Şara Şatana


AYASOFYA’DA GECE BULUŞMASI
KİTABINDAN:

FATİH SULTAN MEHMET’İN
AYASOFYA'YA GİRİŞİ

 

Birkaç adım atmıştı ki, Sait’in sesini duydu.

“Yine kayboldun! Sen nerelere gidiyorsun ben anlamıyorum ki?”

“Anlatsam da anlamazsın ki?”

“Bir dene istersen?”

“Daha önce denedim, ama sen olduğun halde anlamadın.”

“Bunlar ne yahu? Sen neler söylüyorsun, ne anlatıyorsun ben hiç anlamıyorum.”

“Boş ver böylesi daha iyi.”

“Yahu biz buraya Kutsal Kâseyi bulmaya gelmedik mi? Yaptığımız sadece onun karşısında oturup duvara bakmak. Bak bak sonu yok!”

“Olur mu canım? Düşünüyoruz.”

“Düşünüyor muyuz? Sabah olacak hala düşünüyoruz. Boşu boşuna mı geldik biz buraya.”

“Sence?”

“Bence boşuna geldik. Hiçbir şey yapmadık ki sadece ben hep seni aradım, sen hep kayboldun.”

“Neden beni arıyorsun?”

“Ne demek neden arıyorsun? Yanımdan yok oluyorsan, başımı biraz çevirsem seni bulamıyorum.”

“Ben olmayınca korkuyor musun?”

“Korkmuyorum ama seni merak ediyorum, seni özlüyorum.”

“Ohhooo çok iddialı bir söz! Sait Bey yanlış anlayacağım.”

“Yanlış derken neyi kastettiğin ya da senin neyi yanlış olarak düşündüğün önemi!  Belki sence yanlış bence doğrudur.”

“Eyvahlar olsun felsefeye geçtik, peki öyle olsun. Ben düpedüz soracağım. Sen beni niye özlüyorsun?”

“İnanır mısın bunu kendime de çok sordum öyle ya ben seni niye özlüyorum sanki seni çok uzun zamandır mı tanıyorum? Hayır kısa hatta bayağı kısa zaman oldu ama zamanın kıymetlisine rastladım.”

“Zamanın kıymetlisi mi? Kıymetli zamanlar! Bunu bu gün birkaç kez duymadım mı?”

“Ben mi söyledim hiç hatırlamıyorum söylemiş olabilirim aklım o kadar karışık ki neyi söyledim neyi söylemedim bilemiyorum!”

 

Zamanın Kıymetlisi

Zamanın kıymetlisi ne kadar değerli bir sözcüktü kaliteli zamanda deniliyordu bu tür durumlara… Öyle ya kaliteli zaman geçirmek asl olandı. Herkese nasip olmazdı. Bazen yaşanmış birkaç saat bir ömre bedel denilirdi gerçekten öyle olabilir miydi? Gerçekten saatlerin kıymeti dakikalarda nelerin paylaşıldığıyla mı eşdeğerdeydi? Neden olmasındı. Hatıra biriktirdiklerimizin içinde sadece özel olanları aklımızda tutar zamanı geldiğinde de yâd ederiz. Bu kıymet değil midir? Özele alınmışsa sebebi vardır. Sebebi olanda kıymetlidir. Kaliteli zamanda böyle bir şey! Peki, kendi Sait’le kaliteli zaman geçirmiş miydi? Bence geçirmemişti! Onun yanında çok olmamıştı ki, hep bir yerlerdeydi, hep birileriyle birlikteydi. Aralarda onunla karşılaşıyor genelde birbirine benzer konulardan içeren çok değişik kelimelerin kullanılmadığı sohbetler geçiyordu aralarında. Sadece her defasında biraz daha mı yakın oturuyorlardı, yoksa her defasında Huriye’nin içinde bir yerlerde Sait’in onu beklediği mi yatıyordu? Ona güveniyor muydu? Bu soru bu gece birkaç kez aklına gelmemiş miydi? Güven önemliydi. O kimseye güvenmezdi. Eşine güvenmişti ne yazık ki, oda onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Belki de kendini üzülmekten alıkoymak için etrafına görünmez bir perde çekmiş, kendini kitapları ve tiplemeleri ile baş başa bırakmıştı. Bu gece kalbinin yerini bulmuştu bu garip gelmişti. Bu gece bir an bir salise onun gözlerinde bir parıltı hissetmişti de bu da kalp atışlarını mı hızlandırmıştı? Böyle bir şey olabilir miydi? Evveline gittiğinde neden ikisi birlikte bu kutsal mekânda gece nöbetteydiler.

Bu bir kader miydi?

Kaderin oyunu muydu?

Bunu bilmekte elbette zordu. Zamana ihtiyaç vardı da hangisine kaliteli olana mı yoksa yaşanılır olana mı?

“Fark etmez, deneyeceğiz ve göreceğiz.”

“Huriye sen yine kendi kendine konuşuyorsun. Neyi deneyeceksin ve göreceksin?”

“Yüksek sesle düşünme rahatsızlığına kapılmışım ben bunu anladım.”

“Olabilir belki de duyguların artık yeter diyorlardır, bizi azat et bırak da bizde adam gibi hislerimizle hareket edelim.”

“Benim duygularım böyle diyorlar ve sen benim duygularımın tercümanı oluyorsun.”

“Evet, bu çok doğru...”

“Valla sağ olasın. Duygularım sana minnettar kalacaklar. Bir dakika sen sesler duyuyor musun?”

“Yine başladı. Yine gaipten sesler duymaya başladı.”

“Nasıl ya, bu defa da duymuyorum dersen, gerçekten düşer bayılırım.”

“Hayretsin Vallahi! Sanki bilhassa mı yapıyorum. Duymuyorum. Üstelik nasıl sesler olsun, bu büyük sessizlikte. Biz ikimiziz bu koca yerde. Sana gelip gidiyorlar ama bana söylemiyorsun.”

“Sait ’çiğim, lütfen susar mısın? Bak dinle sesleri dinle.”

“Aklımdan olacağım. Bunu kesin anladım. Bu gecenin sabahı ben aklını yitirmiş olarak Ayasofya’dan çıkacağım.”

Huriye onu dinlemiyordu.

 

Fatih’in Ayasofya’ya Girişi

Duyuyordu. Ne yapsın gerçekten duyuyordu. Üstelik her zaman olduğu gibi ufaktan başlayan sonradan açılan sesler değildi. Bu düpedüz top sesleriydi ve ödünü kopartmıştı bu sesler! Yer gök sarsılıyor sandı. Büyük sessizlikte büyük gürültü kıyamet gibi olmuştu. Top sesinden sonra duyduğu diğer seslerle irkildi. Bu sesleri, bu sözleri biliyordu. Tanıdıktı. Kendi diliydi! Allah – Allah sesleri yeri göğü yıkıyordu.

Şehrin her tarafından aynı sesler gökyüzüne yükseliyordu. Her yerden tekbir ve ezan sesleri geliyordu.

 “Ha Allah – Ha Bismillah”

Sesler o kadar ahenkli geliyordu ki, Huriye şimdiye kadar duyduğu seslerden ne kadar farklı olduğunu anladı. Belki gelen sesler çok güçlüydü ama karşı taraftan çığlıklar gelmiyordu. Ağlama, haykırma, yalvarma yoktu. Canı yanan insanların çığlıkları yoktu. Sadece ritmik yürüyüşler ve dualar duyuluyordu. Üstelik yüksek sesle sanki bir ordu hep bir ağızdan dua okuyorlardı.

 

./…

 

NAZAN ŞARA ŞATANA

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....