Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

"Çılgın kalabalıktan uzak" ya da akıl sıçramaları

"Çılgın kalabalıktan uzak" ya da akıl sıçramaları
 

Hayır hayır beni yanlış anladınız. Thomas Hardy'nin "Çılgın kalabalıktan uzak" adlı kitabından söz etmeyeceğim. Kaldı ki o kitabı henüz okumadım bile. Henüz... High Fidelity adlı filmde eski sevgililer arasında bir diyalog geçer. Kadın eski sevgilisine yeni tanıştığı başka bir adamdan söz ederken "Henüz onunla beraber değilim" der. Kıskançlıktan kıvranan adam önce çılgınlar gibi sevinir ama bir süre sonra henüz kelimesine takılır kalır. Çünkü henüz kelimesi kadının şu an o adamla beraber değilse bile onunla ileride bir zaman beraber olmaya niyetli olduğu anlamına gelmektedir. Evet, Thomas Hardy'nin Çılgın Kalabalıktan Uzak adlı kitabı için "henüz okumadım" diyorum. Niyetim iyi yani. Okuyacağım. Bu arada tek bir kelime ne kadar çok şeyi değiştiriyor. Bak şu "henüz" kelimesinin yaptığına.

Çılgın kalabalıktan uzak diyordum. Evet başlığı çaldım. (Kendimi Hardy'e affettirmek için 1 dakika sonra bu kitabı sipariş edeceğim. Söz) Çünkü anlatmak istediğimi Thomas Hardy'nin kitap isminden başka anlatacak üç kelime (illa 3 kelime olmak zorunda değildi elbet) bulamadım. Tembellik ya da yeteneksizlik adı her ne ise o dertten muzdarip olabilirim. Duyduğuma göre bu kitap kırda yaşayan çiftçilerin hayatını anlatıyormuş. Doğa üzerine kurulu yani. Şu aralar benim gibi "Ah keşke çiftçi olsaydım. Gündüz inekler (ineklerden korkarım ama bir süre sonra dost olabilirdik sanırım) tavuklar, koyunlar ve atlarla, bahçedeki çiçekler, sebzeler, ağaçlarla ilgilenseydim, akşamları da şömine (bak bak hayale bak sen) başında kitabımı okusam müzik dinleseydim." diyen biri için bulunmaz bir nimet bu kitap. Hemen okumalı. (İlk başta kitaptan söz etmeyeceğim demiştim değil mi? E ne yapalım insanlar değişir. Yılları bırak bir kaç dakika içinde bile değişebilirler. Hatta bir yazının tam ortasında bile fikir değiştirebilirler ki ben böyle yazıları okumayı severim. Ruhun ve aklın zıplamaları. Bundan doğalı var mıdır? (Vallahi kendi yazdıklarımdan söz etmiyorum.) Ama ne yazık ki hepimiz güçlü, akıllı ve acaip derecede normal görünebilmek için aklımızın içine yerleştirilmiş bir çiple yaşıyoruz ki yeni sloganım şu: "Toplumun aklımıza yerleştirdiği tüm çiplere ölüüüüüüüüüüüüm".) Tamam sadede geliyorum.

Bazen, kendimi kocaman bir çılgınlar topluluğunun ortasında hissediyorum. (Bazen mi? Külliyen yalan. Genel olarak demek daha doğru. Son 10 yıldır desek çok daha doğru.) Sanırım bir zaman kafamın tam ortasına görünmez bir sopa indi. (İşte çipim o sırada zarar görmüş olmalı.) Ve o sopa bana şu cümleyi söyletti: "Ne işim var benim burada?" Tek bir yer için değil. Pek çok yer için söyledim bu cümleyi. Evde, sokakta, işyerimde, tuhaf, garip dilini bilmediğim insanların yanında (en çok da onlar arasında galiba) söyleyip durdum. Ben bir dahi değilim. Deli de değilim. (Deli olsam, deli olup olmadığım üzerine düşünmezdim herhalde değil mi? Peki ya dahi olsam. Dahi olup olmadığım üzerine düşünür müydüm?)

Bir bilim kurgu filmi gibi. (belki de hayat bir bilim kurgu filmidir.) Bir zavallı yuvasından koparılıp bilmediği bir dünyaya götürülür. Tanrım herkes aynı üniformayı giymekte ve genel olarak aynı yöne doğru gitmektedir. Öyle ki yüzlerindeki ifade bile aynıdır. Bu bir kabus olmalıdır. Bizim zavallı yuvasından koparılmış adam ya da kadıncağız pijamalarıyla tüm bu üniformalı topluluk içinde şaşkın şaşkın durmaktadır. Kendini yabancı, ait olmayan hissetmekte evini, kitaplarını, yatağını özlemektedir. Ama dünya fersah fersah uzaklıktadır. Ve bizim pijamalı oraya nasıl gideceğini bilmemektedir. O pijamalı, şu an işyerinde masanın başında oturan ben oluyorum. (İşte çılgın kalabalık böyle birşey. Üniformalılar arasında pijamalı olma durumu diyebiliriz.)

Hayır hayır beni yine yanlış anlıyorsunuz. Kendimi birşey sandığım falan yok. Keşke sansaydım, ama bu ayrı bir konu. Şöyle bir adam tanımıştım. Adam balık gibiydi. Hayır yüzü balığa benzemiyordu. Yüzgeç ve solungaçları da yoktu. Ve yine hayır balık adam kıyafeti de giymemişti. Ama balığa benziyordu işte. Sanki hayatın içinde öylece yüzüyordu. Doğal bir su gibiydi hayat. Bir okyanus içinde yüzüyor gibi yaşıyordu. İşte hep öyle biri olmak istedim. Ama sanırım benim ruhum bir balıktan esinlenerek imal edilmemiş. Daha çok yabani olan ve tek başına dolaşan bir kuşa benzediğimi söyleyebiliriz. Hangi kuşun yüzünde umursamaz ya da şaşkın bir ifade var acaba? Kendimi ona ruh kardeşi hissedeceğim de. Bir çizgi filmde kızılderililer kendi ruhlarını seçtikleri bir hayvandan alıyorlardı. Kimbilir belki ben de o kuşun hayatını inceleyerek ne yapmam gerektiğini bulabilirim. İyi bir yöntem mi bilinmez ama denemekten zarar gelmez.

Tüm bu kelimelerin, cümlelerin, paragrafların ve parantez içlerinin anlamı ne? Gerçekten bilmiyorum. Belki biraz eğlenmek istemişimdir. (Bize ne bundan mı dediniz? Eh haklı olabilirsiniz.) Belki de anlatmak istediğim birşey vardır ama ben o anlatmak istediğimin ne olduğunu bilmiyorumdur da yaza yaza bulmaya çalışıyorumdur. (Aptalca mı? Kim bilir belki. Belki de değil) Ya da benim bile bilmediğim birşey ama sizin bildiğiniz birşeydir. Ya da hiç birimiz bilmiyoruzdur. Şunu söyleyebilirsiniz: "Amaaan ne anlamsız sözler bunlar?" Sadece gülümserim. Alay ederek değil ama. Dedim ya sadece gülümserim. Sadece, sadecedir öyle değil mi? İçine başka bir anlam karışmaz ve sözü bulandırmaz.

Anlatmak istediklerimi anlatabildim mi? Henüz değil. Ama niyetim iyi. Dedim ya henüz değil. Sadece anlattım. İçine başka birşeyler katmadan ve sözü bulandırmadan. (Sahi söz bulanmadı mı?)

Bitti.

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/2212435/

http://www.youtube.com/watch?v=BKHg6Wc5d1Q (İyi gider.)
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..