Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '12

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

"Çalışan Anne olmak"

"Çalışan Anne olmak"
 

Naçizane 15 yıllık bir anne olarak” Çalışan Anne” olmanın  annede bıraktığı ruhsal ve bedensel güçlükleri yazmaya çalışacağım dilim döndüğünce. Anne olmak zor zanaat de, çalışan anne olmak daha da zor be dostlar, ama dünyanın ennnnn en ennnnnnnnn keyifli işiymiş anne olmak.  Allah kolaylık versin hepimize:)ve güzel Allahım anne olmak isteyen herkese nasip etsin bu muhteşemliği.

Şebeklerim dediğim, gözbebeklerim, görür görmez sevdalandıklarım, bana annelik hazzını yaşatan şekerparelerimin sevgilerini tarifte aciz kaldığım iki erkek  annesiyim. Kendi sorumluluğum dışında ölünceye kadar da bu iki evladın sorumlulukları sürer gider benim ömrümde.  Eğitimlerini tamamlayıp, iş güç sahibi olduklarında, aile kurduklarında bu sorumluluğumun bitmesi lazım reelde. Bilmem başarabilecek miyim? Başarabilene helal olsun dostlar.

Doğumlarından itibaren hayatımızın merkezi oluyorlar bu kuzular. Neredeyse tüm yaşantımız onlara göre ayarlamak zorunda kalıyoruz. Mutlu sağlıklı ve huzurlu bir ömür sürmeleri için didinip duruyoruz, kendimizden fazla ödün vererek.  Babaların asla anlayamayacağı, bilemeyeceği, tadamayacağı inanılmaz bir bağ vardır anne ile evlat arasında. Bu bağ bebeğin doğumuyla başlar emzirme dönemiyle iyice pekişir, güçlenir. Ve o bağ sayesinde anne kendini çok parçaladığını, hep iyi anne , iyi eş, iyi bir ev kadını olma yolunda çabalar durur.  Sonunda madalya alacakmış gibi:) Yok öyle bişey  sevgili anneler, madalya filan yok, hiç gördünüzmü süper anne , süper kadın madalyası alan hemcinsinizi?

Çalışan annelerin akılları genelde kuzu okul çağında değilse evde, okul çağında ise hem evde hem okulda kalıyor. Hele ki –anneeeeeee işe gitme bugünnnnn- diye ağlayan bir kuzu bıraktıysa evden çıkarken, ya da –yarın işe gitmeyeceksin değil mi?- Duyduğu -evet tatlım yarın evdeyim- cümlesiyle Oleyyyyyyyy- diye sevinen yavrular olunca.

Yaşadıkları suçluluk duygusunun tarifi zor. Ben iyi bir anne miyim diye kendini sorgular bulur anne çoğu zaman. Yeterli ilgi ve sevgiyi kuzularına gösteremediğinden yakınır hep. Her sorunda, her hastalıkta faturayı önce kendine çıkarır. Sanki her şey mükemmel olmak zorundaymış gibi, kendi kendini suçlar durur çalışan anne.

İşten yorgun argın eve dönen anne, hissettiği suçluluk duygusu ile bütün ilgisini çocuğuna, eşine ve ev işlerine ayırmak zorunda hisseder kendini. Dinlenmeyi akıl edemez veya edecek vakti yoktur.

Annelik kadına en güzel duyguları yaşatırken, ağır görevler de yükler. İyi bir eş, becerikli bir ev kadını, düşünceli, ilgili, sevgi dolu bir anne olmak ister hep. Yine de –yetememe- duygusunu engelleyemez vicdanında ve süper anne olmaya çalışır.

Evde geçirilen birkaç  izin günü, çalışan anneler için çok motive edici olduğuna inanıyorum. Bizzat yaşandı ve görüldü ki; geçtiğimiz hafta rahatsızlanmam ve 2 günlük  rapor hafta sonuyla birleşince  koskocaman üç buçuk gün mecburi izin kullanmam bana en güzel terapi oldu.  Çocuğuma okul dönüşü kapıyı açmanın keyfini, hazırladığım sıcacık yemekleri, taptaze kekleri sunmanın hazzını, çocuğumla daha çok vakit geçirmenin mutluluğunu tarif etmem zor. Hatta neredeyse sevinir oldum hasta olduğum için:)

Hızlıdır çalışan anne, pek çok işi aynı güne sığdırır. Beceriklidir, yaratıcı çözümler bulur, hem çocuğuyla oyun oynar, hem ertesi günün yemeğini yapar, hem de mis gibi kokan poğaçaları ile ev halkını mutlu eder. Aile sevgisi onun terapi kaynağıdır zira.

 

Bir de çocuğu okul çağındaki anneler vardır ki halleri içler acısıdır gerçekten.  Okul zannediyor ki çalışan anneler gel deyince gelebilirler, yok öyle bir şey sevgili okul yok.  Çocuğun sunumu var gel, yok flüt gösterileri var gel, yok proje sunacak gel…. Zırt pırt okulda birşeyler hazırlanır, veli davet edilir.  Gitsen patron söylenir, gitmesen çocuk… çalışmayan veliler okuldan çıkmazlar, çocuklara göre onlar ilgili velilerdir,  çocuğa anlatırsın sık sık izin alamayacağını, alabilirse gelmeyi çok istediğini filan…offfff çile bülbülüm çile.

Bir de işyerlerindeki durumlar vardır ki, işte esas zor olan kısımdır o kısım:)  Aslında calışan bu becerikli anneye ayda birkaç iş günü izin verse  patronlar hiç fena olmaz değil mi sevgili dostlar? Her iş yeri annelere özel durumlar sunsa, mesela; yıllık izinlerinin dışında ayda iki gün daha izin verseler,  çocuğun okul durumu, gösterileri, okuldaki toplantılar için filan,  – biz de çocuk büyüttük- gibi söylenmeseler, yine ayda iki gün evden çalışma hakkı verseler, bir de biz anneler için esnek çalışma saatleri ayarlasalar, yani sabah 1 saat geç gel, 1 saat erken çık gibi...hiç fena olmaz değil mi dostlar? Böylece hem yaptığımız işten keyif alsak, hem annelikten olmaz mı? Tabiki şaka bunlar, yok öyle patron da işyeri de.

Velhasılı annelerin içi zor, hele çalışan anne ise. İşyerinde çalışan rolü, evde, eş-anne rolü, sosyal ortamlarda arkadaş rolü vs…pek çok rol arasında sıkışıp kalıyor  çoğu zaman. Annelik gerçekten zor zanaat, meşekatli, karşılıksız ve riskli. Dünyaya getirdiğin minicik şeyden insan oluşturmaya çalışıyorsun.

Depresyona girmenin hiç faydası yok sevgili anneler, sonuçta oradan çıkmak için de çok uğraşmanız gerekecek. İyisi mi yaşamda denge kurmayı öğrenmeli,  önce biz anneler mutlu olmalı ki; mutlu edebilmeli… Ve binlerce şükür Anneliği bana yaşatana, dilerim her isteyen yaşasın bu mükemmeliği.

Günün fıkrası:

“Adam, akşamüstü iş çıkışı eve geldiğinde evin bahçesinin karma karışık olduğunu görmüş. Üç çocuk da bahçede çamur içinde oynuyormuş. Boş yemek kutuları, içecekler etrafa saçılmış. Karısının arabası, garaj kapısının önünde,bir kapısı açık şekilde yamuk halde park eder durumdaymış.

 

Evin içine girdiğinde, durum dahada vahim bir şekle dönüşmüş. Girişteki halının bir kenarı kıvrılmış, havaya kalkmış ve abajur, sehpanın üzerine devrilmiş. Salondaki televizyonun sesi sonuna kadar açık bir halde çizgi film kanalındaymış. Oturma odasında yerler, oyuncaklar ve çocuk giysileri ile kaplıymış.

Mutfağa girdiğinde, lavabonun sabah kahvaltısı bulaşıkları ile dolu olduğunu görmüş. Ayrıca, kırılmış bir bardağın parçaları masanın altında duruyormuş. Üst kata doğru yöneldiğinde, merdivendeki elbiseleri fark etmiş. Telaşla karısının başına kötü bir şey gelmiş olabileceğini düşünerek hızla koşmaya başlamış. Yatak odasına girdiğinde, karısını yatağa uzanmış, kitap okurken bulmuş.

Karısı, kocasını görünce, okuduğu kitaptan başını kaldırmış, hafifce gülümsemiş ve gününün nasıl geçtiğini sormuş. Adam yanıtlamış, “her zaman ki gibi…”

Ardından, şaşkınlıkla sormuş ” Ne oldu bugün böyle?”

Karısı tekrar gülümseyip “Sen her gün eve döndüğünde ‘bütün gün ne yaptın ki?’ demezmiydin?”

“Evet”

“Güzel… Bugün, her gün yaptıklarımı, yapmadım.”

Sevgiyle kalın. 

 
Toplam blog
: 184
: 2109
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

1974 Bremen doğumluyum. Hayatın Med-Cezir'lerle dolu olduğuna inanırdım; yaşaya yaşaya anladım ki ö..