Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '11

 
Kategori
Blog
 

"Blog aşklarından" gına geldi.

"Blog aşklarından" gına geldi.
 

İşte! Bir avuçluk sanal dünya!


Blog yazarımız Sevgili Dr. Atanur Bey; düşünmüş, taşınmış, “yazsak yazsak ne yazsak?” demiş. “Ne yapayım, ne edeyim, ne yazayım ?” derkeeeen, çareyi bulmuş. Konusunu seçmiş. “Eyyyyy, Blog ahalisi” diye başlayıvermiş. Yazmış da yazmış.

Sanal liflerden mamul çuvalını, getirip bir meydanda ağzını açıp, boca edivermiş. Yere saçılanlar, düşündürücü... Ahalimiz mutsuzmuş... Burada, aklı başında adama hiç rastlamamış…Şimdi hepimizden yorum bekliyor. “N’olcek halimiz?!” diye.

“Sanal ortamda sevgi ve aşk arayışları ile mutlu musunuz? Neden bilgisayarlardan medet umuyoruz? Şiirlerimiz, mesajlarımız neden hasret ve ayrılıkların hüznünü taşıyor?” diye soruyor soruyor.

Sanalların içinde, için için kok kömürü gibi yanan şey nedir? Bilir misiniz? ''Alt kimliklerimizi bastırıp, üst kimliklerle kendimizi bastırma çabasıdır'' Te işte o ka!

Antalya Serik'teki vahşi dağın adı: ''Giden Gelmez'' dağıdır. Biz, gitmesine gideriz de, döner dolaşır, yine özümüze döneriz.. Bizde bu ''Sanallık'' olduktan kelli!.. İpin ucu kaçsa bile! Sanal dünyada akıllı olsan ne yazar, akıllı olmasan ne yazar. Bir kere şu sayısız “kategoriler” fıttırıyor insanı. İdaremizin aklına geliyor olmalı, şunları bir sadeleştirmeli diye. Ama nerde?! Ama en sağlamı “Habur Sınır Kapısı” Burada çift nöbetçiler var.

Bu sanallığa kendini kaptıranlar, o dağlarda kaybolup gittikleri için, o isimle anılır o dağ!.. Sanal bağımlılık, sanal takılmalar neticesi de, hırsımızı o dağdan alıyoruz. Vuruyoruz dağ yollarına, kaybediyoruz kendimizi. Bir gün bulunup, geliveriyoruz. “Ooo, hoş geldinler” ise, gırla…

Gerçek arkadaşların ihmali.. Saldırganlık.. Gözü kara olmak.. Aslına dönmek ise, bazen zorlaşıyor. Bir yazarımızın dediği gibi: ''Sanallığı vazgeçilemez bir tutku'ya dönüştürdüğümüz an, yanarız”. Hem de çıra gibi. Sanallığı “delememe” bıkkınlığıdır bizi saldırgan yapan. İşte, bunun için mesut değiliz.

İçimizi sanal ekranlarda, lirik cümlelerle ısıtıyoruz. Evimizin sobasını ısıtmak için hangi tuşa basmalıyız acep?!.. Sevgilimizin sinesini, hangi tuşa basarak koklayabiliriz? İnter tuşu ile mi? Hadi canım sen de!.. Kızdığımız zaman : ''Sen kaç megabayt'lık adamsın be!..'' derken, muhatabımızın yüzünün kızardığını görebiliyor muyuz? Yoğ! Veyahut maus’un ucunu, getirip getirip sevdiğimizin dudakları üzerine kondurup, kuvvetlice bir sol tıklıyor muyuz. Bunu yaparken de öpmüş mü oluyoruz?

Bir ''sanal yaşam'' diye tutturduk gidiyoruz. Dokunduğumuz her şey ''Sanal'' Kimi buna ''yalan dünya'' diyor. Kimi, ''gerçekte olmayan”. İmlâ hatası az olsa dahi, dişe dokunan bir yazı yazmışsanız, editörünüz tasdiklediğinde yayına alınıyor yazınız. Hoş, bizlerin editörleri bile sanal aslında. Tanıyor muyuz onları? Yoğ! Tanıştıran da olmadı. Ağzı var, dili yok onların. Sayılarını da bilmiyoruz. Sabırlarının ölçüsünü de. Bir gün patlayıverirler ama, patlamazlar!

Sanal alemde kişi; kendisini, kendi elleriyle terapiye ''İyileştirmeye-onama'ya'' sokar. Göz ucuyla da bize bakar ki, ''Nasıl gözüküyorum'' kabilinden hani.! İçi rahattır. Karşıdaki o'nu nereden bilecek ki! Değil mi? Sanal bir fanus içindedir her şey. Nereye baksan düğmeler, harfler. Işıklar. Çizgiler... Tuşlar…

Eeee! Bu iki sanal dünyalı, dünyalarını nasıl ayırt edecek, bir diğerinden? İyiler bir ağacın arkasına saklanmış. Pek sere serpe ortaya çıkmazlar. Onları aramak lazım. Tetkik etmek lazım. İnsanı, bir ''Noktası'' ve bir ''Virgül''ü ele verir Alimallâh! Hayvan yularından, insan ''sözünden'' tutulur, derler. Ettiği kelâmlar, davranışlara yansır. Davranış bozukluğu olanlar, ''Ossaat'' belli ederler kendilerini.

Sanal perde arakasındaki sanal aşklar da yaşanır bloglarımızda. Aşk’ın hakikisi varsa, ona, “hurafeler” bire karışamaz. Tatlı kader onları, blog’culukta yakalamıştır. Haydarpaşa vapur iskelesinde de yakalayabilirdi, veya Sultanahmet Camisinin 7. basmağında da. Çeeeek, ustam pilav üstü az kuru…”Çeeek ustam, sanal pilav üstü, sanal hindi budu!” Eh, blog aşklarından da gına geldi hani. Ört ki, ölem!

İçimizi sanal ekranlarda, lirik cümlelerle ısıtıyoruz. Evimizin sobasını ısıtmak için hangi tuşa basmalıyız acep?! Sevgilimizin sinesini, hangi tuşa basarak koklayabiliriz? İnter tuşu ile mi? Hadi canım, sen de! Kızdığımız zaman : ''Sen kaç megabayt'lık adamsın be!'' derken, karşımızdakinin yüzünün kızardığını görebiliyor muyuz? Yooğ!

“Bütün dünya, yaşadıkça öğreniyor. Türkiye genç nufus. Kullananı çok ama, kafi değil. Fakat çabuk öğreniyor. Bir takım yasal düzenlemelere gerek var. 60 lık adam, 18 lik kızla ilişkiye giriyor internette. Hanımlarımız, sosyal sitelerdeki faaliyetlerde dünya üçüncüsü”

Yukarıdaki sözler, bir televizyonda konuşan İnternet Medya ve Bilişim Federasyon Başkanı Nizamettin Bilici’ye ait. O da yakınıyor bilgisayarların kontrolsüzlüğünden.

Bir ''sanal yaşam'' diye tutturduk gidiyoruz.. Dokunduğumuz her şey ''Sanal''.. Kimi buna ''yalan dünya'' diyor. Kimi, ''gerçekte olmayan gerçeklik'' diyor. Sanal, manal derken gerçekçi veya dürüst olabiliyor muyuz? Öyle ya! Karşımızdakini sonradan görsek bile tanıyamayız. ''Sarı çizmeli Mehmet Ağa!''

Eeee! Bu iki sanal dünyalı, dünyalarını nasıl ayırt edecek, bir diğerinden? İyiler bir ağacın arkasına saklanmış. Pek sere serpe ortaya çıkmazlar. Onları aramak lazım.Tetkik etmek lazım.. İnsanı, bir ''Noktası'' ve bir ''Virgül'' ü ele verir Alimallah!.. Hayvan yularından, insan ''sözünden'' tutulur.. Derler. Ettiği kelamlar, davranışlara yansır. Davranış bozukluğu olanlar, ''Ossaat'' belli ederler kendilerini..

Hem bizim “Blog ahalisi,” balığı iyi ayıklar, kılçık bırakmaz!

H İ C V İ Y E:

Kadehlerde / Şişelerde / İnternetlerde / Buz gibi aşklar var, / Üstelik muhayyer / İnternetçiler olmuş iç içe / Fısıldaşırlar, acep niye? / Aşkınla düştüm kederlere / Oy Septuze, Oy Mebrure / Oy Dürüye / Fincan fincan içinde / Çakan çakmağımız da / Çakmayan çakmağımız da var. / Sen yalnız sevdadan haber ver / Yersen, beğenirsen / Telefunken / Ne demekse /

Yok internetmiş / Yok, tık-tık’mış / Yok, kom-te -re imiş / Elemtere şiş / Kem gözlere şiş / Anlamadım, bu ne iş / Sevda dediğin ortalıklarda dolaşmalı / El ele, göz göze olmalı / En önemlisi, kadın uygar olmalı / Şanzıman diferansiyel arıza yapmamalı / Ne dırdır teklemeli / Ne yatak yakmalı / Far ayarları, / İleriye bakmalı / Sözlerimi blog aşıkları da tasdikler / Alt takımı kuvvetli, bomba gibi lastikler

Allısı, morlusu, fıstıkisi / Çeşidine bereket / Kıymalısı peynirlisi / Yalanır yutulur hepsi / Bol desenli internetler / Verilen sahte adresler / Yutturulan resimler. / Oy dingala dingala / Kömür de koydum mangala. / Bendeki yürek, damacanla

Internetle oynamanın sırası mı ? / Aladağ’da hava kararıyor / Baksana, yağmur da yağıyor / İçeri gir körolası /Aşk acısı, blog yarası / Yumurtanın sarısı / Kaymakamın karısı / Kaçtı gece yarısı /

Haydi eller havaya / Yazılar yazdım havaya / Hep oynaya oynaya / Çıktık biz yollara / Bu internet iki buçuk lira / Hem kaynasın / Hem oynasın / Eller bir daha havaya / Dürüyem de ellerini kaldırdı / Ama velakin etekleri yırtmaçsızdı / “Hölenmecine, ettire ettire, gadunum, bi oynayamadı” / Hevesi de içinde kaldı /

Ah Gadunum gadunum / Ben seni nerde buldum / Ah Dürüye Dürüye / İçim yanar görünce / Oynasın gelin görümce / Ayıkla sen börülce / İnternetle oynamak neyine / Bakıver sen keyfine / Cikletten mi çıktın ne ? / Fistan senin neyine / Gel beriye beriye. / Gel de, “Ört ki ölem,” deme!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..