Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

"Gerçek" olan aşka dair....

"Gerçek" olan aşka dair....
 

Ah aşk, ah…

Bu aşk denen sihirli labirentin koridorlarından yükselen türkü nedense özellikle farklı şehirlerde iken yagmurlara karlara yakalanıyor, yollar tıkanıyor, türkü efsununu kaybedip sıradan bir hicaz şarkı oluyor.

Canlar bir başka inciniyor..

Kendini ifade etme imkanları kısıtlanıyor..

Hapislere hücrelere düşülüyor…

Hatta bazen türkü olmaktan çıkıp bir agıta ve en dramatik olanı da çogu zaman salaş bir arabeske dönüşüyor.

Sevgiliye dokunamadıgınız anda eksikli kalınıyor, işkencelere düşülüyor.….

İşte bu eksiklik ve askıdaki işkencedir ki, fırtınalı düş gibi bir aşkı bile tuzla buz edebiliyor.

Bazen aynı şehirde iken başka şehirlerde olmak da mümkündür, ol hikaye benzerdir.

Aşk agır bir işçilik oldugu kadar, bir o kadar zorlu bir düş yolculugudur..

Çocuklugumuzda düşkün oldugumuz masalların tadı yetişkin oldugumuzda başka mecralar arar hale gelir, işte aşkta tam bu sırada çıka gelir..

Ama bu kez öykünün anlatanı annemiz ve babamız olmadıgı gibi, öykü kahramanı da atlı arabasından inen prens ya da prenses degildir...

Üstüne üstlük bu kez orta yerine düştügümüz masalda, artık sıcacık şefkatle saran bir annenin kucagında dinledigimiz türden bir masal da degildir, ama öyle sanıyorum ki hasret de hep buna dönüktür.

Elbette arkasından gelen hayalkırıklıgı ve içine düştügümüz derin kuyular da, hasreti gidermeyi düşledigimiz bir sırada karnımıza haince batan bir hançerden farksızdır…

Kadının biri diyor ki..”ben gerçekçiyim, elimle tuttuguma inanırım.”

Ne güzel de ifade ediyor.. ”Gerçekçiyim..”

Modern hayatların bize armagan ettigi meta dünyasının bir başka teazhürü ve terennümü.

“Sahibi olamadıgın şey senin degildir” ideolojik ritüelinin aşka adapte edilmiş son versiyon piyesindeyiz sevgili dostlarım.

Ama o kadın bilmiyor ki aşk elle tutulur, alınıp çelik kasaların içine konur bir şey degildir.

Metal kilitler, gümüş zincirlerle baglanacak, hele başına bir nöbetçi dikilecek bir şey hiç degildir.

Bilse ki ancak sen onu içinde bir tohum gibi eker, büyütür, filizlendirir ve bir çiçek yapabilirsen oradan bir gökkuşagı çıkar..

Ancak sonra o gökkuşagı senin kristal küre yüreginin içindeki prizmadan ışıklarını saçabilir.…

Bilirsin ki bu ölümlü ve telaşla koşturdugumuz dünya da böylesi bir çiçegi her zaman yetiştirmek mümkün degildir..

Sokakta, işportada veya çok güzel vitrini olan dükkanlarda eşi az bulunur bir dolu çiçekleri dolaşır ama bir türlü içimiz el veripte alamayız..

Biliriz ki ruhumuzda sarmaşıkları dolanmış, daha tohum halinde iken gözümüz gibi baktıgımız o çiçegin kendisidir sahici olan, eger bir gerçek arıyorsak, gerçegin ta kendisi orada öylece durmaktadır..

Dikeni battı ve bir yerimiz acıdı diye o çiçegi hoyratça koparmak bu acıyı iyi etmez, etmedigi gibi böylesine severek, tutkuyla, büyümesini hasretle bekledigimiz o çiçegi hak etmedigi bir şekilde hoyratça koparmanın acısı da eklenmiştir artık kanamalara..

Bir yanımız vakur ve gururla kimse beni acıtamaz diye kıvranırken diger yanımız köle, esir olmuş ve o güzelim yere düşen çiçegin yanında sürünür bir durumdadır artık..

Bir dolu yalanlar üretmenin zamanı gelmiştir artık..

Ruhumuzu, karanlıklarımızdan çıkıp geliveren şeytana teslim eder ve başlarız muzaffer bir edayla zeka ürünü büyük yalanları kendimize söylemeye…

Acıyla kıvranan bedene aklın ürettigi bu yalanlar sanki de çareymiş gibi öyküler düzeriz hüzünlü, bazen nefret bazen de öfkeyle kopardıgımız çiçege..

Ama bu öykülerde kocaman bir yalandır bir türlü iyi etmez sancıdan çatlayan yüregimizi..

Başımızı yastıga koydugumuz anda, aklın geriye ittigi, şeytanın agzını bantladıgı ruhumuz geri gelir ve bu kocaman yalan dünyasından sıyrılır kendi gerçegimize döneriz..

Hala aşıgızdır ve hiç te söylendigi gibi “elinle tuttugun gerçek” olmadıgı halde ölüm gibi yaşarsın bu ayrılıgı..

Sayıklar, kabusların olur, gizli gizli aglarsın, bazen kimselerin olmadıgı bir sırada duvarlara boşluklara haykırırsın:” Seviyorumm! Ölüyorum, parçalanıyorum!” diye..

Ve ne trajik bir durumdur.. İnsanın bu melodramı da en çok işte böylesi “elle tutulamayan” aşk öykülerinde boy gösteririr.

Boşa degildir mitolojiden bu yana en büyük aşk öykülerinin hasret ve ayrılıklar üzerine kurulu olması…

Savaşlara sevgiliyi gönderip, yıllarca göremedigi gibi, ardından ölüm haberiyle sarsılan, ama ölümün bile elinden alamadıgı nice sevgililere şahittir tarih.

Bir bakışa, bir dokunuşa ne servetler harcanmış ne ömürler bahşedilmiştir.

Çünkü aşk bir yanıyla şiddetle istemektir, sadece istemek.. Özlemek, ona karışmak, onda var olmak, onunla yaşamak, onunla aglamak, onunla gülmek, onunla uyumak, sevişmek..

Bedeni olmaktan çok ruhani bir şey olan aşkın kaynagında onun içindir ki en önemli olanı şiddetle istemektir..

Sanki bir parçası kaybedilmiş ruhun tekrar bulunması ve onunla bütünleşmek arzusuna aittir aşk.

Digerleri ise bu istemeye ait sonuçlar olabilir ancak..

Sonuç yok diye yani “elimle tuttugum gerçek”olmadı diye aşkı bitirenler, aşk hakkında bir fikre dahi sahip degildirler..

Siz nasıl olur da kayıp olan bir parçanızı tam da buldugunuz bir sırada, onu kaybetmeyi göze alırsınız?

Nasıl bu kadar çabuk vazgeçersiniz?

”Gerçek”miş, pöh ne gerçegi, bu portakalmıdır ki alıp suyunu sıkıp içesin ve susuzlugun gitsin?!

Aşkı aşk yapanın sevinci kadar acısı oldugu gerçeginin kaynagı da buradadır.

Acıyı nefrete döndürenler gerçek aşıklar degildir, onlar sadece sahibi oldugunu sandıkları şeyi kaybetmenin öfkesini dindiremeyip kin kusan, yara sandıkları şeye merhem bulamayınca sevdigini sandıgı şeyi zehire bulayanlardır.

Onlar için sakın aglamayın, üzülmeyin dahi..

Onlar ki bir ögretilmişlik zavallılıgı içinde eliyle tuttugunun sahici oldugunu sanan veya acıktıgında anne memesindeki süte koşan çocukların dogal güdüsündeki gibi hiç büyümemiş sadece açlıgı giderme derdindeki çocuklardır.

Onlar bir kemanın telinden çıkan sihirli sesi duyamazlar.

Bir neyi üfleyen ustanın nefesindeki titreşimi göremezler.

Pınarlarından akmayan göz yaşının, dere yatagının kurumasından oldugunu zaten hiç bilemezler.

Onlar için sadece dudaklarınızın bir kıvrımında acı bir tebessüme yer olabilir, hatta o kadarını bile kıskanıp hiç gülümsemeyebilirsiniz bile…

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..