Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '09

 
Kategori
Dünya
 

"Eğer savaş çıkaramıyorsan hastalık yarat ki..."

"Eğer savaş çıkaramıyorsan hastalık yarat ki..."
 

"...dünya ekonomisi yeniden çalışabilsin."

Yazının başlığı ve devamındaki kelimeler Meksika'da yaşayan ve bize orada olup biteni haber veren Serpil Ata'nın satır aralarından çekip aldığım bir paragraftan.

Ağustos ayı sonunda gündemimize giren global ekonomik krizden sonra şimde de dünya hepimizin bildiği gibi "Domuz Gribi" ile meşgul. Konuyla ilgili bir yazı yayınlamış, hastalıklarımızın arkasında yatan şeyin insanoğlunun sonsuz tüketme arzusundan kaynaklanan daha fazla üretmek için doğayı bilinçsizce kendi zevkimize uygun olarak değiştirmeye çalışma tutumumuz olduğunun altını çizmiştim. Domuz Gribi gündeminde; "Canımızı çektiriyorlar."

Serpil Ata'nın haberi düşüncelerimin biraz daha sağlam temeller üzerine oturmasına yardımcı oldu.

Önce domuz gribinin dünya gündemine düşmesinin arkasında yatan gerçeğin ne olduğunu yakından inceleyelim.

"Halbuki bu hastalık yeni değil, ilk ortaya çıktığı yer ise Meksika Şehri hiç değil. Yaklaşık bir ay kadar önce Xalapa (Halapa) şehrinde sağlıksız çalışma koşullarından dolayı, Granjas Carroll isimli ABD’li bir şirkete ait bir domuz çiftliğinde başlamış ve 20 kadar kişinin ölümüne sebep olmuş. Çevre, sağlık ve beslenme problemlerinden dolayı yüzlerce insan bu grip vakasıyla yüzyüze kalmış Xalapa şehrinde. Ancak yıllardır bölgeyi kirleten Granjas Carroll şirketinden hiç bahsedilmedi ve bahsedilmiyor."

<ımg src="http://www.smithfieldfoods.com/images/logos/GranjasCarroll.jpg">

Granjas Carroll şirketi hiç tanıdık değildi. Biraz araştırma yapınca Amerika kıtasının en büyük domuz üreticisi olduğu sonucuna ulaşıyorsunuz.

<ı>"Smithfields’in Meksika ayağı olan şirket yılda yaklaşık 1 milyon domuz üretiyor. Fabrika, Veracruz eyaletinde ve La Gloria ile Perote kasabalarına da bir hayli yakın. Kasaba sakinleri 2005’ten beri durumdan şikâyetçi. Sözkonusu domuz fabrikası çevreyi derinden tahrip edip, tanınmayacak hale getirmiş. Bölge sakinlerinin sağlığı da zaten ciddi bir biçimde epeydir bozulmaya başlamış.

NAFTA denilen Kuzey Amerika ekonomik ve ticaret birliği ABD’nin nispeten ağır çevre regülâsyonlarından kaçan şirketler için yeni mobilite imkânları yaratmıştı. İşte, Smithfields de NAFTA’nın bu nimetinden yararlanarak, yılda milyonlarca domuz üretebilen fabrikasının yanısıra açık bok göllerini ve domuz leşi tepelerini de Meksika’ya taşıyıverdi." (1)

Niteliği düşük, çalışma şartları batı normları ile pek uyuşmayan ve çevreye büyük zarar veren işletmelerin üçüccü dünya ülkelerine kaydırılması bizim için çok yeni bir bilgi değil. Hafızalarımızı biraz zorlarsak bir ara ülkemize gönderilen kimyasal atıklarla dolu gemiler gündemimizde ne büyük yer işgal ettiğini hemen hatırlayacağız. Hatta sahillerimizde kumsallara vuran, yer yer boş arazilerde gömülü halde bulunan bu variller televizyonlarda ilk haber olarak geçilmekteydi. Asbestten yapılmış bir geminin sökümü için Türkiye'ye gönderilmesi ve devletin bir bakanının asbesti elleri ile tutup, yüzüne sürmesi görüntüleri ise biraz daha uzak haber olarak arşivlerimizde durmaktadır.

Bir diğer konu ölüm haberlerinin veriliş tarzı, sayıların abartılması... Şu bir gerçek ki, üçüncü dünya ülkelerinde her gün yüzlerce insan içinde bulundukları sağlıksız koşullar ve beslenme yetersizliği yüzünden ölüyor.

Serpil Ata'nın haberine dönelim.

"Bir başka eleştiri ise bu konunun bu kadar abartıldığı yönündeydi. Çünkü normalde Meksika’da milyonlarca çocuk hasta, her gün neredeyse 100 çocuk, hele de kırsal kesimlerde, sağlıksız ve yetersiz beslenme, solunum, ishal ve öksürük gibi sebeplerden dolayı, hastaneye bile gidemeden ölmekte ve göz ardı ediliyor. Yani bu Meksika’nın virüs ya da bakteri enfeksiyonu ile ilk tanışması değil. Halen de önemli bir tehlike olabilen Dang hastalığı (bir tür sıtma), hepatit A, hepatit B, kolera gibi hastalıklar da söz konusu. Bunu yakından deneyimliyorum çünkü Meksika'da sağlık hizmeti vatandaşları için çok pahalı bu yüzdende halk hastaneye gitmektense, iyice kötüleşene kadar evinde kalıyor, sonra da durum geç olabiliyor. Bu zamanla gelişmiş genel bir alışkanlık. Birçok köyde sağlık hizmeti yok ve kilometrelerce uzakta olan çocuklarını en yakın sağlık ocağına götürmek için ailesi onu yürüyerek götürmek zorunda. Çocuğu sağ salim ulaştırabilse de sağlık ocağında doktorun ya da ilacın bulunabileceği de meçhul. Bunun dışında Meksika’da yerli kimselere karşı ayrımcılıkta söz konusu olabiliyor. Çünkü birçok Meksika yerlisi İspanyolca bilmeyebiliyor. Eğer devlet bu kadar önemsiyorsa, neden diğer hastalıklar için de bu kadar önlem almıyor?"

Burada da devreye global ekonomi giriyor elbette. Domuz Gribi vakalarının özellikle Kanada gibi G7 ülkelerinde çıkması ilginç yorumları akla getiriyor.

“...son 2 yıldır, ecza endüstrisi dünya çapında finansal problemler yaşamaktaydı; eğer savaş yaratamıyorsan hastalık yarat ki dünya ekonomisi yeniden çalışabilsin; Meksika bu hastalık için harika bir trampolin çünkü buradan birçok turist dünyanın değişik yerlerine gitmekte ve ne ilginç ki Meksika’da bulunup da ülkelerinde hasta olan kimseler G7 ülkelerinden.”

Kuşkusuz bu böyledir ve bunun için olmuştur demek için elimizde çok güçlü deliller yok. Yaşadığımız çağa tanıklık ediyoruz. Çoğu zaman figüran rollere çıkıyoruz. Oynadığımız rol o kadar küçük ve bütünden kopuk ki filmin ne anlattığını fark etmemiz de mümkün değil. Çoğunlukla o film bizim izleyeceğiz sinemalarda gösterime de girmiyor. Birileri için çok eğlenceli bir seyirlik olabilir ancak farkına bile varmıyoruz. Yapabildiğimiz tek çey sonuçlardan, olandan geriye dönüp parçaları birleştirmeye çalışmak.

Serpil Ata çok başarılı bir haber yapmış. Bu haberin tamamını okumak için http://www.indigodergisi.com/44/ata.htm adresini ziyaret edebilirsiniz. Yazının final bölümünü özellikle buraya alıntılamadım. Bir de çok Meksika'da yapılmış o çok önemli toplantıdan da söz etmedim. Ancak bir küçük cümle ile yazımı bitireceğim.

"...tüm olanlar Naomi Klein’in “Şok Doktrini” teorisini anımsatıyor. Bu teoriye göre büyük ölçekli bir değişim gerçekleştirmek için bir felakete ihtiyaç var; savaş, doğal afet, darbe veya terörist salgını gibi. Çünkü felaket anında, halkın dikkati başka yöne çekilir, kolektif çok yaşayan bir halk birçok değerinden vazgeçebilir, daha itaatkar olur. Bilmem teori size tanıdık geldi mi?"

Uzay Gökerman


Serpil Ata'nın haber yazısını okumak için:
http://www.indigodergisi.com/44/ata.htm


(1) http://web.me.com/eatonak/page1/page1.html

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..