Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

"Erkek avcı, kadın toplayıcıdır"

"Erkek avcı, kadın toplayıcıdır"
 

- Erkek avcı, kadın toplayıcıdır.

- Evet, siz avcısınız zaten. Hep avlıyorsunuz(!)

- Siz de toplayıcısınız(!)

 

Konuşma, Hülya Avşar’ın Haber Türk’teki programına konuk olan Alper Kul ile Avşar Kızı arasında geçiyor.

 

“Neandartaller zamanından beri bu böyle ola gelmiştir” diyor genç oyuncu. Rahmetli Duygu Asena ise katıldığım bir söyleşisinde; “Bir zamanlar kadınlar avcı, erkekler ise toplayıcıydı. Sonra kadın zekası erkeği avcı yapıp; kendisini daha kolay olan mağara işlerine çekti” demişti.

Hangisi ne kadar doğru, kim önce avcı ya da toplayıcıydı tam olarak bilmek mümkün değilmiş gibi duruyor. Öte yandan yerleşik veriler, çok uzun zamandır erkeklerin avcı; kadınlarınsa toplayıcı oldukları bilgisini güçlendiriyor.

Toplayıcılık zeka, avcılık güç ister. Hangi bitki ne işe yarar, ne zaman toplanmalıdır, nasıl tüketilmelidir, hangisi zehirli hangisi yararlıdır gibi onlarca soruyu biliyor olmalı kadın. Erkekse avı öldürmek, sırtlayıp getirmek, yüzmek için güçlü olmak zorunda. Ugh! Tabi avlanayım derken av olmamak için azıcık da zeka sahibi(!)

Bu konuyu biraz tatlandırmak ve eğlenmek için tarih çağlarına göre ve konuşma mizansenleri içinde ele almayı deneyelim.

Örneğin taş devrinde mağaraya et getiremeyen adama, kadın kızmış olsun:

- Hani bugünkü etimiz?

- Avladıydım ama yolda gelirken diğer kabilenin adamları elimden aldılar.

- Beceriksiz pısırık! İyi ki avlanma görevini sana verdik! Bari topladığım yaban çileklerinden yedireyim çocuklara! Sana güvensek aç kalmıştık bugün.

- Ugh! Ben de şu taşa cila çekeyim…

Adam suçlu ve çaresiz, fakat kadın kızgın:

- Ugh ya! Bir işi de becer be gözüm!

İlk Çağ, özel mülkiyet fikrinin yerleşmeye başladığı, bir sürü Tanrıya kurban verip; adak sunmaktan sıkılıp; tek Tanrılı dönemlere mi geçsek artıkın, diye düşünülmeye başlandığı dönemler(!) Fakat avcılık ve toplayıcılık karakteristiğinde değişen bir şey yok. Kadın hala erkeği üzerinde söz sahibi ve baskın. Aşk şiirleri genellikle erkeklere yakılıyor(!)

Siyah saçları topuklarında sürünen kadın, kocaman yassı bir taş blogunu sürükleyerek sevdiği adamın önüne getirir ve elinden bırakıverir.

- Uffff! Ayağım ayağım!

- Acıdı mı cicim?

- Ayak parmağımı koparayazdın, esmer çiçek, nedir bu?

- Sana aşkımı kazıdım bu taşa gönlümün baş tacı!

- Bir gün bir Sümerolog bu yazdığını okuyup; bizi geleceğe taşıyacak.

- O ne demek ki?

- Bilmem, Allah dedirtti herhalde, ben de anlamadım(!)

- Allah ne ki?

- Zeus çarpsın ki bilmiyorum (!)

Orta Çağ daha bir karmaşık. Kadının eve kapatılma ve bastırılma sürecinin en keskin olduğu dönem. Kadın kapatıldıkça toplumsal körlük ve karanlık yaygınlaşıyor. Tek Tanrılı dinlere geçiş süreci hızlanıyor. Hatta her bir topluluk “benim Tanrım senin Tanrını döver” anlayışıyla din savaşları başlatıyorlar, böylece erkeğin avcılığı savaşla taçlandırılıyor. Kadının toplayıcılığı baskın bir şekilde ev içine kapatılmış durumda, kıskançlık had safhada, hatta Avrupa toplumlarında bekaret kemeri denen güvensizlik simgesi yaygın olarak kullanılır olmuş. Kadının sesi kısık, erkeğinki bas bariton(!)

Savaştan dönen adamı karşılayan kadın;

- Koçum benim, zaferler kazanmış erkeğim, hoş geldin evine!

- Hoş bulduk kadınım. Gel bakayım, bir sarılayım sana! Hiiii! Bekaret kemerin nerde ulen?

- Çilingir Richard’a açtırdık bey!

- Ben yokken onunla mı düşüp kalktın yoksa?!

- Yok bey, çocuğu doğuracağımda mecbur kaldım.

- Ne? Bir de çocuk mu doğurdun?

- He ya, bak orda kapı önünde oynuyor!

- Kimin len bu?

- Senin kocacım, hani sen savaşa gideceğin gece… İşte o gece kalmışım.

 

Şimdi kukumav kuşu gibi düşün artık. Sen avcılıktan savaşçılığa geç, o da yetmezmiş gibi te elin memleketlerine gidip, İsa’yı tanıtma derdine düş, eve dönünce de ayıkla pirincin taşını(!) Ah çilingir Richard, kim bilir başka neler yapmıştır(!)

...

 

Sonra Yeni Çağ başlıyor. Malum İstanbul’u fethettik ya, hah, işte o gün Avrupa’nın eski karanlık dönemini kapatıyoruz. Onların karanlık devirlerini kapatıyoruz kapatmasına da, kendimize de, ta bugünlere kadar tam olarak kurtulamadığımız bir karanlık dönem başlatıyoruz… Kadınlar kafeslerin arkasına itiliyor, harem adı verilen bir sosyal ortam inşa ediliyor, kadının üstüne kuma almak hem caiz hem de sevap olarak erkeğin avcılık anlayışına yeni boyutlar kazandırıyor! Tanrılar erkeğe hizmet ediyor, kadınlar erkeğin mülkü oluyor!

- İlk haremim sevgili karım, yarın Hasan Paşa’nın köşküne gidiyorsunuz.

- Hayırdır efendicazım?

- Hayır hayır. Dilruba Hanımı benim üçüncü zevcem olarak isteyeceksin.

- Siz nasıl uygun görürseniz efendim.

Kadın kıpkırmızı olmuş bir yüzle efendisinin odasından çıkıp; mutfağa iniyor. Diğer kumasına;

- İkimiz de yetemedik bu azgın tekeye! Dilruba’ya da göz dikmiş, gözü kör olasıca, yarından tezi yok yemeklerine şap atalım bunun(!) Rezil olsun da görsün gününü!

E , kadın dediğin kafes arkasın da olsa bildiğini okur(!)

 

...

Ardından, Yakın Çağ geliyor. İşte bu süreçte sanayileşme denilen bir dönem başlıyor ki vay gele erkeğin başına! Önce Avrupa ve Amerika’da kadın erkekle birlikte aynı fabrikada çalışmaya başlıyor.

Avcılık erkek için hala eve ekmek getirme anlamını taşırken; kadın toplayıcılıktan gelen incelik ve zekasını avcılık alanına da geçiriyor!

Böylece ne oluyor kuzum? Çalışan kadın, ekonomik özgürlüğü olan kadın, güçlü kadın gibi pek çok sıfatı da kendi üstüne geçiriyor.

 

Peki erkek bu durumda ne yapıyor? Akıllı olanı, toplayıcılığın içinde yer alan incelik, zarafet ve zekayı kavrayıp; av alanlarında kadınıyla el ele yürümeyi tercih ediyor. Ya aptal olanları? Tabii ki dini kullanıyor! Başka türlü nasıl susturup; kapatabilir ki(!)

 

Önemli Notum: Avcılık ve toplayıcılık becerisini yerle yeksan eden tek bir kavram vardır: AŞK! :)

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..