Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisi” midir?

"Modernizm"e göre evet, değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi... Günümüz "modern" insanı ise kesinlikle buna tabi olmalı bu görüşe göre... Çağın gerisinde kalmamak lazım ne de olsa...

Değişim... Günümüz insanının hâkimi, azadesi, malı, mülkü, değeri, esiri, amiri, yüreği, saygısı, sevgisi... En kısası her şeyi... Gönüllü esaret bu... Değişimin o bitmek bilmez hükümlerine amade olmak...

Değişmek zorundayız, değişime ayak uydurmak, boyun eğmek zorundayız. Vücudumuzu, ruhumuzu, kendimizi şekilden şekile sokmak zorundayız. Her ne kadar görmezden gelsek de o, karşımıza çıkacak, yolumuzu kesecek ve biz "modern" olduğumuz için değişeceğiz kendimizden bin bir parçayı yok ederek... "Diğerleri" gibi olacağız, olmak zorundayız, diyorum ya gönüllü esaret bu...

Çağdaş insan, modern insan değişmeli. Evliliği, eşi, sevgilisi, çocukları, tüm ailesi, mutluluğu, huzuru, aşkı, yanı, yönü ne varsa her şeyi ama her şeyi değişmeli. "Modern benliği"ni bulmalı. Uzak yerlere gitmeli, çok uzaklara... Aslında her zaman olageleni tekrarlamalı... Şu ünlü "öz"üne dönmeli... Beyninde prangası dolaşmalı bir vakit derneklerde, kurslarda, davetlerde, yörelerde, ülkelerde... Ve en önemlisi her şeyi es geçip, ailesini saçını süpürge etmeye değil tabii ki hakettiğini yaşamaya adamalı...

Niye bu eziyet? Niye bu kadar çaba? İnsanız işte, Adem'in, İbrahim'in, Firavun'un, Nuh'un, Kanuni'nin, Mustafa Kemal'in çağındaki herhangi bir insandan farkımız yok!.. Doğuyoruz, büyüyoruz, çalışıyoruz, aşık oluyoruz, delicesine seviyoruz, evleniyoruz, çocuk büyütüyoruz, olgunlaşıyoruz, torunlarımıza öğütler veriyoruz, ölüyoruz... Bu kadar!.. Bundan daha ötesi yok!.. Gören var mı bilmiyorum, ben görmedim... Vücudumuzu, ruhumuzu bu kadar paralamak zorunda mıyız? Her dönem yaşanılanları tekrarlasak, doğamıza uysak, dünyayı daha iyiye taşısak fakat kendimizi zor zoraki değiştirmesek olmaz mı?..

Değişimi reddediyorum... Olagelene bırakıyorum kendimi... Çağdışı, gerikafalı vb. gibi etiketlemelere de itirazım yok!.. Eğer değişim beni şekilden şekile sokup tüm gücümü bitirecekse, beni kendime yabancılaştıracaksa ben, "çağdışı" olmak istiyorum... Şu gişe rekorları kıran, en çok izlenen bu konu ilgili filmlerde, en çok okunan kişisel değişim kitaplarında anlatılanları hayatına uygulayıp, şu ünlü Hindistan'a, Bali'ye gidip aslında alışılagelmişleri tekrarlayıp kaç kişi hayatını değiştirmiş, mutluluğu yakalamıştır? Sizi bilmem ama ben hiç rastlamadım böylelikle mutluluğunu yakalamış kişilere ... Dönüp dolaştığı, sevgi, huzur, aşk sandığı şey aynı şey değil midir?

Nedir mutluluk? Sevdiklerinle içtiğin bir bardak çay, güzel bir pazar kahvaltısı kimine göre ardından bir Türk kahvesi, sıcak bir sohbet, ılık bir rüzgar, hoş bir müzik, sevgilinin nazarı... Bunlardan daha ötesi var mı? Değiştirebilir miyiz bunu, bunları?.. Kendimizi soyutlayabilir miyiz bunlardan?.. Mutluluk çok çok uzaklarda, Kaf Dağı'nın ardında, bambaşka yerlerde değil! Yanıbaşımızda aslında... Fakat o mutluluğu gözümüzde o kadar allayıp pullamış yüceltmiş, o kadar ulu yerlere oturmuşuz ki yanıbaşımızdakini bu hayale uyduramamış, onu tanıyamaz olmuşuz...

Olduğu gibi kabullenmemiz lazım mutluluğu... Hayalimizdekine uydurmaya çalışmayıp, sarılmamız lazım... Hayal bu, ne de olsa... Bu yüzden değişimi, kendimi ve ruhumu zorlamayı reddediyor, yanıbaşımdaki mutluluğa, yanıbaşımdaki ışığa sarılıyorum...

Işığınız hiç sönmesin!..

 
Toplam blog
: 3
: 993
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

1986 Çanakkale Biga doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 2008 yılında..