Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '09

 
Kategori
Gönüllülük
 

"Devrimci Gençlik Köprüsü" anılarım -4-

"Devrimci Gençlik Köprüsü" anılarım -4-
 

Kampa yoğurt getiren köy çocuğu


Elimizde kazma kürek çalışıyoruz. Hava sıcak mı sıcak. Biraz ötede Zap deli deli akıyor, yüzerek karşıya geçmek mesele. Muazzam bir akıntı var. Sonra nehrin ortası kayalık. Her hangi bir kayaya çarpmak insanda panik yaratabilir. Kazmayı indiriyorum, gözüm sularda. Sulara bakmakla serinlemiyor insan. Alnımdan ter akıyor ağzıma doğru. Bu ter yok mu bu ter, deli eder insanı divane eder. Benim insanım asırlardır bu ter içinde yüzer de gene aç, gene susuz, dert dolu içi dışı uyku tutmaz, uykusuz. En güzel, en pahalı kokuları sürünenlerin cebindeki binliklere bakar bakar da, alnından akan tere hayret eder. Bu ter yok mu bu ter, deli eder insanı divane eder!

Alnımda terimi siliyorum, bakıyorum etrafıma... teknik, teknik, teknik. Anlamam ki! Bir kazma tutar elim, onu da yarım yamalak. Vurmasını bilmem. Benim işim insanlarla, onların yaşantılarıyla, bunu bilirim. Hakkâri’ye, bu kapalı kutuya onu açmaya gelmişim. Buranın yaşantısını incelemeye. İşler biraz ilerlesin, ilk fırsatta gezmeğe çıkacağım. Köprünün yanında bir ödevim de, Hakkâri’de sosyal yapı araştırması yapmak. Bakalım ne derece başaracağız bunu.

Yol başındaki köprü ayağı bitmek üzere. Arada bir köylüler geliyor, yoğurt bal getiriyor. Köyleri dağların ardında. Dağlar ki dört ayak zor tırmanırsınız. Köylü bir elinde bakraç, bir elinde ceket koşa koşa inip çıkıyor. Bu derece doğaya uymuş. Köprüye öylesine bir özlemleri var ki, adını şimdiden koymuşlar: Anayaso Köprüsü. “Ankara’da Anayaso / Ellerinden öpiy Hasso...” Hasso etmesine selam eder ya Ankara’ya, acaba Ankara selamını alır mı? Biz, İstanbul’dan selam getirdik. Geldik, Hasso’nun koluna girdik. Hasso bizden büyük, Hasso bizden güçlü, Hasso bizden ağır... Lakin dertte yüzer Hasso, içi kahır, dışı kahır.

Vargel ile geçiyoruz karşı yakaya. Halatı yağlamak gerek, yağımız yok. Geçen bir kamyonu durdurduk, gres yağ istedik. “Yahu” dedi şoför, “Sizin devlet de hepten fakirmiş!” ??? Ne demek sizin devlet, bizim devlet? “Yok ağa, biz talebeyiz.”, “Olsun, köprü yapıyorsunuz ya, siz de devletsiniz!” Adam devleti böyle görüyor. Kendisine somut bir şeyler vereni yapıyor devlet. Ve biz bütün onursal “devlet”ler adına, bir daha vurduk kazmayı.

Kampın mutfağında çalışan biri var, “Keko” diyoruz. Keko, kardeş demek Kürtçe. Keko’nun iki lafından biri “Möhüm deyil.” , “Neymiş mühim olan Keko?” , “İmanla Kuran!” Bilmem yalan bilmem doğru, Keko bundan önceki şantiyede iken (*) şantiye şefi işçileri sıralamış soruyor “Sen necisin, sen necisin?” İşçiler sırayla cevap veriyor: “Kazmaciyam, kürekçiyam, betonciyam...” Sıra Keko’ya gelmiş “Sen necisin?” Hemen cevaplamış Keko: “Nurciyam!” Ben de soruyorum şimdi Keko’ya “Nurciyam” diyor. “hepimiz müslümanız Keko, nurculuk da ne ola?” “Ne bilem... Said-i Nursi efendimiz böyük adam, evliya adam. Atatürk onu hapse attırmış da gidiyorlar bakıyorlar, hapiste yok, camide namaz kılıyor! Onun gibi adam az gelir.”

Kampta bir pikabımız (**), Âşık İhsani’den iki üç plak var. Keko çok tuttu plakları. Arkası arkasına çalıyor. Bu yüzden bir kaç kişiyle de atıştı. Kampa bir köylü geldi mi oturtuyor hemen, plakları çalmağa başlıyor. Bir gün yine dört beş köylü geldi, Keko hemen plakları koydu, sonra köylülerden birine Kürtçe bir şeyler söyledi. Köylü sevinçle zıpladı yerinden, merak ettim. “Ne dedin Keko?” , “Bunun (İhsani’nin) partisi (***) kazanırsa Ağaları kaldıracak dedim de ona seviniyor.” Senin gibilere elli ağa kurban olsun Keko! Ama yanıldığın bir nokta var. Ağaları bizim parti kaldırmayacak, sen kaldıracaksın, Hasso kaldıracak...

Bir de gece nöbetçimiz var, gece şantiyeyi bekliyor. Uludere’li Hüseyin. Akşam Ertan’la şöyle şantiyeye kadar bir gezelim dedik. Şantiyeye geldiğimizde Hüseyin’i köylüsü Abdülkerim ve Mustafa ile oturur bulduk. Bir ateş yakmışlar, sıralanmışlar etrafına. “Selamün Aleyküm!” , “Aleyküm selam, buyurun...” Biz de çöreklendik ateşin yanına. Çay fokur fokur kaynıyor. Sohbet ettik biraz. Laf döndü dolaştı köprüye geldi. “İnanın” dedi Hüseyin “Biz sizi çok seviyoruz. Allah talebelerden razı olsun. Bizi kurtarırsanız siz kurtarırsınız. Biz çobansız sürü gibiyiz, bize baş lazım. Bize sizin gibiler lazım.” , “Hep beraberiz, biriz Hüseyin ağa, biz yalnız başımıza bir şey yapamayız. Ne yaparsanız siz yapacaksınız.” , “ Hepsini biliyoruz hepsini. Belki duymuşsunuzdur, iki üç sene önce Uluderelilere komünist dediydiler. Neden? Çünkü biz meseleyi biliyoruz, işin aslını biliyoruz. Ağaları istemiyoruz.” Ah Hüseyin ah! Her köyde senin gibi bir tane olsa, bizim lafımız mı olur?

Anlatıyor Hüseyin “Siz bize yakınsınız. Büyüklük, kibarlık taslamıyorsunuz. Bizimle çay içiyor, kardeşçe sohbet ediyorsunuz. Biz kibarları sevmeyiz.(****) Mühendis, doktor neymiş? Onlar da çıplak doğdu, biz de çıplak doğduk. Aramızda iki satır tahsil farkı var. Böyle diye onun yanında aşağı olmak mı lazım? Ezilmek mi lazım? Ben çalışmazsam, ben iş yapmazsam neye yarar onun mühendisliği?” Ne güzel diyorsun Hüseyin, ne güzel diyorsun. Ve ne güzel biliyorsun işin aslını. Ne güzel biliyorsun omuzlarında dünyayı taşıyanın kim olduğunu. Sana diyecek bir şeyim yok, sen anlat bana. O anlattı biz dinledik, dinleyecek çok şey var...

(*) <ı>Van’da yol şantiyesi.

(**) <ı>Plakçalar.

(***) <ı>TİP (Türkiye İşçi Partisi)

(****) <ı>Notlarımda açıklamamışım ama okumuşların onlara yukarıdan bakmasını ve aşağılamasını kastediyor.

 
Toplam blog
: 195
: 688
Kayıt tarihi
: 04.10.07
 
 

Dünyanın internet sayesinde küçüldüğü günümüzde büyüyen sorunlara ilişkin duygu ve düşüncelerimi pay..