Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ocak '08

 
Kategori
Anılar
 

"Geç" dedi gümrük memuru

"Geç" dedi gümrük memuru
 

Bu kapıdan her geçişimde, dünyanın en mutlu insanı bendim.


Haftalar öncesinden sarardı heyecanı. Akşam olduğunda kızkardeşimle yataklarımızdan başlardık hayâl kurmaya.

Ben en çok araba yolculuğuna sevinirdim. İki gece, üç gün bitmek bilmeyen yollarda, alabildiğine macera dolu geçerdi yolculuğumuz. Yabancı ülkelerden geçip, dilini anlamadığımız için ellerimizle ayaklarımızla anlaşmaya çalıştığımız insanlar çok heyecanlandırırdı beni. Kazalar olurdu yollarda, fena kazalar! Kilometrelerce kuyruklarda beklerdik. Babam bol bol küfür ederdi, annem de babamı susturmaya çalışırdı, biz arkada boğuşurduk. Dünyanın en güvenilir şöförüydü babam. O araba kullanırken çok imrenirdim ona ve bir gün onun gibi araba kullanacağımı hayâl etmek bile zor olurdu benim için. Çok yorulduğu zaman başlardık motel aramaya. Bu motel arayışından da motelde yatmaktan da adeta nefret ediyordum. Kim bekleyecekti şimdi sabah olmasını? Yol orada duruyordu ve o yolun bittiği yerde Türkiye bekliyordu. O yolun sonunda babaannem vardı. Arkadaşım Yaşar oradaydı. Köpeğim Boncuk kuyruğunu sallamaktan bıkmadan yolumu gözlüyordu, kokoreççi elinde ekmekiçini hazırlamış beni bekliyordu ve babam odasında yatmış uyuyordu. Nasıl uyuyabiliyorlardı? Onları da bekliyorlardı. Genelde kaldığımız motel hemen güzergâhımızın üzerinde olduğu için vızır vızır geçen arabalara acayip imrenirdim. Sabah olduğunda arabaya önce ben koşardım. Babam arabanın motorunu çalıştırdığı zaman, içim fıkır fıkır kaynamaya başlardı yine. Bekle tekne geliyoruz, bekleyin çaparinin ucundakiler, tavadaki kızgın yağ ve terasımızı hafifçe okşayan tuzlu esinti, bekleyin geliyoruz. Bekle Türkiye, Uludağ ve antik tiyatro. Kapıkule ve saatlerce gelmek bilmeyen sıra, geç diyen gümrük memuru amca, seni bile özledim. GELİYORUM !!!

Yıllar geldi geçti böyle. Sevinçle girdiğimiz Kapıkule’den, hüzünle çıktık senelerce. İrili ufaklı depremler, ayrılıklar yaşadık. Yenileri eklendi hasretimize. Karlar yağdı güvendiğimiz dağlara ve sükû’tu hayâl! Ve yıkılıpta önümüze yığılan enkazdan kurulması gereken yeni dünya. Tabii aksadı yollara koyulmalarımız. Aksadı vatanla kavuşmalarımız. Babaannem öldü, Boncuğumu sokak köpeği sanmışlar, mektupla öğrendim; küçüğümü vurmuşlar. Çaparinin misinası kopmuş, Yaşar mahalleden taşınmış. Uludağ’ın etekleri sararmış, kekik kokusu torbalarda kalmış. Tuzlu sıcak yeller ise, arada bir eser dururdu rüyâmda

17 yaşındaydım babamın, “Oğlum bu sene Türkiye’ye arabayla gidelim!” dediğinde. Bırak arabayla gitmeyi, uçakla bile üç senedir gidememiştim yurduma, bu dördüncü seneydi. Hem de arabayla, hem de babamla. Dört sene sonra kavuşacaktım memleketime, taşına toprağına, havasına suyuna, gümrük memuruna, triptik kuyruğuna ve yedi tepeli şehrime, dört sene sonra Türkiye’me yine.

Bekle vatanım geliyorum!!! Hem de arabayla, hem de babamla, iki gece üç gün, her kilometre taşıyla biraz daha yaklaşacağım sana!

Bagajı yerleştirdikten sonra koyulduk yola. Avusturya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Kapıkule.

Gözlerim yanıyordu, mutluydum, için için içime akıyordu mutluluğum, ellerimden ter damlacıkları süzülüyordu, çenem titriyordu ve utanıyordum, ağladığım için değildi utanmam. Boğazım düğümlenmiş yüreğim sızlıyordu. Ağlayamamak bana ilk defa ar geliyordu. Babam halimi anlayamadı. Ben anlayamamıştım ki o nasıl anlasaydı.

Her geçtiğimiz gümrükte bir bayrak sallanıyordu! Hiç biri ama hiç biri şu anda gördüğüm bayrak gibi efil efil rüzgârla dans edemiyordu. Hiçbiri içimde böylesine volkanları taşıramıyordu, hiçbiri içime boşalan ırmağı tersine akıtmayı beceremezdi, beceremiyordu. Bu bayrak hariç.

Nasıl da al al sallanıyordu semalarında memleketimin? Nasılda hoşgeldin yurduna diyordu? Nasıl da dindiriyordu içimdeki fırtınaları. Burada, onun dikili olduğu yerden itibaren yabancı değildim ben. Çık git diyemezlerdi bana. Çakılı da benimdi taşı da. Tozu da benimdi suyu da. Sağcısı da benimdi solcusu da. Namussuzu da namuslusu da. Rüşvetcisi de dürüstü de. Bendim burası, benliğimdi.

Kimseler giremezsin diyemezdi, kimseler terk et diyemezdi. Yahudileri yakabilirlerdi ama beni yakamazlardı. Dağ gibi vatanım vardı. Anam gibi, babam gibi, ormanlarıyla, dağları, bayırlarıyla, ovaları, obalarıyla, ırmakları denizleriyle, anlı şanlı tarihi ve sarsılmaz bütünlüğüyle sarardı kollarına beni.

Ben vatansız değilim! İşte orada bayrağım, işte orada toprağım, işte ben oradayım...

Düşüncelerim, duygularım duruldu, kocaman bir boşluk oldu, bembeyaz bir sayfada bir memur duruyordu.

Alnına fazlaca indirdiği şapkasının altından kaşlarını çatıp arabanın içini süzdü, önce fotoğraflara sonra bana baktı ve babama o sihirli sözcüğü söyledi: Geç !!!...

Yurdumdayım!!!

Kapıkule’den geçtik. Yanaklarım ıslaktı... Ağlamışım... İçim içime sığmamış... Taşmışım, boşalmışım. Sağa çek baba dediğimi hatırlıyorum. Usulca kapıyı açtığımı, arabadan indiğimi hatırlıyorum. Toz-topraktı ve çakıldı bastığım yer. Önce gökyüzüne baktım sonra ciğerlerimi patlatırcasına derin bir nefes aldım ve başımı yere eğdim... Diz çöktüm ve dudaklarım değdi toprağa... Şimdi artık babam da ağlıyordu, toprakta... Kısa da olsa kavuşmuştuk birbirimize.

 
Toplam blog
: 121
: 1814
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Almanya'da doğdum. Haylaz bir öğrenciydim. 16 yaşımdan beri ticaretle ilgileniyorum. Şu anda büyük b..