Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '19

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

“Dedemin Radyosu”

Gazanfer ERYÜKSEL

“Dedemin Radyosu” adlı ekinlik haberini sosyal medyada duyunca heyecanlandım. Nasıl heyecanlanmam… Hele bu etkinlik Tayfun Yönlü tarafından kotarılıyor ise.

Efendim bilen bilir tevellüt 1952… Bir diğer deyişle hayatı 66’ya bağlamış bir dünyalı olarak radyo, bizim kuşağın oluşup gelişmesinde en önemli ve değerli iletişim teknolojisidir.

Ben sözü uzatmadan “Dedemin Radyosu” adlı grubun nasıl oluştuğunu sizlerle paylaşmaya çalışayım. Antalya’nın müzik dünyasındaki saygın ismi, Dedemin Radyosu fikrinin mimarı, TRT Antalya Radyosu Program Yapımcısı, Koro Şefi ve naif sesi ile herkesin yüreğine hitap eden Tayfun Yönlü’ye bırakmalıyım sözü. 

“Neyzen Oğuz Kaan Birhekimoğlu Zeytinpark alanında birkaç önemli etkinliğe imza atmıştı. Bazılarını bende izlemiştim. O dönemde hem mekânı, hem de yöneticilerini tanıdım. Sonra Kaan abi bana gelip burada bir etkinlik yapıp yapamayacağımızı sordu. Ben de olur deyince “Dedemin Radyosu” ekibini kurduk zaman içinde.

Uzun zamandır tanışan, ancak ayrı kulvarlarda müzik yapan arkadaşlarız biz. Arkadaşlarımızla bir araya gelip, plan, proje geliştirirken, grubumuzun bir parçası olan eşim Gamze Yönlü grubun adı üzerine araştırmalar yaptı. İnternette var olan isim bulma sitelerinden birine topluluğumuzun kriterlerini, yapmak istediğimiz tarzı girip, sonuç isteyince karşısına Dedemin Radyosu adı çıkıyor. Bir düşündük, gerçekten bizim konseptimize en uygun isimdi bu. Çünkü biz, dinlenebilirliği olan her tür müziği yapacaktık. Hani, o eski radyolarda dinlemeye alışılan türden müzikti istediğimiz. Böylece grubumuzun adı kendiliğinden çıktı ortaya. Tarzımız da belli olmuştu. O zaman mekân seçimi yapalım dedik ve Zeytinpark’ta karar kıldık.

 

Neden Zeytinpark?

“Biliyorsunuz, eski Vakıf Zeytinliği Antalya Ticaret Borsası’na (ATB) devredildi ve Borsa da buranın işletmesini Zeytinpark A.Ş.’ye verdi.  Tarihi zeytinlik bu şekilde ranta kurban edilmeden, ağaçları kesilmeden, yeni bir çehreye bürünerek, yaşamına devam ediyor. Bu alanda bulunan eski idarî binalara da, restore edilerek yeni fonksiyonlar kazandırıldı. Bunlardan biri de, küçük etkinliklerin yapılabileceği bir mini salon. Burayı daha iyi tanıtmak, sevdirmek için biz de bu mekânda yapmak istedik etkinliğimizi. Yani biz yenilenen hâliyle, Zeytinpark’ı da tanıtmak istiyoruz.”

 

“Dedemin Radyosu” ekibi kimlerden oluşuyor?

Tayfun Yönlü, Oğuz Kaan Birhekimoğlu, Gamze Yönlü, İbrahim Odabaşı, Ali Hordacı ve konuk sanatçı Sevilay Gök Akyıldız

TAYFUN YÖNLÜ:Topluluğun solisti. Akdeniz Üniversitesi İktisat Lisans ve Yüksek Lisans mezunu. 1993 yılından bu yana Radyo programcısı. 2008 yılından bu yana TRT Antalya Radyosu’nda yapımcı ve sunucu olarak çalışıyor.

1994 yılından bu yana Türk Musikisi ile ilgileniyor. Türk musikisi alanında neredeyse hiç akademik eğitim almadı. 2000’li yılların başlarında çeşitli Türk sanat müziği ses yarışmalarında Türkiye dereceleri aldı. Amatör korolarda çalıştı. Antalya Büyükşehir Belediyesi İsmail Baha Sürelsan Konservatuarı’nda korist, şef ve repertuar hocası olarak görev yaptı. Eski Dostlar Musiki Topluluğu’nun şefliği görevine devam ediyor.   

OĞUZ KAAN BİRHEKİMOĞLU:Ney sanatçısı. Uzun yıllar TRT Ankara Radyosu’nda ney sanatçısı olarak çalıştı. Emekli olduktan sonra Antalya’ya yerleşti. Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda ney hocası olarak dersler vermeye devam ediyor.

GAMZE YÖNLÜ: Klasik kemençe sanatçısı. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı mezunu. Okul yıllarında Ahmet Kadri Rizeli ve İhsan Özgen ile çalıştı. Halen müzik öğretmeni olarak çalışıyor.

İBRAHİM ODABAŞI:Tanbur sanatçısı. Cumhuriyet Üniversitesi Resim Bölümü mezunu. Ressam ve aynı zamanda neyzen. Mezun olduğu Cumhuriyet Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler Enstitüsü Müzik Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Üniversitede okuduğu yıllarda Ankara’da neyzen Celaleddin Biçer ve Prof. Dr. Nihat Boydaş’tan nazariyat ve ney dersleri aldı. Üç yıl önce yerleştiği Antalya’da Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk Dini Musikisi Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

ALİ HORDACI:Kanun sanatçısı. Akdeniz Üniversitesi İktisat Bölümü mezunu. Bankacı. Musiki geleneği olan bir aileden geliyor. Kanun sazına ilkokul beşinci sınıfta başladı. O yıllardan beri ara vermeden kanun sazı ile ilgilendi. Antalya Büyükşehir Belediyesi İsmail Baha Sürelsan Konservatuarı’nın da aralarında olduğu pek çok profesyonel ve amatör toplulukta sazını icra etti.

SEVİLAY GÖK AKYILDIZ:Bağlama sanatçısı. Topluluğun bir üyesi olmamakla birlikte ilk konserde türküler icra edileceği için konuk sanatçı olarak katıldı. Türkiye’de hem çalıp hem okuyan ve bunu nitelikli yapan nadir kadın bağlama sanatçılarından. Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuarı Türk Halk Müziği Bölüm Başkanı ve Konservatuar Müdür Yardımcısı. Üniversitede verdiği derslerin yanında doktora çalışmasını tamamlamak üzerdedir. Bu yıl içinde TRT Türkü için “Genç Türkü” adlı sazlı sözlü bir programa imza attı. Ayrıca türkü tarzında beste çalışmalarını da sürdürüyor.

Gelelim etkinliğe

Şarkılarla türkülerin harman olduğu bir konser oldu. Topluluğun solisti Tayfun Yönlü’nün radyodan gelen deneyimi, tatlı dili ve güler yüzü izleyenleri canlı bir radyo konserinde oldukları hissini yaşattı.

İlk bölümde Muhayyer ve Uşşak makamında şarkı ve türküler vardı. Muhayyer makamını seçmelerinin sebebinin az kullanılan bir makam olduğunu söyleyen Tayfun Yönlü, TRT repertuarında 500 civarında eser olduğunu belirtti. Bu makamı en güzel kullanan bestecinin Tanburi Cemil Bey olduğunu vurguladıktan sonra sazlar üstadın Muhayyer peşrevini icra ettiler. Peşrevin ardından ilk eser güftesi Enderunlu Vasıf’a bestesi Hacı Sadullah Ağa’ya ait bir yürük semai oldu. “Bir elif çekti yine sineme canan bu gece”

Muhayyer makamında ikici eserin bestecisi Sadettin Kaynak idi. Tayfun Yönlü’nün sunumuna kulak veriniz lütfen. “Muhayyer makamı denince Sadettin Kaynak’a sığınmadan olmaz. Zaten eserlerini çok sevdiğimiz ve fevkalade kıymetli bulduğumuz bir bestekâr. Kaynak’ın eserleri öyle ki sağlık gibi, nefes almak gibi… Yani değerlerini normalde pek anlayamadığımız şeyler vardır ya. Türk musikisi tarihinde pek çok büyük, dahi bestekârdan bahsedilir ama Sadettin Kaynak bunların arasında biraz es geçilir gibi. Zaten şarkılı türkülü bir repertuarda her ikisinin de ortak özelliklerini taşıyan eserler bırakmış Sadettin Kaynak gibi bir bestekârı atlayamazdık” dedikten sonra güftesi Necdet Rüştü Efe’ye ait bir şarkıyı seslendirdi. “Batan gün kana benziyor, yaralı cana benziyor / Ah ediyor bir gül için, şu bülbül bana benziyor”

Sıra türkülere gelmişti. Türkülerde makam ifadesi yerine “ayak” sözcüğü kullanılır. Seyir olarak Muhayyer makamıyla örtüşen bir türkü vardı sırada. Suat Işıklı ve Raci Alkır’dan derlenen bir Erzurum türküsü. “Tutam yar elinden tutam, çıkam dağlara dağlara / Olam bir yâreli bülbül, inem bağlara bağlara”

Enver Demirbağ’dan derlenen ve Mehmet Özbek’in notaya aldığı Elazığ türküsüyle Muhayyer makamında eserlerin sonuna gelinmişti.  “Bir şuh-i sitemkâr yine saldı beni derde / Koydu nitekim başımı bin türlü derde”

Uşşak makamındaki eserler İbrahim Odabaşı’nın taksimiyle başladı. Ve Uşşak makamı dendiğinde aklı gelen ilk besteci olan Şevki Bey’in (1860-1891) bir şarkısı vardı sırada.

Dağlar dayanmaz eninine dil-i mahzunumun / Bulunmadı gitti devası derd-i derunumun / Esiri oldum mihnet-i talii-i dunumun (kötü talihimin) / Bulunmadı gitti devası derd-i dernunumun”

Uşşak makamındaki eserlerin ikincisi bestekârlık yanında iyi bir kemençe icrası olan ve Türk musikisinde klasik üslûbun son bestekârları arasında sayılan Suphi Ziya Bey’e aitti. (1887-1966)

“Ne zaman gelse hayalin bu harabata senin / Onu yalnız buluyor hep, duyuyor sade enin / Beni timsaline döndürdü efendim kederin / Korusun âlemi Rabbim, olayım son eserin”

Aynı seyirde türkülere gelmişti sıra. Hayriye Temizkalp’ten alınan bir Erzurum-Hınıs türküsü. “Suda balık yan gider”, Nuri Üstünses’ten alınan bir Sivas-Divriği türküsü “Gine gam yükünün kervanı geldi / Çekemem bu derdi de yavrum bölek seninle / Eremem Lokman’a çaresiz kaldım / Çekemem bu derdi de yavrum bölek seninle”

Ve Mehmet Yüzgeç’ten alınan bir Sivas-Divriği türküsü daha vardı sırada. “Akşam olur karanlığa kalırsın”

Birinci bölüm bir İstanbul türküsüyle sona erdi. “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar”

Bu nezih konserin izleyicilerini çay ikramı bekliyordu bahçede. Neyzen Oğuz Kaan Birhekimoğlu ile tanışıp ayaküstü de olsa sohbet etmek bugüne kısmetmiş.

İkinci bölüm Muhayyer Kürdi ve Hicaz makamında eserlerden hazırlanmıştı.

Tayfun Yönlü Muhayyer Kürdi makamının kullanımıyla ilgili bir durumun altını çizdi ki fevkalâde önemli bir konudur bu. “Muhayyer Kürdi makamı her ne kadar eski ve güzel bir makam olsa da son yıllarda biraz hor kullanılmış, biraz istismar edilmiş, musiki heveslisi bestekâr adayları tarafından yeni moda şarkılar için çok kullanılmış bir makam. Ancak, bu makamı hafif kılmaz ve güzel eserler bestelemiş ve bestelemekte olan sanatkârların yaptıkları eserleri kötüye çıkarmaz elbette.”

İşte burada ben fakir de konuya değinerek, sevgili Tayfun Yönlü’nün sözlerine bir nebze de olsa açıklık getirmek istiyorum.

1960’lı yıllarda bazı besteciler Türk müziğinin icrasında batı çalgılarını da kullanan saz takımları kurdular. Bu konuda en tipik örnek Yıldırım Gürses olmuştur. Batı çalgılarının da katılımıyla en rahat çalınacak makamlar ise Nihavent, Rast, Mahur makamlarıdır. Muhayyer Kürdi makamı ise adı üstünde Muhayyer perdesi civarından giren, Muhayyer makamında gezindikten sonra Kürdi karar veren bir makamdır. Girişte Muhayyer makamını göstermezseniz bu seyir inici Kürdi makamı olmaktan öteye geçmez. İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Bu teknik açıklama için Türk musikisi nazariyatına vakıf olmayan okurlarımızın hoşgörüsüne sığınarak parantezi kapatmak istiyorum.

İlk eser Nikoğos Ağa’nın bir şarkısıydı. Eserin icrasından önce Tayfun Yönlü’nün yaptığı sunum ise etkinliğin adıyla gerçekten müsemma bir seyir içinde olduğumuzun işaretlerinden biriydi. Canlı radyo konseri demiştim değil mi?

Nikoğos Ağa 1820-1890 yılları arasında yaşamış Ermeni bestekârlarımızdan. Hamamizade İsmail Dede ve ardından Dellalzade İsmail Efendi gibi büyük isimlerden ders almış. Hamamizade İsmail Dede Efendi ona ders vermeyi kabul etmek için bozuk olan Türkçe aksanını düzeltmesini istemiş. O da gidip üç yıl boyunca Türkçe dersleri almış.

Nikoğos Ağa’nın musikimizde bir de şöyle bir yanı var. Hocaları öldükten sonra onların eserlerinin notaya alınmasında onun okuyuşu esas alınmış. Bu açıdan iki dedenin eserlerinin günümüze ulaşmasında bir köprüdür Nikoğos Ağa.”

Ali Hordacı’nın Muhayyer Kürdi taksiminin ardından Tayfun Yönlü’nün zarif yorumuyla dinledik Nokoğos Ağa’nın şarkısını. “Var mı hacet söyleyim ey gülşenim / Ben kulunum sen efendimsin benim / Merhamet kıl gel bana şuh-i şenim / Ben kulum sen efendimsin benim”

Aynı makamda ikinci eser güftesi Cemali Nabedit’e ait Sadettin Kaynak bestesiydi. Besteci güftede var olan ritim ve musikiyi içselleştirerek o güfteye yeniden hayat veren kişidir. Bu bağlamda Tayfun Yönlü’nün sözleri bu durumla örtüşen bir ifadedir. “Kaynak o şiire bestesiyle öyle bir anlam katmış, cümleleri musiki cümleleriyle öyle bir örtüşmüş ki anlatılır gibi değil.”

Akşam yine gölgen, yine gölgen, yine akşam

Gölgen neyi görsem neyi sevsem neye baksam

Sensiz içilen bade karanlık dolu bir cam

Gölgen neyi görsem neyi sevsem neye baksam

Aguşum açık rengim uçuk kalbim ışıksız

Karşımda günün çehresi bir yaslı çatık kız

Hüsnün o kadar taze ki sevgim yakışıksız

Muhayyer Kürdi eserler bir Rumeli türküsüyle devam etti.

“Çubuğum yok yol üstüne uzatam / Takatim yok yolların gözetem / Menendin yok seni kime benzetem / Ört yârim yazmayı boylu boyunca / Ben saramadım eller sarsın doyunca”

Bu etkinliğe konuk sanatçı olarak katılan Sevilay Gök Akyıldız’ın yorumladığı iki türkü Dedemin Radyosu adlı grubun yeni etkinlikleri için de ışık tutuyordu bize.

“Sarı zeybek şu dağlara yaslanır / Yağmur yağar silahları ıslanır / Deli gönül bir gün olur uslanır /Yazık olsun telli doru şanına / Eğil bir bak mor cepkenin kanına

Şu dağları kara duman bürüdü / Üç yüz atlı beş yüz yayan yürüdü / Sarı zeybek bu dünyada bir idi / Yazık olsun telli doru şanına / Eğil bir bak mor cepkenin kanına”

İkinci türkü Sevilay Gök Akyıldız’ın kendi bestesi olan bir zeybekti. “Yiğit efe”…

Bizim kuşağımız, tevellüt 1952, türküde beste olmaz diye eğitilmiş bir kuşaktır. Ancak son dönemde Türkiye'de kırsaldaki hayat, bir diğer deyişle ziraat ve hayvancılık, neredeyse bitme noktasına gelince mevcut türkülerimizin ne denli kıymetli bir hazine olduğunu, artık arkasının gelemeyeceğini sohbetlerde söylemeye ve bazen de yazılarında değinmeye başladım. Anadolu öyle derin bir kök kültüre sahiptir ki Sevilay Gök Akyıldız’ın yaptığı türkü/beste yeni sentezlerin ışığıyla yüreğimi aydınlattı. Nasıl kentlerin musikisinin  kendine has ifadeleri varsa kırsalın müziğinin de kendine has bir dili vardır, dinlediğim zeybekte işte onu hissettim. Sadece ben mi? Bütün dinleyiciler de aynı şey hissettiler bence. Hatta bir dinleyici hanım “Sözlerini verseniz de okusak” der demez sevgili Tayfun Yönlü değişende değişmeyen bir bağlamı işaret etti. “İyi besteler öyledir, onu bildiğinizi düşünürsünüz, okuyasınız gelir” dedi.

Konserin son bölümü olan Hicaz eserlere gelmişti sıra. Ve ilk şarkı Ahmet Rasim’in son bestesiydi. (1864-1932)

Ahmet Rasim üzerine şüphesiz ki söylenecek çok söz vardır. Ki üzerine ayrıntılı incelemeler umarım doktora mertebesinde yapılır.

Üstadın son bestesinin hikâyesini ise Tayfun Yönlü bir başka üstadın İsmail Baha Sürelsan’ın “Ahmet Rasim ve Musiki” adlı araştırmasını kaynak göstererek bizlerle paylaştı.

Baha Gökoğlu, ”Büyük edip ve bestekâr Ahmet Rasim’in son şarkısı ve son sevgilisi” başlıklı yazısında “Onun Ankara’ya son gelişiydi. Karaoğlan’dan Büyük Miller Meclisi’ne doğru yürüyorduk; üstat pek dalgındı. Yalnız dudakları kıpırdıyordu.  Kendi kendisine bir şeyler söylüyor, bir eliyle de paltosunun yan tarafını muntazam vuruşlarla dövüyordu. Bu onun son bestesi oldu.” (Yeni Sabah Gazetesi, 09 Mart 1939, Ahmet Rasim’e ait hatıralar.)

İşte Hicaz makamında bu şarkıyı Oğuz Kaan Birhekimoğlu’nun yaptığı taksimden sonra Tayfun Yönlü’nün yorumuyla dinledik.

“Can hasta, gözüm yaşlı, gönül zar-ü perişan / Öldürdü beni mihnet-i devran, gam-ı canan / Ben anladım artık olamaz derdime çare / Öldürdü beni mihnet-i devran, gam-ı canan”

Sırada bestesi Hüseyin Mayadağ’a (1915-1965) ait bir şarkı vardı. “Söyle derdini kaç yıl çekecek bu dertli başım / Bu gece sana bu son gelişim, son yalvarışım / Dilim varmasa da bu itirafa söyle gözyaşım / Bu gece sana bu son gelişim, son yalvarışım”

Bir hicran parantezi açacağım. Güfte yazarı bilinmeyen kaç eser var TRT repertuarında? Hele de Cumhuriyet dönemi eserlerine ait…

Muzaffer Sarısözen’in derlediği Sivas türküsüne gelmişti sıra. “Derya kenarına bir ev yapmışam / Kerpicim tükenmiş naçar kalmışam”

“Ustasız sanat olmaz” derler. Ustadan el almak ise bir sanatçı için Yahya Kemal’e sığınarak söylersek, “kökü mazide olan ati olmak” ifadesinin sağlamasıdır adeta.

Lemi Atlı (1869-1945) ünlü bestecimiz Hacı Arif Bey’den ölümüme kadar ders almış bir sanatçı. Bestekârlığı yanında “Boğaziçi Bülbülü” lâkabıyla anılan bir hanende aynı zamanda. Güftesini Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın yazdığı eser Hicaz makamının seçkin örneklerindendir.

“Hastayım yalnızım seni yanımda / Sanıp da bahtiyar ölmek isterim /Mahmur-ı hülyayım cam-ı lebinden / Kanıp da bahtiyar ölmek isterim…

Bir olmaz hevesin düştüm peşine / Vuruldum hüsnünün şen güneşine /Güzel gözlerinin aşk ateşine / Yanıp da bahtiyâr ölmek isterim

Talîin kahrı var her hevesimde / Boğulmuş figanlar titrer sesimde /O güzel ismini son nefesimde / Anıp da bahtiyar ölmek isterim”

Hicaz makamında şarkıların üçüncüsü güftesi Mustafa Nafiz Irmak’a bestesi Sadettin Kaynak’a ait bir eserdi.

“Son ümidim de bitti, kuş gibi uçtu gitti /Geri kalan hep yalan, gönülde acı hicran
Şimdi bir emelim var, sevişen sevdalılar /Tanrım onları etsin, bir arada bahtiyar
Hayalini anayım, onunla avunayım / Ben mihnetle yanayım, o tek bahtiyar olsun”

Konserin son parçasını şöyle sundu Tayfun Yönlü, “Bu kadar şarkı, türkü söylediniz de Antalya şehrinde neden bir Antalya türküsü söylemediniz efendim”, denmesin diye Zeki Yantaş’tan alınan bir Antalya türküsüyle vedalaştılar bizlerle.

“Testi doldurdum çaydan / Gülü kopardım daldan / Bir yosmaya vuruldum / O yosma bilmez hâlden”

Akşam lacivert bir paraşüt misali inmişti şehre. Konserden çıkanların bir kısmı, fakir dâhil, Zeytin Park’ın satış yerinden alışverişe gittik. Ne mi aldık? Arife tarif mi olur? Zeytin ve zeytinyağı…

“Dedemin Radyosu” adlı bu nezih grubun etkinliklerini vaktimizin müsaadesi oranında izlemeye ve sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

 

 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..