Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '11

 
Kategori
Blog
 

"Dondurmam gaymak" diyenler, ellerini kaldırsın...

"Dondurmam gaymak" diyenler, ellerini kaldırsın...
 

Bu güzelim kedi, yastık yüzü gibi çitelenerek yıkanmak istenirse, bu hale geliyor.


Milliyet Blog, ha kapandı, ha kapanacak derken, yepyeni bir yüzle bizlere bayramlık hediyesini sundu. Mahallemiz, sokağımız caddemiz değişti, az buçuk da şenlendik Aceleyle taşındık yeni mekanlarımıza.

 

Yenilikler ürkütücüdür. Alışkanlıklarımız mukaddestir. Kolaya kaçan bir milletiz ahfadıyız.. Çok çile çekmediğimiz için, el bebek gül bebek geldik bu günlere kadar.

 

Armudun hep iyilerini seçip yedik. / Suçu, ayılara attık. / “Ayu” yedi " dedik / Eyi halt ettik!

 

NE DEMİŞLERDİ? Bloğun yeni yüzü için referandum isteyenlerden, hayal kırıklıklarını ortaya dökenlerden tutun da “Bize kalırsa, MB’un yeni çehresi, bizler için ideal. Ve hatta çok bile!” diyenler de oldu.

 

NELER NELER DEDİLER? “Renksiz, sıradan, karışık… Reklam geliri mutlaka ön planda olmalı ama… 3-5 dakika gezindim, gözlerim yoruldu…Yenisi ile tanışamam. Kendilerini hiç sevmedim. A-lı-şa-mam!!. Sarı kartlıyız da, kırmızı kart namzetlerine bu site açık değil mi? Klavyemde, siteyi bir türlü açıp giremedim de… ( Bu benim ifadem ) Sıradan bir reform…Yenilikler mutlu etti ama, kendimi boşlukta hissettim…Görsel değişimden çok, bu platformlar, niteliksel değerlerin artışı ile büyüyebilirler… Aydın Beyin önerisini destekliyorum. Keşke eskisi de kullanılsa" Ve devamla:

 

“Kabinede MGK ya da YAŞ’ta oturma düzeninin değiştirilmesi gibi bir şey…Yazarkafe ve blogspotlar karışımı gibi olmuş… Aramızdan ayrılanlar bölümünü göremedim. İnşallah benim körlüğümdür… Üzgünüm. Yeni makyaj ve imaj, iğreti entari gibi… Blog kategorisinin göz önünde olmaması iyi… Tek kelimeyle hayal kırıklığı. Buna yenilenme değil, “küçülme” denir… Her yeniliği kabus görmüş gibi olsam, fena değil… Her yeniliğe ısınmalıyız arkadaşlar. Kutuplarda yaşamıyoruz… Değişiklik, hiç yoktan iyidir… Deneme yayınındaki yeni şekline ısınamadım. Biraz daha bekleyip, tasarı olgunlaştıktan sonra yayınlanması, daha iyidir… Osmanlı’nın çöküşünü, Kanuni döneminde aramak gibi, MB. Kemalini yaşayamadan zevale geçti…”

 

“ Ne olacak MB’un hali diyenlere, güzel bir bayramlık hediyesi olmuş… Ve, “Bize kalırsa, MB’un yeni çehresi bizler için ideal! Ve hatta çok bile!”

 

İşte…Acılı, mayhoşlu, kekremsi ve de iyimserli tablolar, blog ve yorumlarda, yukarıdaki gibi böyle sergilendi. Ama, iyimserler az. En doğru teşhisler, hem nalına, hem mıhına kabilinden en son paragraftaki gibi ortaya konmuş.

 

Bir hipotenüste olmasaydı uzun kenar, dert miydi ? / Sonracığıma / Tarihteki Diyojen’e kim yakıştırdı o feneri? / Olmasaydı feneri / Bu kadar ünlenmezdi / İskender’i kim tanırdı ? / Aradan bunca geçmiş yılları / Kimler bu güne taşıdı? / Adam, iyi adammış zâr / Kendi gitti / Kebabı kaldı yadigâr /

 

İdaremiz, nezaketle soruyor: “Yeniliğimiz var. Tanışalım mı? “diye. Ardından da “kına gecemiz var, buyurun!" diyecek halleri yoktu herhalde. Sanki mini bir referandum. Asabisi yazdı, sivrisi yazdı, mülayimi yazdı, münafığı yazdı, kabzımalı yazdı, ezber bozanı kurtlarını döktü. Şimdi sıra bizde.

 

Ben, Sevgili pirmete’nin konuğu olacaktım bu yazımla. Dışarlıklı klavyede de, ne yaptımsa açılmıyor. Tanıştırılacak yeni yüzle tanışamıyorum bir türlü. Aaaa, bir de baktım ki, hem eskisinde, hem yenisinde aynı şahıslar, aynı isimli bloglarını üleştirmişler, yayınlıyorlar.

Çifte kavrulmuş kebap / Yemesi de sevap / Hem ağlarım / Hem giderim / Yoktur yatacak yerim / Yesin onu ninesi derim / Ya şukran, Allah kerim.

Böylelikle anlaşılmış oldu ki, bizim akıllı blogcular, bir taşla kuşları indirdiler yere. Eskiden, her taşa, bir kuş isabet ederdi. Blog’cular yıkadıkları çamaşırları, hem arka balkona, hem ön balkona asıyorlar. " Kalan sağlar, bizimdir " demeğe getiriyorlar. Bizim başımız kel mi?!

 

Eeee, millet yatak çarşaflarını, yastık yüzlerini değiştiriyor. Biz de sıraya gireceğiz. Çare yok! Soralım bakalım: “Yeni yüzüyle bloglarınız nasıl? “Dondurmanız gaymaklı mı? ”İyi olur inşallah! ”Dondurmam Gaymak” diyenler, ellerini kaldırsın.

 

Bir tek hocaya okutmadığım kaldı klavyeyi. Alt katımızda 90 lık Hacı amca var. Cennetlik. Onu mu çağırsam diye düşündüm. Geçenlerde, apartmana girerken, tam sokak kapısının önünde, çıplak kafasına, bizim klimadan su damlası düşmüş. Hiç üşenmeden, kapımıza kadar gelip sorduydu : “Başıma sular döküldü, bu neydi?” diye. Ben de “ Okunmuş su var bizde, o düşmüştür amca"” dedim de, vartayı atlattıydım. Gayet memnun ayrılmıştı. Klimadan anladığı yok. Neyse vazgeçtim. Okusa okusa ne okurdu? “Kaçan kocayı geri getirme duası” okuyacak hali yoktu her halde. Klavyeme derman olur muydu? Olamazdı, vazgeçtim.

 

N’aparsınız, bu deve güdülecek. Kalmışız çöllerin ortasında. Bize, bizden başka yar olan olmaz. Kimseden de yardım beklemeyin. Bu devirde eşek eşeği bile, “ödünç” kaşıyor. İdaremizden, “çözüm merkezi” kurulmasını da isteyemeyiz. Hangi birimize yetişsinler. Olmuşuz koskoca ordu. Blog Genel Kurmayı’nın sırtında yedi ordu kurulu. Onları mı sevk etsinler, bizlere mi laf anlatsınlar! . Di mi ya!

 

Ağrıdı dişim, nanay / Çok içmişim, nanay / Çaresi nedir, nanay / Akşam yazımı yazdım / Sabah kalktım da baktım / Kuş olmuş yazılar / Bir haltlar ettik muhakkak / Ne haltlar, ne haltlar / Bunu editörler anlar / Arkadaşına yalvarma / İdareye yamanma / Olacaksa sende kafa / Onu sen yabana atma / Hır- gür de çıkarma / Artistlik de yapma / Ağzını yıka / Dişini fırçala / Yağ da yakma / Balcı’ya yakalanma!

 

Kendi göbeğini kendin kes / Sağa sola yaslanma / Ağaca yaslanırsan, çürür / İnsana yaslanırsan, ölür / Bloğunun kapanmadığına şükret / Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz / Eğrilerin esamisi bile okunmaz / Kurt ol, boynun olsun kalın / Aldırma, bu, senin alın yazın /

 

Meşhedi’nin öğünmesi gibi: “Bizdeki garıların, hamısının çabuk eli/ Üç ayda kız doğurur, altı ayda oğlani / En fakirinin ardından, kamyon taşir cüzdani “/ Dediğine bakma sen / Klavyene sahip çık / Hem uslu çocuk ol, hem üstüne dök / Sakıncalı piyade, olsan da olmasan da / Bir deveye binmişiz bu güdülecek /

 

Şimdi bu kervan durmayacak / Öyle de, böyle de yol alınacak. / Kırılmayacak nacak. / “Ağlayak da gözden, sızlayak da yürekten mi olak?” / Kafe’lere, arkadaşlara dayansak / Onlar, ne zamana kadar dayanacak? / Yeniliğin dili çözülecek ancak / Orası dürtülecek, / Burasını dürtülecek / Bir yerleri de körelecek / Klavyeler bizden gına getirecek.

 

Dürtü aletimiz kütleşinceye kadar dürtüye devam diyeceğiz, bu yeni bloğun üstesinden geleceğiz anlaşılan Başka çaremiz yok. Ardından da türkümüzü söyleyeceğiz hep birlikte:

 

“Hoppa hoppa ninanay / Aşkından kibrit oldum / Üflesen yanıyorum!” / Boynumuzda sallanır maaş bordrosu / Ne yazar, içi ha boş, ha dolu / Ula ula Hasso / Vakit gelmiştir bebo / Verelim şimdi memleket saat ayarını / Tokmağı eline alasın / Gonk'a sıkı vurasın / Haydi, vakitler gelmiştir / Ula tokmağı niye vurmisen / Vakitler geçmiştir / UIa bu ne iş ? / Ne kebap yansın, ne de şiş / Tokmağı mı kaybettin körolası / Ve de Allahından bulası / Bu blog iki buçuk lira / Hem kaynasın, hem oynasın! “,

Ört ki, ölem!

  

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..