Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '22

 
Kategori
Kitap
 

"Durursan Ölürsün!"

"Yürüyen insanın zihinsel performansı da artıyormuş. İnsan bir yandan yürürken, kendisiyle baş başalığı daha da fazlalaşıyor sanki. Adımlarının hızına ayak uyduruyor bilinçdışı aklı. Yürümenin de usulü, yöntemi olmalı o zaman. Durmanın da. Uyumanın da.

Ben sorunlarımı en çok yürürken çözerim demişti bir zamanlar önemsediğim birisi. Şimdi aklıma geldi. Benim de en çok yürüdüğüm dönem askerlik yaptığım zamanlardı. Öyle ki; sırtımızda yük de olurdu ve belki hiç durmamacasına 15-16 saat yürürdük. Bazen 1 hafta sürdüğü de olurdu bunun. Bir gün dinlenirdik, sonra aynı periyod. Yürürken enerjinizi de ekonomik kullanmayı öğreniyorsunuz. O yüzden konuşma da azalıyor. Etrafla ilgilenmek de. Elbette ki bahsettiğim yürüme hedefi olan bir yolculuk. İnsan bir an önce hedefe ulaşmak istiyor. Hedef çok belli ve somut olursa yürüme esnasındaki gerçekten de başka zamanlarda olsa problem olacak bir şey göze görünmüyor. 

Bu esnada yürürken yürümenin getirdiği yorgunluk var. Emin olun bu yorgunluğu geçirecek tek şey varacağınız yerle ilgili düşünce ve hayalleriniz oluyor. Bunu bizzat yaşadım ben. Askerlik boyunca yaptığımız yürümeler ya tırmanmaydı ya da tırmandığımız yerden aşağı inme. Daha çok aklımda kalan tırmanma. Tırmanma şöyle başlar. Önder ya da komutanın elinde bir harita vardır. Hedefi çizilmiştir. Hedefi işaret eder ve emreder. İşin stratejisi tartışılır diğer komutanlarla, nasıl yapılacağı yani. Ve biz yaklaşık 300 kişi olurduk, bizler de işin taktik yani uygulama kısmını yerine getirirdik. 

 Tırmanmaya başladığımız anda, ki bizim için küçük tepelerin bir araya gelip oluşturduğu dağlardı bunlar, önce bir zirve görürdük. Tamam buraya çıkarız derdik ve o tepeye odaklanırdık. 

Küçük dinlenmelerle ulaşırdık oraya. Tam ohh diyecekken bir de bakardık ki, ardında daha bir sürü zirve. Her zirve ardında başkalarını saklarmış meğerse. Orada doğru düşünebilmeyi ya kendiniz başaracaksınız ki bu zor, ya da bir tecrübeli bir tırmanıcı olacak yanınızda. İlk tepki eyvah oluyor genelde. Daha bir sürü var. Yoruldum. Bıktım. Usandım. Ne zaman bitecek. Çileli başım... bir kılavuz olursa gideceğiniz yeri anlatıp yorgunluğunuzu dağıtıyor hemen ve yeniden motive ediyor sizi. Buraya gelebilen diğerlerini de aşabilir diyor. Sizden öncekiler aştı buraları diyor. Etrafına bak. Yürüyenleri gör. Vazgeçmeyenler ulaşıyor menzile diyor. 

Orada iki seçeneğiniz var durmak veya devam etmek. Biz askerdeyken durmanın ölüm olduğunu bilirdik. Buna inanmıştık. Zira karanlıkta dağın başında tek başına kalırsanız teröristlere yem olurdunuz. Gerçek hayatta da aslında da ruhsal ölümün durmakla eşdeğer olduğunu sonralardan anladım. O yüzden devam ederdik. Nihai hedef için ara tepeler ara menziller göze görünmez olurdu belli bir süreden sonra. 

Sonra yürümenin kendi doğası, yorgunluk, bir hedefinizin olması, enerjinizi boşa harcamama gereksinimi sizi gerekmedikçe, etrafla da uğraşmaktan ilgilenmekten alıkoyuyor. Birbirinizi görüyorsunuz sadece ve en fazla gülümsüyorsunuz. Herkesin bir hedefi var sonuçta. Herkes daha çok ilgi gösteriyor yanındakilere ihtiyaç duyduğu anlarda. 

Benim ilk yolculuğumda ilk tırmanışımda korkudan ya da endişeden olacak, belki de bilinmezliğinden işin, duraksamışım. O zaman bir yüzbaşı geldi yanıma ve durma dedi. Yorgun bakmış olmalıyım ki yüzünde: gideceğin yeri düşün ama basamak basamak çık. Hemen ilk başta en yükseği düşünme dedi. Şimdi çok daha iyi anlıyorum bunu. 

Bütün bunlardan sonra zaten yürürken size kalan tek entellektüel etkinlik düşünmek oluyor. Probleme değil çözüme yönelik oluyor genellikle de. Ben de bir çok sorunumu yürürken çözmüştüm. Bu düşüncelerle meşguldüm ki: Kılavuzum'un sesini işittim.

"Senin cebriliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergahı görmedikçe uykuya dalma."

Artık yolu anlamaya başlamam sevindirdi beni. Yolun inceliklerini. Usulünü. Çünkü Kılavuzumun söylediği de düşüncelerimin, çıkarımlarımın benzeriydi. Mutlu oldum; ancak cebir lafı dikkatimi çekti. Cebir neydi? Tarihte Cebriyecilik diye bir akımın var olduğunu okumuştum. Sordum evet onu kast etmişti. Bu akımın temsilcileri çabanın boş olduğuna, insanın Tanrı önünde bir yaprak gibi savrulduğuna inanıyorlardı. Çalışıp çabalamayı bir kenara bırakıp kadere razı olmak gerekir diyorlardı. İnsanı ve çabasını yok sayan, geliştirmeyen tembelleştiren bir akımdı bu. Kılavuzumuz şiddete karşıydı bunlara sözlerinden öyle anladım. 

"Cebre inanmakla, yol kesen haydutlar arasında uyanmak müsavidir."

Peki inananlar güveni nasıl öğrenecek? Başarmayı. Durdukları yerden düşünerek bunu nasıl akıl edecek ya da fark edecek.

Deneyerek.

Önce küçük bir şeyi başarmayı deneyecek. Olmazsa bir daha yapacak. Olmazsa tekrar. Tekrar tekrar. Ne zamana dek? Başarıncaya kadar. Başarınca, bunun verdiği motivasyonla bir daha büyüğünü deneyecek, ne zamana dek? Onu da başarıncaya kadar. Sonra tekrar. Başka yolu yok. Güven böyle kazanılır. Başarmak denilen şey, onun için gerekenleri yapmaktır o kadar.

Danışanlarımla yaptığım imajinasyon çalışmalarında, biraz gevşeme elde ettikten sonra bir ırmak imajine etmelerini söylerim. Kimisi gürül gürül akan bir ırmak görür. Kimisinin ki durgundur. Kimisinin ki akmaz. Kimisinin kiyavaş akar. Sonra kaynağına götürürüm onları, genellikle sorun kaynağındadır. Kanyan yetersizdir. Bazıları akmak için kar yağmalı der. Irmak burada hayatın akışkanlığını temsil eder. Durgun olanların tek yapması gereken şey çabalayıp kaynağı harekete geçirmektir. Kar yağar da yağmur yağsın diye bekleyenler kolaycılardır. İç kaynak herkes için var ve mevcut. Akmaya niyetlenmek biraz da çaba. Ardından yağmur yardımları gelir. 

Durmak ölmektir diyor kılavuz.

Durursan ölürsün.

Son söz yine onun olsun.

"Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda da tevekkül et; kazan da sonra Tanrı'ya dayan." Mesnevi"

Dr. M. Faik Özdengül/Rumi ve Aşkın Terapi'den

 
Toplam blog
: 48
: 89
Kayıt tarihi
: 11.01.21
 
 

Profesyonel Koç Bağımlılık Danışmanı Sosyolog Yazar Latin Amerika Çalışmaları Uzmanı Analog Fotoğ..