Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '08

 
Kategori
Güncel
 

"Bütün ormanları büyürken duyarım"

"Bütün ormanları büyürken duyarım"
 

İlhan Berk'ten


Ormanları duyamadığı için gitmiş olabilir mi İlhan Berk?

Doğa ve şiir için yaşayan bir “harika” (en çok kullandığı sözcük) sanatçı ormanlar cayır cayır yanarken yaşama isteğini canlı tutamaz ki.

Böyle bir sanatçı haber bültenlerinde orman yangınları kadar bile yer tutamaz ülkemizde…

Yangın yanar, söner, biter, unutulur.

Sanatçı ise unutulmaz bile. Çünkü hatırlanmaz zaten ürettiği dönemde.

Aah “reyting” !

Okur-izleyici kitlesi sanatçılar ve sanatla biraz ilgilenen, beyin hücrelerini uyuşturmak yerine besleyen nadir iletişim mecraları dışında “gerçek sanatçılar” kendilerini ifade etme, ürünlerini tanıtma fırsatı bulamazlar.

“Gerçek sanatçılar” ! Ne komik değil mi? Sanatçının sahtesi olur mu? Sapıttım, bağışlayın.

Sanatçı sanatçıdır işte. Beğeneni beğenmeyeni vardır. Özeli sıradanı vardır.

Sanatçılık bir meslek değildir ki “sahte doktor”, “sahte mimar” gibi sınıflandıralım.

Bir sanatçı, hem de en “babasından”, devlet hastanesinde hayatını kaybetti.

Bodrum’dan duymaya alışık olduğumuz “özel falan hastanesi”nden canlı yayın, “özel filan hastanesi”nde kuyruk olmuş sevenleri “flaş”larıyla değil.

Oysa İlhan Berk “mühim adam”dı. Hem de en mühimlerinden.

Tanışma şansına, onuruna erişemedim. O yüzden tanıyanlarının anlatılarıyla özetlemek zorundayım: “Şiirin 40 türlü yazılabileceğini kanıtlamak için yeryüzüne gelmiş bir şair”, “ölümü aklına hiç getirmeyen biri, 1000 yaşındaki çocuk”, ”şiirimizin uçbeyi”…

Bana göre de “sonsuz özgürlüğe izin veren ressam ve şair” .

Yazmak mutsuzluktur. Mutlu insan yazmaz.”, “ Yazmak cehennemdir” dese de sevgi adına tüm güzellikleri yazabilen bir ozandı. Aynı zamanda “dünyaya yazmak için geldiğini” de söylerdi. Yaman çelişkiler değil mi?

“Hiç çocuk olmadığını “ düşünürmüş. Babası o küçücükken evi terk edip gittiğinden onu hiç tanımamış. Annesini "Annem dünya güzeliydi. Uzun boylu, incecik yüzlü, kâğıtlar gibi beyaz, duruydu. Nilüferler gibi de suskun gizemli." diye tanımlarmış. Altı kardeşten deli olan ablası Huriye ile iletişim kurabilen tek kişiymiş.

Çelişkiler mi demiştik …

Bu çocuktan ne olabilir ? “Vah vah” , “ah aah” …

Değil işte.
Yanında çıraklık yaptığı diş hekimi sayesinde dördüncü sınıfı bitirmiş olduğuna dair sertifika almış, beşinci sınıfı okuyup ilkokul diplomasına sahip olmuş. Aynı hekim öğretmen okulunu bitirene kadar hep destekçisi olmuş.

Böylece Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Fransızca Bölümü'nü bitirmiş ve öğretmenlik yapmaya başlamış. Öğretmenlik döneminde yağmurlu günlerin dışında hep açık havada ders yaptırmayı tercih etmiş. Öğrencileri otların, çayırların üzerine yatırıp gökyüzüne baktırırmış.. Bu arada ortaokulda başladığı şiir yazmaya da devam etmiş ve kitapları bir bir yayımlanmaya başlamış.
Ardından Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya’da yayınlanan kitapları…

İkinci Yeni şiirinin en önemli isimlerinden biri ve savunucusu haline gelmiş.
Tüm çelişkileriyle yaşamı ve yaşadığını anlatmak için yazmış hep. "Yazmak, bu anlamda, önce kendimi sonra da yeryüzünü var etmektedir. Yazmanın böyle bir anlamı var benim için.
Bunun için
gökyüzü
kent
orman
saç
su
y harfi
deniz
birer sözcük değil, benim var olma edimlerimdir. ... Açıklamak istediğim tek bir şey var: BEN."

Şair olarak İstanbul’un üretkenliğe çok daha katkılı olduğunu düşünmesine rağmen Bodrum’a yerleşmiş “İlhan abi”, kırk yıl önce. Bodrum’u ofisi (yazı evi) olarak tanımlamış. Üretmiş de üretmiş.

Son yıllarda üretimiyle ilgili üzüldüğü bir şey olmuş : “Sevdiğim şairlerin çoğu öldü. Çok azı yaşıyor. Bu çok kötü bir şey. Yani şöyle bir şey düşünüyorsunuz: İşinizi bitirdiniz. Ondan sonra kendi kendinize dersiniz ki, bu şiiri kim anlar, kim sever? Mesela derim ki ben, yazdığım şiirleri René Cher okusun. Böyle özlemlerim olurdu. Şimdi böyle özlemlerim yok. Çünkü bütün sevdiğim şairler öldüler. Bu da kötü bir şey” .

Böyle ifade etmiş ama ölümüne kadar da aralıksız yazmayı sürdürmüş. Yani bu üzüntü üretimini engellememiş.

Zaten İlhan Bey’in yeşerttiği bir düşünce olmamış ihtiyarlık : "Bende ihtiyarlık düşüncesi var olmadı. Bugün ihtiyar olduğum bu dünyaya bakarken, dünyaya bugün gelmişim gibi düşünüyorum. Bu yüzden ihtiyarlık bir sayı, bir sözcük olmaktan öteye gitmiyor bende.”

Yalnız ihtiyarlık değil ölüm düşüncesi de şairin hiç ilgisini çekmeyen düşünceler olmuş : "Öte yandan, ölüm de bende bir sözcükten öteye gitmemiştir. Ona da kapalıyım. Ağaç, kuş, ot, saç, göz gibi bir sözcük ölüm de. Bir kitabın bir sayfasıdır sanki. Bir fotoğrafın arabıdır ya da. Boş bir bardak..."

Bu yüzden diyorum ki; bunca yetenekli, üretken ve çalışkan bir sanatçı “ormanların büyüdüğünü duymadığında” yaşama isteğini canlı tutmayı istememiştir.
Art arda gelen yangınlar, canı yanan ağaçlar, sıcaktan kavrulan topraklar, artık yeşeremeyecek olan filizler… Ve tabi kirlenen denizler…

Sanatçı zorlu çocukluğundan bile beslenebilir ama “var olma edinimleri” yok olduğunda yaşam destek fişini çekmeyi tercih etmek zorunda kalır.

Yangınları çıkaralar bulunursa iddianameye bunu da ekleyelim ki cezaları daha da ağırlaşsın!

“Bodrum’u Bodrum yapanlar”dan biri daha gitti. Güle güle “İlhan abi”.

Hiç unutmam bir gün geç vakit
Tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı
Büyüme saati bir ormanın
Şöyle iyice dinlesem sanırım artık
Bütün ormanları büyürken duyarım

 
Toplam blog
: 36
: 1240
Kayıt tarihi
: 25.10.08
 
 

Fransa ve Türkiye'de on sene kadar turizmcilik yaptıktan sonra iletişim alanına yönelmiştir. İnte..