Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

…biz nereye mi gidiyoruz?…

…biz nereye mi gidiyoruz?…
 

…“Şimdi tek eşliliğin de, para karşılığı zorunlu fuhuşun da, güncel iktisadi temellerini kökten değiştirecek bir evrim sürecinde gidiyoruz”…

Uygarlık tarihinin doğuşundan bu güne dek uzanan sürede, insanlığın geçmiş yaşamındaki var olma çabası, insanlığın önünde yaşanacak olan zamanın ancak çok küçük bir parçası olacak kadarıdır. Tek amacı zenginlik olan bir toplumsal yapının tarihi sürecini tamamlayarak, toplumsal yıkımı tehdit edercesine insanlığın önünde dikilmekte. Çünkü her toplum kendisini değişime uğratacak dinamikleri içinde oluşturup geliştirir.

Uygarlık tarihinde, toplumsal kurumları en belirleyici temel etken, maddî yaşamın üretimi ve yeniden-yeniden üretimidir. Yaşam araçlarımızın, beslenmeye, giyinmeye, barınmaya, eğitim-öğrenim ve toplumsal gelişmemizi sağlamaya yarayan unsurların değişimi ve geliştirilmesi; gelişen teknolojinin ve teknik aletlerin üretimi, bir yandan da bizzat modern, uygar, üreten insan türünün üremesi. İçinde yaşadığımız toplumun temel belirleyicisi, bu çok yönlü üretimin erişmiş olduğu gelişime aşaması tarafından belirlenmektedir.

Toplum yönetimini elinde bulunduranların zorunlu olarak yapması gerekenler; demokrasi, toplumda kardeşlik, haklarda eşitlik, genel eğitim, toplumun gelecekteki yüksek ve kaliteli yaşam biçiminin önceden temellerinin atılmasına; aklın, tüm gelişen tekniğin ve bilimin, durmadan buna çalışıyor olmasını sağlamaktır. Toplum çıkarları, kişisel çıkarlardan kesinlikle çok daha önemlidir. Her toplumsal değişimin ve ilerlemenin yasası geçmiş tarihlerde olduğu gibi gelecek insanlık tarihinin de kaçınılmaz yasasıdır. Yalan dolan, hırsızlık, ölüm, fakirlik tüm adaletsizlik, soygun ve riya, insanlığın değişmez alın yazısı ve kaderi değildir.

Uygarlığın ilerlemesinin kaçınılmaz bir sonuç olarak meydana getirdiği kötülükleri, iyilikseverlik örtüsüyle örtmek, orta çağ mistik ve karanlık zihniyetini telleyip pullamak, ya da yadsımak, ne geçmiş toplum biçimlerinde, ne de uygarlığın ilk aşamalarında bilinen danışıklı bir ikiyüzlülüğe sarılıp medet ummanın en aşırısını en açıkçasını ve yaşamaktayız.

Uygarlığın doğuşundan bu güne; servet artışı ve zenginlikler o kadar büyük servet biçimleri oluşturdu ki, bu servet artışından doğan uygulamalar da akla hayallere sığmayacak kadar çeşitlenerek, servet ve zenginlik yararına oluşan yönetimlerde, çok boyutlu geniş yetenek ve beceri sahibi olma olanağı sağladı. Bu gelişme giderek durdurulması ve gemlenmesi olanaksız bir güç haline geldi. Uygar insan kendi türünün karşısında köleleşen, eli kolu bağlı, şaşkın uygar köleler durumuna düştü.

Tüm toplumsal dengesizliklere rağmen, insan aklının bu bozulan dengeye egemen olmak için yeter derecede güçlü olacağı, modern uygar insanlık, yeni bir devlet ve devletçe korunan üretim ilişkilerini, mülkiyet biçimlerini, mülk sahiplerinin haklarının sınırlarını da saptayacağı geleceğe doğru gidilmektedir.

Uygarlıkla birlikte başlayan ticari üretim aşaması, iktisadi yaşamda paranın ve parayla birlikte para-sermaye, faiz ve tefeciliğin, aracı sınıf olarak tüccarların, özel toprak mülkiyeti ve ipoteğin, “üretimin egemen biçimi” köle iş-gücünün ortaya çıkmasıyla belirlenmiş olur.

Uygarlığa denk düşen ve uygarlıkla birlikte kesin olarak kurulan tek eşli aile biçimi, erkeğin kadın üzerinde üstünlüğü ve eğemen oluşu, uygar toplumun özeti olarak “iktisadi bir birimi” oluşturmak zorunda kalan karı koca ilişkisi olarak aile oluşur.

Uygarlık, toplumsal işbölümü sonucu bireyler arasında ortaya çıkan değişim ve dağılım, bu iki olguyu kapsayan “üretim güçleri ve ilişkisinin” tam olarak gelişerek, daha önceki toplumu altüst ettikleri toplumsal gelişme aşamasına doğru bir gidişi izleriz..

Tek-eşliliğin temelinde yatan en önemli temel etken, (servetlerin bir elde —bir erkek elinde— toplanmasından) miras ve hukuk yolu ile erkeğin çocuklarına kalması isteğinden doğdu. Bunun için, erkeğin değil, kadının tek-eşliliği gerekliydi; öyle ki, kadının bu tek-eşliliği erkeğin açık ya da saklı çok-eşliliğine hiç de engel olmuyor ve erkek, uygarlığının enine boyuna tadını çıkarmış oluyordu.

Diğer tarafta, giderek yoksullaşan, iş-gücünü satarak yaşamak zorunda kalan, özel mülkiyetten arındırılmış emekçi yığınların, vasiyetle bırakabilecekleri servetlerinin olmayışından, çoluk-çocuklarına miras bırakma kaygısı da böylece ortadan kalkar. İktisadi nedenlerden doğmuş olan tek-eşlilik, bu iktisadi nedenler de ortadan kalkınca, “tek-eşlilik”, bu andan sonra tam anlamıyla karşılıklı gerçek saygınlığı içinde yerini bulacak ve gerçekleşecektir. Para ve mülkiyet temelinden uzak, iktisadi kaygılardan arınmış, çalışarak kazanan insanların kendi emeğine ve evliliklerindeki karşılıklı kuralların getirdiği saygınlıkla yapılan evlilikler; para karşılığı kendini satma zorunluluğu fuhuş’u da ortadan kaldırmış olacaktır. Fuhuş ortadan kalkınca, tek-eşlilik, saygın bir nitelik kazanacaktır.

Tam da burada yeni bir olguyla karşılaşacağız; tek-eşliliğin meydana çıkmasıyla tohumları atılmış olan, gelişmeye başlayan, karşılıklı saygınlıkla varlıklaşan “bireysel aşk”. Barbar orta çağ uyarlığından arınmış, modern insan toplum yaşamında söz sahibi olup konuşmaya başlaması ile ilgili; bu gün onların nasıl davranacakları konusu üzerine hiç bir söz ve düşünceden eser yok; kaldı ki olsa da orta çağ uygarlığının hiç sözüne kulak asmayacaklar ve kendi edindikleri teori-pratik deneyimleri ile "geçmiş uygarlığı yargılayacak olan kamuoyunu kendileri oluşturup yaratacaklardır”.

Yaşamlarında bir kadınla asla para ya da başka bir toplumsal güç ve zorunluluk aracıyla, eşleşeceği kişiyi satın almayacak yeni bir erkek neslinin oluşunun şafağına doğru.

Gerçek saygı-sevgi-aşktan başka hiçbir nedenden ötürü, kendisini bir erkeğe vermeyecek, ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak (parasız-pulsuz zihniyeti ile) kendini sevdiği kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağının oluşunun şafağına doğru gitmekteyiz.

 
Toplam blog
: 26
: 346
Kayıt tarihi
: 12.03.09
 
 

1955 yılında Çukurova-Ceyhan’da doğdum. Orta öğrenimi yarıda bırakıp on iki yaşında oto tamirci çıra..