Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '10

 
Kategori
Kitap
 

"EYLÜL 12'DEN VURDU"

"EYLÜL 12'DEN VURDU"
 

Kimilerine göre 12 eylül otuz yıl önce yaşanmış eski bir hikayedir. Ancak; bazıları içinse çaresizliğin, işkencenin, onursuzluğun adı olarak kalmıştır bedenlerinde ruhlarında. İşte bu kitapta da belgesel bir anlatıyla, yaşanılanları kaleme almış yazar. İçtenlikle, asaletle, o dönemde direniş ve ayakta kalma mücadelesini sunmuş okurlarına Emine ÖZGENÇ. Bedenlerin nasıl işkence gördüğünü, ruhların nasıl hırpalandığını hissederek okuyorsunuz Eylül 12'den Vurdu isimli kitapta.

Emine ÖZGENÇ, 12 Eylül zulümüne maruz kalmış Şahan ÖZGENÇ'in Öğretmen eşi, Altı yıl boyunca ülküdaşı, dava arkadaşı ve eşi olan Şahan ÖZGENÇ ile yaşamış bütün eziyetleri, iliklerine kadar. İkibuçuk yaşında bir kız çocuğu ve doğmamış bir bebekle birlikte üstelik.

Her cümlesi bir acıyı ifade eden 21 yaşanmış hikayeyi anlatmış kitabında Emine Öğretmen. Okukça yaşanan derin acıları, bir annenin yürek fırtınası esiyor zihninizde, hissediyorsunuz..

Eşinin kaçak olduğu günlerdeki çile ve zulüm, iki buçuk yaşındaki kızını evde tek başına bırakıp okula gitmenin dayanılmaz acısı, ailesi ve yakınları tarafından horlanan bir kadın, çalıştığı kurumdaki insanların ve komşularının tavırları, eşinin kaçak oluşundan dolayı ikide bir kapıya dayanan polisler, nezarethanelerde gecelemeler... Mapusluk dönemlerindeki daha çok katlanılan sıkıntılar, eşinin çektiği işkenceler, kendisinin Yozgat'tan kalkıp kucağında çocuğuyla Mamak Cezaevine görüş saatine yetişme çabası, Adana Cezaevine, Antep Cezaevine...Oralardan çıkıp Yozgattaki edebiyat derslerine yetişme çabası...Bütü bunlara dayanabilmek, ayakta kalabilme mücadelesi. Yılmadan bu günlere ulaşma çabası bu kitapta okuyacağınız 21 hayat hikayesi. Sabır, yürek ve cesaretin hikayesi...

“… Onlar baharı tanımayan baharlardı. Birkaçı ulaşabildi taşların arasından sızan gün ışığına. Ne hazin öyküler çürüdü taş duvarların, taş blokların arasında. İşte o, gün ışığını göremeyenlerin hazin hayatlarını paylaşan bir papatyaydık biz de… Kısacık ömürleri hiç edilen papatyaların anısına anlatmam lazımdı bu öykülerden payımıza düşenleri…”

Diyerek başlamış Emine Öğretmen yaşanılanları anlatmaya. Ve şöyle devam etmiş;

“Derin Sevdanın Çocuklarıydı onlar. Düşünmeseydik. Gezip tozmak, eğlenmekten; yiyip, içmek, vakit öldürmekten başka bir şey yapmasaydık. Burada olmazdık.../...dediler hep.Onlar vatanı koydular yüreklerinin sırça köşküne, diğer sevdaları unuttular. Sevdalarını yaşatmak için gençliklerini, izbelerde, köhnelerde, zindanlarda, mezralarda, mezarlarda çürüttüler”.

Eylül 12'den Vurdu” kitabındaki “Bir Yaman Çelişki” öyküsünden bir bölüm;

"Sinirlerine hâkim olmaya çalışmanın ötesinde renk vermemeye de çalışarak, biraz da alaycı bir ses tonuyla sordu Resul’e Şahan;

- Resul o zaman seni kuracağınız Kürt devletine bakan yaparlar değil mi?

Beklediğinden çok daha ciddi ve bilenmiş bir cevaptı aldığı.

- Lo Kürt devleti kurulsun ben onun çöpçüsü olurum. Ne bakanı? Çöpçüsü olurum çöpçüsü.



Sağdan da soldan da birçok genci içeri atıp, yıllardan beri dışarı bırakmamak için adaleti katletmek pahasına neden çabaladıklarını anlıyordu şimdi. Demek PKK’nın yeşertilmesi serpilmesi için ortam hazırlanıyordu. Dış mihrakların planladığı bu senaryo korkunçtu. Onun için “Korkulacak bir şey yok, bizim çocuklar yaptı” demişti pentagon, darbe için. Onun için Netekim Paşa “Olgunlaşmasını” bekledi demek. Olgunlaştırılan buymuş demek.



Görünüşte hiçbir rahatsızlıkları yok, birkaç güne kadar giderler, dediği PKK’lı teröristler, büyük bir ihtimamla Mevki Hastanesinde ağırlanırken, kendisi için gelen “taburcu edin” emriyle şaşkınlığı ve kederi hat safhaya çıkmıştı.

Şaşkındı çünkü henüz iyileşmemişti. Yediği iki yüzü aşkın iğne ve yuttuğu yüzlerce ilaca rağmen ancak yatağında doğrulabilecek, tuvalete gidebilecek kadar iyileşmişti. Görüş günlerinde eşini görebilme ihtimalinin sevinci bile ayakta durmasına yetmiyordu çoğu zaman. Tüberküloz mikrobu akciğerlerini yemeye devam ediyordu.

Şimdi ciğerinde taşıdığı tüberküloz mikrobuyla tekrar Mamak’ın ağır şartlarına gönderilmesi demek, ölüme gönderilmesi demekti. İdam kararıyla eş değerdi bu



O gece hasta bedeni daha çok gömüldü yatağa. Demek yarın yine Mamak, yine Mamak vardı. Bu, olmakların hayallerine bile izin vermeyen, olmamaktı. İster istemez sorguluyordu geveze beyni. “Onlar vatanı bölmeyi amaçlamışken özel askeri helikopterlerle getirilip otel misafiri gibi ağırlanırken, ben ne yaptım? Vatan haini onlar mı yoksa ben miyim ya da Mamaklarda çürütülen yüzlerce can mı?”



Mevki Hastanesi taburcu kâğıdını yazmıştı bile. Yine Mamak yolları göründü işte. Yatağından toparlanmak için doğrulduğunda yanına gelen görevli subayla son konuşmasını yapıyordu koğuşunda.

- Taburcu olmuşsun. Gidiyorsun

-…

- Suçun neydi senin?

Biraz önceki sımsıkı kapanmış dudaklar açılıyor, gururla kalkıyor başı, dikiyor ta gözlerinin içine gözlerini. İyi anla dercesine kükrüyor sesi

- Vatanı sevmek!…

Şimdi susma sırası karşıdadır. Subay, bu cevap karşısında ne diyeceğini kestiremezken o gözleriyle yan koğuştaki teröristlere bakarak ve bakışlarıyla adeta bir onlara bir de bana bakın diyerek, devam ediyor kükreyişine;

- Bütün vatanseverleri, sağcıyı da solcuyu da içeri aldınız. Yıllardır yapmadığınız zulüm kalmadığı gibi bir de meydanı PKK denilen bu bölücülere bıraktınız. Dağlara taşlara doldurulmalarına göz yumdunuz. Adamlar, Eruh’ta Türk ordusunun onurunu nasıl çiğnediklerini zevkle anlatıyor. Baharda müthiş bir eylem planladıklarını ve Kürt devleti hayallerine nasıl erişeceklerini anlatıyor. Siz de uğrunda kendimizden vazgeçtiğimiz vatanımızda kendi çocuklarınıza işkence ediyorsunuz. Vatanımızda vatansızlar gibi muamele görüyoruz. Sayın bay!… Artık biz yoğuz ortada. Bundan sonra atılan kurşunlar, – parmağını sertçe dikiyor karşısındaki subayın göğsüne ve devam ediyor kükremeye- sizin göğsünüze değecek.

Aslında bu son söylediği söz kalbini parçalıyor. Askerini bu kadar seven, evladını davul zurnayla askere gönderen bir milletin evladı olarak, askerin göğsüne değecek her kurşunu ciğerinde hissedeceğinden emindir. Ancak ortadaki büyük haksızlık ve memleket üzerinde oynanan oyunlar bellidir. Çekilen acılar da bellidir. Dış dünyayla irtibatı bu kadar kesilmişken, memleketini bir kahpe planla bölmeye çalışanları o fark etmiştir de, bu memleketi idare edenler neden gaflette ya da en kötüsü dalalettedir.”

Yaşadığı insanlık dışı zulüm ve acıları eşinin şahsında hikayeleştirmiş Emine öğretmen. Yaşanan vahşet insanlğın bilgisine sunulmuş...

Emine öğretmen, kitabına isim olarak koyduğu hikaye de işin aslını şöyle anlatmış;

"Masum bir aşk hikayesiydi işin aslı. Düşünce gelin olmuştu bir adı da eylem olan hareketle...Bereket gelir sanmıştı. İyisiyle, kötüsüyle; doğrusuyla yanlışıyla genç düşüncelerin gövereceği topraklarda yaşamanın ne demek olduğunu tam da idrak edemeden. Bereketli olmak hedef olmaktı. Bilemediler...

Batı rüzgarları soğuk esti zamansız. Sonra Eylül geldi, güçlü kuvvetli kollarıyla gerdi yayını. ithal malıydı yayı, Anadolu'nun çam ormanlarından gelmişti oku. Talimliydi önceden. Vaktiydi. tam zamanıydı. Gerdi yayını elleri titremeden bıraktı. Ok gitti, gitti, gitti...Kendi gibi Anadolu çam ormanlarından gelen, çam kokulu hedefin üzerindeki noktayı buldu. Ve Eylül emredildiği gibi tam 12'den vurdu.

12'den vuruldu düşünce

12'den vuruldu Eylem

12'den vuruldu Hareket

12'den vuruldu Gelecek..."

Kitabın öneminin çok iyi anlaşılması dileğimle teşekkürler Emine Öğretmenim. Teşekkürler gönlünüzü ortaya koyarak karanlıklara ışık tuttuğunuz için, hala kanayan yaralara parmak bastığınız için. Yüreğinize, dilinize, elinize sağlık.

Kitabı okuduğunuzda; bir annenin, bir eşin, bir öğretmenin, bir kadının; acılara, işkencelere, yaşanılan sıkıntılara SEVGİYLE nasıl göğüs gerdiğini anlayacaksınız. ve sevginin nasıl yüce bir duygu olduğuna bir kez daha şahit olacaksınız ...

Sevgiyle, sevginizi hakedenle kalın...

 
Toplam blog
: 184
: 2109
Kayıt tarihi
: 11.03.07
 
 

1974 Bremen doğumluyum. Hayatın Med-Cezir'lerle dolu olduğuna inanırdım; yaşaya yaşaya anladım ki ö..