Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '08

 
Kategori
Blog
 

“Bu dünya bir pencere/her gelen bakar gider”

“Bu dünya bir pencere/her gelen bakar gider”
 

İnsanlar hayatlarının değişik dönemlerinde birileriyle bir araya gelir. Etrafımızı tanımaya başladığımızda ilk karşılaştığımız kişiler komşularımızdır. Aynı apartmanda oturan, aynı sokakta evi olan, aynı mahallede yaşayan komşularımız… Genellikle ilk arkadaşlarımızı da bu çevreden ediniriz. Çok şey paylaşırız bunlarla. Oyun oynar, sohbet eder, yarışır, ufak tefek kazalar geçirir, bir yerlerimizi yaralar, ekmeğimizi paylaşır, arada bir de kavga ederiz. İlk “aşk”larımızı da bu yine bu çevreden tanırız (Benim öyleydi mesela. Kulakların çınlasın Mine!). Mahalle sürekli bir değişim içindedir. Bazı aileler başka semtlere, başka şehirlere göçerken onların yerine başkaları gelir. Gidenlerin üzüntüsü gelenleri tanımanın heyecanına karışır.

Sonra okul yılları başlar. Sınıf arkadaşlarımız olur. Kimileriyle ilişkimiz aynı sınıfı paylaşıyor olmaktan öteye geçmezken kimileriyle daha samimi oluruz. Derse birlikte çalışır, okulu birlikte kırar, birlikte dayak yer, aynı safta kavga eder, çalışma gruplarında/takımlarda onlarla bir araya gelmeye gayret ederiz. Yeni aşklar edinebiliriz burada. Masum, arada bir yan yana yürümekten, küçük hediyeler alıp vermekten ileri gitmeyen aşklar (umarım iyisindir Aysel). Evler çok uzak değilse bu tanışıklık evlere gidip gelmeye, ailelerin birbirleriyle tanışmasına kadar uzanabilir. Ömür boyu bitmeyecek bir dostluk kurabileceğimize dair karşılıklı sözler veriririz. O anda gerçekten inanarak ve samimiyetle söylemekteyizdir bunları. Zamanın insafsız yıpratıcılığının ve tesadüfün tuhaf oyunlarının farkında değilizdir henüz.

Derken okul biter, herkes başka okullarda başka okul/sınıf arkadaşlarıyla tanışır. Eski okul arkadaşlıklarımızı bitirme niyetinde değilizdir. Bir süre tüm samimiyetiyle devam eder. Ancak gün geçtikçe paylaşılan zaman azalır. Okullar ayrı, yollar ayrıdır. Yeni arkadaşlarla zaman geçirmek zorundayızdır. Görüşme aralıkları yavaşça uzar. Çok istememize rağmen bir türlü buluşamayız. Yavaşça unuturuz; yüzlerimizi, sözlerimizi, planlarımızı, anılarımızı… Aynı süreç burada da işler. Yeni arkadaşlar, yeni dostluklar, yeni planlar, yeni sözler, yeni maceralar, yeni aşklar (acaba nerelerdesin Gülsevin?). Ve yeni ayrılıklar…

Büyümekteyizdir bir yandan. Ortaöğretim yılları geride kalır. Kimilerimiz üniversiteyi kazanır, kimileri orada kalıp hayata başka yollardan devam eder. Lise arkadaşlıkları önceki okullara göre biraz daha kalıcı olabilir. Bazıları planlara uygun olarak gerçekten uzun yıllar devam edebilir, evlenenler bile çıkar (olabilir miydi Elif?). Ama bu durumlar istisnadır. Çoğuyla genelde yollar bir daha kolay kolay kesişmemek üzere ayrılır. Kimileriyle yıllar sonra hiç umulmadık yerlerde karşılaşırız. Kadınsa belki hamiledir o sırada, belki de yanında kendisine benzeyen bir çocuk ya da size biraz şüpheli gözlerle bakan bir adam (eşi vs). “Aa hiç değişmemişsin” der belki. Belki de “ne kadar değişmişsin, zor tanıdım” gibi bir şeyler. Kiminin yüzünü hatırlar ama adını çıkaramazsın bir türlü.

Üniversite arkadaşlıkları da hemen hemen aynı kurallara göre yürür. Ama bu yıllar birey olma çağıdır aynı zamanda. Siyasi görüşler, kültürel ve sınıfsal yakınlıklar belirleyici olur. Gruplaşmalar ve arkadaşlıklar daha sıkıdır. Okul arkadaşlığı yurt ya da ev arkadaşlığıyla da pekiştirilebilir. Çoğunun ilk cinsel deneyimleri, “milli olma” heyecanları bu yıllara denk gelir. Buradan sonra hemen hayata atılma ve aynı mesleği yapma durumu söz konusu olduğundan bazı arkadaşlıklar gerçekten kalıcı olabilir. Okul arkadaşlığı, iş arkadaşlığı, hatta iş ortaklığına dönüşebilir. Okulda tanışıp sevgili olup sonra da evlenenlerin oranı liseye göre biraz daha yüksektir. Ama bunlar da istisnadır (evet, galiba kötü bir fikirdi M.). Mezun olduktan sonra okul arkadaşlarımızın çoğunu görmeyiz bile. Arada birkaç kişi tesadüfen bir yerlerde karşılaşıp daha büyük bir grup halinde toplanma, okul yıllarını yadetme planları yapar ancak bunlar da kolay kolay hayata geçirilemez. Yine kopuşlar, ayrılıklar, adım adım yabancılaşmalar, unutuşlar…

Bir de erkeklerin askerlik dönemi vardır. Orada da tıpkı okul arkadaşlıkları gibi görünüşte sıkı dostluklar kurulur. Günün tamamı birlikte geçirildiğinden okul yıllarına göre kısa bir süre olsa bile daha yoğun bir birliktelik vardır. Tehlikeler, tehditler, endişeler daha yaşamsal önemdedir. Bu durum arkadaşları birbirine daha da yaklaştırır. Sivil hayata geçildiğinde görüşüleceğine, o dostlukların sürdürüleceğine dair sözler verilir. Askerlik bitip terhis olunca belki birkaç defa buna uyulur da ama genelde o kadarla kalır, sonu gelmez.

Bu süreç hayat boyu değişik ortamlarda defalarca tekrarlanır. Bir işyeri, bir kurs, bir eğlence mekânı, bir meyhane, bir dernek, bir siyasi parti, bir cemaat, yeni bir mahalle, yeni komşular… Tümünde de sokaklar, evler, okullar, kurumlar yerinde kalırken insanlar yerlerini başka insanlara bırakıp gider.

Sanal alemdeki birliktelikler de yaklaşık aynı seyri izler. Bir site çıkar ve orda bir araya gelinir. Örneğin Milliyet Blog gibi. İlk günler herkes biraz çekingendir, ilişkiler geliştikçe çekingenliğin yerini heyecanlar ve beklentiler alır. Yeni insanlarla tanışılır, yeni dostluklar kurulur. Ortak noktaların çokluğuna şaşırılır. Reel hayatta da tanışılmaya, görüşülmeye başlanır. Belki burada da ömür boyu sürecek dostluklar kurulabilecektir ama öteki birlikteliklerde olduğu gibi kural, yine bir süre sonra herkesin bir yerlere dağılması ve yolların yavaş yavaş ayrılmasıdır.

Milliyet Blog’un ilk günleriyle şimdikini karşılaştırdığımda benzer bir süreci burada yaşadığımızı hissediyorum. MB’nin en eski üyelerinden biriyim. Özellikle faaliyete geçtiği 2006 yazı ve sonbahar aylarıyla 2007 ortalarına kadar benim açımdan MB altın çağını yaşadı. Cidden çok iyi bir kadro vardı. İyi anlaşan, tartışma kurallarını iyi bilen ve buna uyan, (zaten pek tartışma da olmazdı ya!) birbirini teşvik eden, okuma yazma düzeyi, hayata bakışları birbirine yakın bir topluluktu. Bunu söylerken kesinlikle yeni arkadaşları daha alt düzeyde bir yere koymuyorum, yadırgamıyorum, yeniler böyle değil demek istemiyorum, o dönem belki de daha az sayıda olmamızdan kaynaklanan bir yakınlık vardı. Blog okuma ve yazma heyecanı daha üst düzeydeydi. Blogun eskilerinde o heyecan biraz azaldı.

Bugünlerde o dönemdeki arkadaşların çoğu yazmayı bıraktı ya da çok seyrek yazmaya başladı. Hepsinin adını sayamayabilirim, o yüzden isim zikretmeyeceğim. Hepsini çok özlüyorum ama bunun önüne geçilemez bir süreç olduğunu da biliyorum. Tıpkı okul mezuniyetleri gibi herkes kendi yoluna gitti ve gidecek. Kimi yoruldu, kimi yazmak istediği halde iş yoğunluğu, ev hali, hamilelik, başka kentlere taşınma, iş değiştirme gibi çeşitli nedenlerle yazmaya zaman ayıramaz hale geldi. Kimi yazdıklarının okur ilgisi veya karşılık bulamadığını düşünüp küstü. Yani hayatın öteki alanlarındaki döngü burada da tekrarlanıyor.

Aslında galiba hayatın kendisi de böyle. Kendi tercihimiz olmayan bir zaman ve yerde dünyaya geliyoruz. Yine bizim durumumuzdaki bazı insanlarla bir zamanı, bir dönemi, bir kenti, bir sokağı, bir okulu, bir hayatı paylaştıktan sonra yerimizi başkalarına, bizden sonrakilere bırakıp gidiyoruz. Ama sırayla ama değil, ama erken ama geç, ama beklendiği gibi ama sürpriz biçimde. Karadeniz türküsünün dediği gibi, “Bu dünya bir pencere/her gelen bakar gider”*… Benimki ne kadar sürer bilmiyorum ama kendi adıma niyetim Milliyet Blog penceresi açık kaldıkça burada olmaktır.

……

<ı>* "Son Türk devleti"nin (!) Youtebe’a karşı amansız mücadelesi olmasaydı o türküyü size Ezginin Günlüğü’nün ilk solisti Emin İgüs’ün harika sesinden dinletmek isterdim. Eğer engeli aşmayı biliyorsanız şu linkten dinleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=BhUfko8JYMI


Resim: http://mnphotobug.deviantart.com/art/Tasha-at-the-window-5852118

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..