Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '09

 
Kategori
Deneme
 

_Diğer yarımın doğum günü_

_Diğer yarımın doğum günü_
 

..


27 Şubat 2009 Cuma - saat:00:00. Çok ayrı bir önemi var bugünün... Senin doğum günün bugün... Balık’ımın doğum günü... Doğum gününün ilk dakikası... Ne kadar çok isterdim şimdi sana mesaj atıp doğum gününü ilk kutlayan olmayı. Arayıp, sesini duyup, konuşup sabahlamayı... Tıpkı senin, benim doğum günüm de yaptığın gibi...

Bu seninle 2. doğum günün ve ben hiçbir doğum gününü kutlayamadım senin... Hiç izin vermedin buna. Hep engeller, yalanlar koydun aramıza... Keşke böyle olmasaydı. Çok yalvarmıştım oysa sana... Nolur bende ki seni çalma diye... İçimdeki seni öldürme diye... Öyle olmasaydı, bir mesaj şansım olurdu belki, ama onu bile çaldın sen benden...

O kadar çok sevmiştim ki seni. O kadar bağlanmıştım ki... Gecem oldun, gündüzüm oldun... Vazgeçilmezim, herşeyim olmuştun... Şimdi nerdesin? Ne haldesin? Kimlerle yer içer, gezer tozarsın? Kimlerle eğlenir, yatıp kalkarsın? Nerde hata yaptım söyler misin? Neydi günahım, neyi beceremedik? Çok mu geldi sevgim sana, kaldıramadın değil mi? Nasıl bu kadar bencil olabildin sen, nasıl yapabildin bunca şeyi bana, nasıl onca yalana kattın beni? Bu hangi ihanetinin bedeli? Ben hak ettim mi şimdi seni? Ya da böyle mi hak ediyordun beni?

Bugün senin doğum günün... Bir zamanlar uğruna onca şeyi göze aldığım, onca engelleri aştığım, onca kişiyi karşıma aldığım, hayatımın aşkı dediğim, onca sözler verdiğim, onca şey paylaştığım ve sonra her şeyi yalan olduğunu öğrendiğim adamın doğum günü bugün...

Çok merak ediyorum aslında bugün hangi adamın doğum günü??.. Benim için onca şey yapan, hayatının tümünü değiştirdiğini söyleyen, beni deliler gibi seven, onca sözler veren, hayatımın vazgeçilmezisin diyen adamın mı? Yoksa beni terk eden, verdiği sözleri hiç tutmayan, ihanetinin diyetini bana ödeten, bana söylediği her şey yalan olan, ben hastayken kılını bile kımıldatmayan, yatalakken umursamayan, eğlencesine devam edip, gününü gün eden adamın mı?

Ne garip bir sen bıraktın bana senden geriye. İyi ki doğdun bile diyemeyecek kadar kötü bir sen... Nasıl acı veriyor bana yaşananlar, nasıl yaptın bana bunu? Nasıl yaptın bize bunu? Herşeyi geçtim de nasıl yaptın kendine bunu? Sen benim Kurtuluş’umdun, nasıl oldu Kurtulmam gereken oldun??

Bugün senin doğum günün... Oysa ne çok hayallerim vardı bugüne dair. Daha aylar öncesinden bile düşünmüştüm herşeyi. Hayatın da hiç tatmadığını, yaşamadığını söylediğin (tabi bu dediğin de ne kadar doğru bilinmez) doğum gününü yapacaktım sana ve bir daha da asla böylesini yaşayamayacaktın.

Yanına gelecektik bizimkilerle, ev arkadaşınla ayarlayıp herşeyi, tüm arkadaşlarını önceden arayıp haber verecektik, evde sana sürpriz doğum günü partisi yapacağız diye. Ev arkadaşın seni evden dışarı çıkarıp oyalarken, biz eve girip, hazırlıkları yapıp, arkadaşlarını toplayacaktık. Sonra saat gece yarısını geçtiğinde yani bu saatlerde eve getirecekti ev arkadaşın seni. Kapıyı açıp içeri girecektiniz, tam o ara salona girip ışığı yaktığında; İyi ki doğdun sesleri yükselecekti. O anki surat ifadeni çok merak ediyordum aslında..

Sonra beraber pastanın mumlarını üfleyip, yine beraber kesecektik seninle.. ilk birlikte kestiğimiz ve bir daha asla yalnız kesmeyi istemeyeceğimiz pasta olacaktı. Dilek tutacaktık... İkimizde gözlerimizin içine bakarak, aynı dileği tutacaktık “sonsuza kadar ayrılmamayı”... Kulağıma “Seni Seviyorum” kelimelerini söyleyecektin ve hep söylediğimiz o kelime “BENİ BIRAKMA L@L@@” diyerek doya doya öpüşüp, sımsıkı sarılarak dans edecektik, sabaha kadar içecektik hep beraber...

Ve sabaha karşı odamıza çekilip, ben önceden hazırlamış olduğum mumları yakıp, kırmızı şarabımızı açıp, kadehlerimize koyacaktım; hep hayalini kurduğumuz mum ışığında şarap içecektik seninle... Şarkılarımızdan birini açıp dans edecektik, gözlerimizin içine bakarak şarkılar söyleyecektik yine, sarhoş olacaktık ilk defa birlikte... Birlikte yatacaktık, sen saçlarımı okşayacaktın yine, içine çekip koklayarak... Beraber uyuyacaktık, sen beni uyurken izleyecektin eskisi gibi... Ben gözümü açıp uyandığımda bana nasıl sevgiyle bakıp izlediğini görecektim gözlerinde... Bir kere daha yanımda olduğun için, benim sevgilim olduğun için şükredecektim Allah’a... (şuan ki gibi lanet etmeyerek yani) Sonra sen belime sarılacaktın arkamdan sımsıkı, küçük öpücükler kondurarak omzuma ve deniz’li hayaller kurarak uyuyup kalacaktık... Sabah öperek uyandıracaktım yine seni... 'Seni Seviyorum’larla... Kahvaltını yatağa getirecektim yani sırf doğum günün diye... Yoksa asla yapmam böyle jestler, sonra şımarır hep istersin:) Oysa şimdi diyorum keşke hiç yaşanmasaydı olanlar ve hep yanımda olsaydın da isteseydin... Ama hepsi bir yığın keşkeden ibaret işte... Tüm keşkeler gibi...

Dur daha bitmedi ki doğum günün de yapacaklarımız. Küçük küçük notlar bırakacağım odana... Ben gittikten sonra bulup okuyasın diye. Sabah kahvaltıdan sonra otogara gidecektik seninle ve sonraaa senin doğduğun o yere ve babanın mezarına gidecektik seninle. Hani söz vermiştim ya verdim sözü tutmaya. Babanla tanışacaktım o gün, senin için en önemli kişiyle. Ve benim hayatta tanımayı çok istedim kişilerden biriyle... Bu bile olmadı bunu bile çok görmüştün bana. İlk doğduğun gün nasıldı acaba, sevinçleri annenle bananın. Hiç akıllarına gelir miydi günün birinde sonsuz yolculukta ayrılacakları ve baban tahmin edebilir miydi yıllar önce bugün kollarının arasına aldığı o minik bebeğin bir gün büyüyüp, kocaman bir adam olup nice hayatlar mahfedeceğini... Acaba sızlıyor mu kemikleri, onun üzerine ettiğin yalan yeminler için, rahat yatıyor mu ki orda, oğlunun bu halini seyrederek... Hep derdin ya elimde sihirli bir değnek olsa hayatta 2 şeyi değiştirirdim; 1.si Babamın ölmemiş olmasını 2.si seni yıllar önce tanımayı... Ama bak bende ki sonuç değişmedi, o zaman da çok daha çabuk çıkacaktım demek ki hayatından.. Sen beni ömrünün bundan sonrasına bile sığdıramamıştın ki, öncesine nasıl sığdıracaktın??

Vay be.. Bugün senin doğum günün... Bense burada oturmuş, hayaller kurarak, sadece sana yazarak yetiniyorum, senin bunu hiç bir zaman okumayacağını, bilmeyeceğini bilerek ve doğum gününü böyle kutluyorum öyle mi?

Bekliyor musun acaba kutlama mı? Ya da ister misin ki? Aslına bakarsan içimden bir ses deli gibi bekliyor hem de diyor. Ama sonra başka bir ses, salak mısın sen ya?.. Sana onca şey yapmış olan adam neyi beklesin ki, çok mu umurundasın... Umurunda olsan onları yapar mıydı sana?.. Kim bilir kimlerle kutlayıp doğum gününü, gününü gün ediyordur diyor ve nedense bunu diyen tarafım ağır basıyor ve canım bir kat daha fazla yanıyor. Öyle olabilir mi gerçekten, bu kadar da alçalmış olabilir misin? Bu kadar umursamıyor olabilir misin? Bu kadar da yalan olabilir mi yaşananlar, söylenenler?.. Hadi onları geçtim peki ya gözlerin onlarda mı yalandılar?.. Onlarda mı kandırdılar beni, onlarıda mı alet etmiştin bu oyuna?.. Bu kadar mı ustaydılar, yoksa, ben mi çok saftım?...

Hala inanamıyorum olanlara yaşadıklarımıza, daha çok da yaşattıklarına... Yakamoz, İnci tanesi ve Deniz’in sonuna... Artık Yakamoz vurmuyor Deniz’e ve İnci Tanesi parlayıp belli edemiyor kendini ve buluşamıyorlar Deniz’de..

Benim Balık’ımdın sen. Hep benim Deniz’im de yüzmeni istediğim, ama sen okyanusları tercih ettin. Dilerim boğulmazsın o derin sularda ya da yolunu şaşırmazsın... Ben yarımım, kelimelerim yarım, sen gittiğinden beri her şey yarım... Hiçbir şey mutlu etmiyor beni, hiçbir cümlede çoğalmıyorum, ya da hiç bir şey güldürmüyor beni eskisi gibi kahkahalarla... Bir tebessüm yetiyor artık hayata.. Kimseye belli etmiyorum üzüldüğümü, kırgınlığımı, yaralarımı, parçalarımı... Güçlü görünmeye çalışıyorum... Kendime atıyorum, gece yatmadan odam da hesaplaşıyorum hepsiyle... Çünkü kimsenin beni anlamayacağını biliyorum. Ben hayattan kaçan olmadım hiçbir zaman, hayatın yollarını açanlardan olmaya çalıştım. Şimdi soğuk bir kış gününün ıslak sokakları avutuyor yüreğimi... Hala ayaklarım soğuk, ısıtan yok artık... Gece yatağa girdiğimde masallar anlatan “hadi baba gene yap” hikayesini dinlediğim adam yok, uyumadan önce sesini duyacağım, sabaha kadar telefonla konuşacağım, uykusuz kalacağım ya da sabah uyandığım da günaydın mesajlarını göreceğim biri yok... Seni özlemek bile çok uzak bana artık. Senli hayaller yok, içinde sen olan hiç bir şey yok... Yazılarım hariç... Onlar sessiz çığlıklarım benim... Suskun, dilsiz tarafım...

Bir şarkı vardı hatırlar mısın sevgilim, bana söylerdin hep “Ben seni uzaklarda, ben seni tuzaklarda, ben seni yasaklarda sevdim, ben seni yasaklarda” diye. Oysa artık ne tuzaktım sana, ne de yasak, sadece uzaktım, ama bunu da elimizden geldiği kadar aşıyorduk seninle ve bir gün gelecek tamamen aşacaktık, biliyorduk ama sen vazgeçtin, sen caydın, sen yarıda bıraktın, yarım bıraktın, beni de hayallerimizi de... Şimdi ben söylüyorum sana bu şarkıyı sevdiğim; “Ben seni uzaklarda, ben seni tuzaklarda, ben seni yasaklarda sevdim, ben seni yasaklarda” Şimdi çok daha iyi anlıyorum kuzenimdeyken bana dinlettiğin şarkının ne anlama geldiğini, o zaman dinlettiğin de anlam verememiştim... “Bir gün anlayacaksın neden sessizce gittiğimi senden vazgeçmek uğruna nasıl bir savaş verdiğimi…. Ellerimde acılar ellerini tutamam kıyamam kıyamam sana, yollarım da ayaz var yaklaşma yollarıma kıyamam kıyamam sana..” Oysa şimdi söylenecek tek bir şarkı var aslında: “Aşk bitti, geriye ne kaldı sanki, gururum olmasa sana git diyemem, ama git ne olur.. Anla ne olur, seni affedemem, bu defa ihaneti unutmak, unutmak ağır gelir...” Ne çok şarkımız vardı seninle. Dinlemeye doyamadığımız, birlikte dinleyip, birbirimize dinlettiğimiz. Sonra da cd'sini yaptığımız. Şimdi hepsi 700 mb'lık cd'de sıkışmış kalmış öylece durur rafta. Ya da leptop'un müzik arşivinde, belki bir gün hatırlanır da dinlenir diye...

Aslında ben bu aşkın bu kadar çabuk biteceğini en başından biliyordum, bu yüzdendi hep herşeyi aceleyle yapıp zamana sığdırma telaşım. Sen hep sonsuzluk vaat etmiştin bu aşka. Ama sonunu getiren sen oldun ne tuhaf... Hatta şarkılarımızdan biri olan SÖZ VER’in sözlerinde diyordu ya: “Geleceksin belki çok seveceksin, zamanı gelince gideceksin, bir keşkeye daha yer yok kalbim de, birlikte ölecek miyiz?” diye... Sen sinir olurdun şarkının bu kısmına ve hep 'gitmeyeceğim hiçbir zaman, sen kovsan da ben asla gitmeyeceğim, bırakmayacağım seni ve söz birlikte öleceğiz ve ölene kadar seninleyim' derdin... Bak bu da yalan oldu işte..

Şimdi ne yapmayı isterdim biliyor musun? Senin ilk defa o kadar soğuğu ve karı gördüğün, benim yanıma geldiğin o şehirde, birlikte olduğumuz günlerden birinde, saat 16:00 da saat kaç oldu artık aşkım kalk diyerek beni zorla uyandırdığın, kahvaltı yapalım diye dışarı çıkıp, pizza yedimiz o güne geri dönmek isterdim... Senden sonra yediğim hiçbir pizzanın tadı yok, hiç bir izlediğim maçın, içtiğim alkolün, şarkıların, çekildiğim fotoğrafların, çubuk krakerlerin, halleyin, jelibon’un.. Yeşil’in bile rengi bir tuhaf... Ve yeşil fularımı senin için sarmıyorum artık boynuma, bide sen benim için yeşiller giymeyeceksin bundan sonra...

Şimdi bir browni açtım senin için, üzerine de üç tane mum yaktım, masadakiler yetmezmiş gibi, biri senin, biri benim, biri de deniz için... Karşıma da resmini koydum.. Üflüyorum mumları senin yerine ve bir dilek tutuyorum, olmayacağını bilerek... Doğum gününü sensiz kutluyorum ve resminin baş ucuna koydum bardakla tokuşturuyorum kadehimi, senin şerefine ve sensizliğe kaldırarak. Ve çalan şarkı:”Çok zor günler geçirdim vaktiyle, Alemde savaşlar çırpınışlar nihayetinde, Aşık olmak kısmetmiş yar, sana Aşık olmak kısmetmiş yar.. Seçtiğimiz hayatlar mi bunlar? Seçtiklerimiz mi ? Bunca yokluk, bunca kiriklik, bunca acı. Seçtiklerimiz evet! Hayat bu sevgilim çoktan seçmeli, Senin aşkınsa bi dönem ödevi...”

Seni unuttuğumu haykırdım fotoğrafına bu gece, ben bile inanmadım ya buna, sen unuttum say yine de. Olması gerektiği gibi yani... Şunu bil ki senden asla nefret etmiyorum, bir kinim falan da yok. Sadece iğreniyorum olanlardan, aklıma geldikçe midem bulanıyor ve lanet ediyorum sana, kendime, olanlara... Hep susardım karşında hatırlar mısın? Sen kızsan da, bağırsan da... Ve derdim ki sana “bak beni zorlama, susuyorum evet ama eğer konuşursam inan bırak bir daha yüzüme bakmayı, aramaya bile yüzün olmaz” diye.

Biliyordum hepsini taa öncesinden beri. Ama hiç birini konduramamıştım sana, o yüzden hep susmuştum, sineye çekmiştim, yok demiştim, o bu kadar adi, aşşalık olamaz diye susturdum hep kendimi ve sen kendini nasıl savunduysan öyle kabul etmiştim herşeyi. Gördün mü bak her zaman ki gibi yine ben haklı çıktım, yine yanılmadım. Bir ayı geçti aramıyorsun. ilk defa bu kadar uzun oluyor sessizliğin. Üzgünüm hemde çok üzgün, daha fazla tahammül edememiştim yaptıklarına, yalanlarına... Bıkkındım sevdiğim, artık bu çapraz sorgulamaya dayanabilmek için senden vazgeçebilecek kadar yorgundum, sen anlamadın. Çünkü artık senin yaptığın yanlışlar bana da zarar vermeye başlamıştı. Senin karşında haklı olmaktan yorulmuştum ve bu yüzden bende kendimi şartlandırıp, hata yapmaya başlamıştım. Neydi amacım bilmiyorum. Karşında azda olsa suçlu olmak mı, kendimi cezalandırmak mı, yoksa senin acı çekmeni istemem mi? Bilmiyorum ama arkama dönüp baktığımda gördüğüm enkaz kaşısın da dehşete düştüm. Bu yüzden çıkmalıydın hayatımdan, bu yüzden çıkarmalıydım seni hayatımdan...

Yaşadığımızı sandığım, aslında sürekli yıkıntılarını toplamakla uğraştığım bir sevgiyi sürdürmeye çalışmıştım ben. Yıkıntıların arasında sevgiyi yaşayamamaktan yoruluyormuş insan, kaybediyormuş kendini hiç farkında olmadan. Üzülmekten yoruldum, seni üzmekten de, beklemekten yoruldum, neyi beklediğimi bilmeden özlemekten de yoruldum, en çok da düşünmekten!! Susmaktan yoruldum, sürekli susup içimde avazım çıktığı kadar haykırmaktan... Hep kendimle baş başa kalıp, hep kendime sığınmaktan yoruldum. Suçluyum evet... Fedakarlık yaptım, üzmemek için üzüldüm, sitemlerimi kendime sakladım çoğu zaman. Hep dilimin ucunda kaldı söylenmemiş sözler, içimde kaldıkça beni yaraladı hepsi. Oysa haklıydım, fazla bir şey beklemiyordum senden, sadece benim kadar fedakar olmandı beklediğim. Yanlış insandan doğru şeyler beklenmezmiş, yeni yeni öğreniyorum. Aslında ne çok şey öğretmişsin bana meğer... Hayatta kimseye güvenmemek gerektiğini öğrendim bir kere daha, verilen sözlerin tutulmadığını, en sevdiğinin bile sana kazık atabileceğini, çok sevdiğin için susmayı, asla kabullenmeyeceğim dediğim hataları kabul etmeyi, affetmeyi, bir insanın ne kadar alçalabileceğini, nasıl kişiliksiz olunduğunu, bir insanın gözünün içine bakarak bile ne kadar gerçekçi yalan söyleyebildiğini, dünyanın aslında kendini en iyi sergileyebileceğin bir oyun sahnesi olduğunu, tanıdığımı sandığım insanları aslında hiç tanıyamamış olduğumu, sahte gülücükler atmayı, içinden gözyaşları süzülürken, hayatla Polyanna'yı oynamayı, içim de iki kişilik bir hayatı yaşamayı öğrendim, ne kadar acı olsa da..

Eğer kendimi sürekli hesapsızca sorgulayacaksam, eğer kendi iç savaşım da sürekli kendime yenik düşeceksem, eğer karşımdaki kırılmasın ya da onu kaybetmeyeyim diye tüm yaptıklarına, yalanlarına boyun eğeceksem, eğer yaşadığım bir aşk için sürekli üzüleceksem ve hep üzeceksem; sen, olmasın.. Zaten hiç yokmuşsun, var olduğunu sayarak kandırmışım kendimi. Artık seni sana bıraktım, ben zaten hep kendimleydim ve hep kendimi paylaştım. Artık al kendini benden ve yaşamak istediğin gibi yaşa aşkı, hayatı, kendini... Yaşamak istediğin ne varsa kendince yaşa, çünkü ben yoruldum... Artık, ben yokum. Bir piyon olmayacağım artık hayatında, ya da bir oyunun figüran oyuncusu değilim, baş rolü sen oynarken... Ben senin kadar usta oyuncu değildim belki evet, ama maskelerin arkasına sahteliklere sığınmadım hiçbir zaman hayatımda...

Yıkık bir sevginin parçalarını toplamakla uğraşma, Hiçbir zaman yıkılmayacak bir sevgi için savaşını ver. Öyle sanmıştık biz... Bizim aşkımız ne engellerden geçmişti, yıkılmamıştı, asla yıkılmaz sanmıştık. Ben bu savaşta yenik düştüm. Ben yenik kahraman, sen kazanan Kral ol. Bir puzze'l gibi parçalarımı toplamak istemiyorum artık, kaybolmak, eksik kalmak ve kaybolan parçalarımı aramak istemiyorum...

Ne kadar yenik düşsem de ne kadar üzülsem de güzel bir çok yanları vardı seni yaşamanın, tabi yaşadığım kadarının.. Seninle yaşanılan ilkler güzeldi, sabaha kadar uyumamak güzeldi seninle, yanında uyanmak, bazen acıtsa da seni özlemek güzeldi... Kavgalar etmek, seninle kısa küsmeler yaşamak, sana trip atmak, beni kızıdrmaların güzeldi... Gerçekleşmeyeceğini bile bile kendi dünyamızda sıra dışı hayaller kurmak güzeldi.. En güzelide kısacık zamanı uzun uzun yaşamaktı... Bir zamanlar en büyük korkumdu seni kaybetmek şimdi ise en büyük ulaşılmazım seninle birlikte olabilmek..

Tüm hayallerim gibi doğum günün için kurduğum tüm hayaller de yarım kalmıştı işte. Üstelik bu defa sana anlatamadım bile..

Dilerim çok mutlu olursun diyorum, asla mutlu olmayacağını bilerek... Ve biliyorum ki çok pişman olacaksın beni kaybettiğine, yaptıklarına.. Ama artık her şey için çok geç demek için bile çok geç. Çünkü sen bu sen iken, değişmezken senden hiçbir şey olmaz, çünkü sen aşılmaz engeller koydun önümüze, duvarlar ördün asla aşamayacağımız. Ve son şarkı “Rahat ol beddua etmem ki sana.. Demokrasi var mı söyle sanki aşkta.. Hatta belki bir gün teşekkür ederim, Hayatı öğrettiğin için bana..”

Bu satırları okuduktan sonra sımsıkı sarılmak isterdim sana..
Son kez bile olsa..
Oysa asla bilmeyeceksin ki..
Ama varsayımlar üzerinde durmayayım,
Hem bak yalnızca “ben” varım bu satırlarda…
Yirmi üç yaşın her şeyiyle mutluluk getirsin sana…
Bir yıl daha büyüdün;
Dilerim, geçen yıla göre daha küçük daha masum, tertemiz bir çocuk olursun..
Artık yalan sokmazsın hayatına
Ve dilerim yakmazsın kimsenin canını
Vee üzüp, kırıp, ağlatmazsın..
Yine de yanında olamadığım için bağışla…
Böyle olmasını sen istedin ama..

Bugün herkese senin doğum günün olduğunu ve seni ne kadar çok özleyip sevdiğimi söyledim.. Bir tek sana söylemedim..

Vee ilk ve son kez söylüyorum: İYİKİ DOĞDUN AŞKIM, İYİKİ VARDIN SEVGİLİM, VE HERŞEYE RAĞMEN YİNE DE İYİ Kİ GİRDİN HAYATIMA YAKAMOZ'UM.. SEVDİKLERiNLE NİCE MUTLU YAŞLARA.. SANA YALANSIZ VE BENSİZ BİR DÜNYA DİLİYORUM BUNDAN SONRA..

Bir de her şeyi unut ama sakın unutma kokumu ve Her Deniz’de beni hatırla..

 
Toplam blog
: 24
: 1007
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

Kaleminden, yazmaktan hiç vazgeçmeyen, fotoğraf çekme ve çekilme hastası olan biri..  ..