Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '18

 
Kategori
TV Programları
 

"Gülperi", Seyirciye "Boşlukları Sen Doldur" Diyen Bir İş Olmuş!

"Gülperi", Seyirciye "Boşlukları Sen Doldur" Diyen Bir İş Olmuş!
 

Hayatımda hiç bu kadar beyin jimnastiği yaparak dizi izlediğimi hatırlamıyorum.

Çünkü Gülperi 'de; neredeyse tüm "neden sonuç" ilişkilerini kurma görevi, izleyenlere bırakılmış.

Sanki senaristler, seyirciyi senarist yapmak istemişler gibi...

Boşluklar o kadar çoktu ki; kendi adıma, dizide gerçekleşen her olaya mantıklı bir neden bulmaya çalışarak izlemek zorunda kaldım.

Bölümün sonunda da "ben, bunu, bana, niye yaptım" diye sordum.
Alt tarafı dizi izliyorum, ama diziye Sudoku muamelesi yapmak zorunda kalıyorum.
Yani bırakılan tüm boşluklara "mantıklı bir neden" bulmaya çalışıyorum.

Niye?
Bilen yok...

İlk olarak anne ile çocukların şivesine takıldım.
Neden anne sıfır şiveli konuşurken, çocuklar ağır şiveli konuşuyor diye sordum kendime...
Mesela gidin Antep'e, anne babaları şiveli konuşan çocukların bile; okulları, arkadaş çevreleri, internet dünyası sayesinde "sıfır şive" ile konuştuklarını göreceksiniz.

Dolayısıyla, başka bir açıklaması vardır herhalde dedim.
"Acaba bu çocuklar annelerinden ayrı mı büyüdü" diye sordum kendime....
Acayip ilişki ağları kurdum ama sonra öğrendim ki ayrı da büyümemişler.
Böylece mevzuyu sıfır nedenle "öyle istemişler, öyle olmuş"a bağladım.

Gülperi tecavüzden kurtulmak için kocasının kardeşini bıçakladı ve tutuklandı.
Kayın birader ise serbest kaldı.

Yahu adam tecavüze yeltendi.
Tamam, Gülperi ceza alır da, adama bir ceza verilmez mi?
Hoppp,,, bir soru daha eklendi mi size?

Onu oraya koyuyorsun, bunu buraya koyuyorsun, olmuyor.
Yazıyorum da yazıyorum ama cevap yok.

Bölümü izliyorum ama aklım hep soruların cevaplarını aramakla meşgul.
Ve ancak dizinin sonlarına doğru öğrendim ki, Gülperi'ye iftira atmışlar.

Gülperi hapse girdiğinde, küçük çocuğu 6 yaşında, ikizler ise 16...
Altı yaşında çocuk anneye nasıl mektup yazıyor, onu hiç anlamadım.
Acaba diyorum büyüyünce mi yazmaya başladı?
Yok...
Çocuk baya çocuk gibi konuşuyor.
Allah Allah...
Ses çocuk ama kelimeler en az on sekiz yaşında...
Aşmış yani...
"Hem öksüz kaldık hem yetim.... Zaten yaralıydı kalbimiz."
Peh...
Altı yaşında çocuk böyle konuşur mu, böyle yazar mı?
Hiç mi etrafınızda çocuk yok?

Gerçekten enteresan...
Altı yaşında çocuk ne bilsin; öksüzün ne olduğunu, yetimin ne olduğunu?

Çocukları için ölümüne savaşacak kadın, hapisten çıkınca otobüse döve döve bindiriliyor, tekmeleniyor ama o otobüsten inmiyor.
Sonra da İstanbul'a gidiyor.
Mümkün mü bir annenin o otobüsten inmemesi?
Canından vazgeçer, yine de iner.
Adamları atlatmayı düşünüyorsa da, otobüsün hareket etmesini bekler ama bir süre sonra mutlaka iner.

Ancak ilerleyen aşamalarda çizilen Gülperi'ye bakınca, herhalde kadın inmesin diye bir şey yaptılar, bunu da vermediler dedim.

Aldı mı beni "acaba ne yaptılar" sorusu.
Onlar boşluk bıraktıkça, ben doldurmaya çalışıyorum.

Bu arada Gülperi İzmirli...
Öğreniyoruz ki Kadir ile çocukluktan tanışıyorlar.
Ha diyoruz Kadir ile İzmir'den arkadaş...
Sonra öğreniyoruz ki, Kadir Antepli...
Hop,,, ışık görmüş tavşan gibi donup kalıyorum.
Tekrar başa sarıp, ilişki ağını kurmaya çalışıyorum.
Tabi bu esnada karakter ne yaşıyor, ne acılar çekiyor, hikaye nereye gidiyor, hak getire.

Deliye bağlamaya çeyrek kala...

Gülperi çocuklarını almak için dava açıyor.
Mahkemede ikizlerin ondan nefret ettiğini öğreniyoruz.
Bu arada yukarıda da yazdım; ufaklık 6, ikizler 16 yaşındayken hapse giriyor Gülperi.

Hangi kafayla yaptılar anlayamadım ama, aslında 16 yaşındaki çocukların etkilenmemesi gerekiyordu.
Zira onların anne ile ilişkileri çoktan oturmuş olmalı.
Yani kıyafeti için, "sen onu kendine diktin, çok uzun zaman sonra bir yere çıkıyorsun" diyecek kadar naif bir kız çocuğu, ne oldu da aralarında büyük özlem varken bu kadar değişime uğradı.
Ailesine babalık etmeye çalışan bir erkek çocuk, ne oldu da bizim annemiz o değil, halam dedi.
Yani namus kavramıyla, para kavramıyla, sadece kulaktan dolma bilgilerle o yaştaki çocukları ters düz edemezsin.

Anne başkadır, baba başkadır, aile büyükleri bambaşka yerdedir.
Çünkü o çocukların artık kendi doğruları vardır.
Ve annelerini kendinden çok daha iyi bilirler.
Ama belki altı yaşındaki ufaklığı bir yere kadar etkileyebilirsiniz.
Lakin dizide garip bir şey oluyor ve ufaklık etkilenmiyor, ikizler ise 180 derece değişiyor.

Bu sefer de başlıyorsun, yahu ne yaptılar da bu çocuklar analarına sırt çevirdi diye.
Aldı mı beni yine bir düşünce; ne dediler, ne ettiler de bu çocuklar böyle oldu diye...
Bir iki ipad, telefon verme o kadar...
Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor...

Bu arada mahkemeyi yanıltmak, yalan beyan vermek suçtur.
Mahkemede terzi yalancı şahitlik yaptığını itiraf ediyor.
Hakim "yalan mı söyledin yani" diye soruyor, o da "evet" diyor.

Peki ya sonra...
Sonrası yok...
Ben baya baya bekledim; avukat ya da hakim bir şey yapacak diye...
Öyle ya; kadın iki yıl bu adam yüzünden içeride yattı...

Böyle şey mi olur?
Ama hiç lafını eden olmadı ve adam nişanlısı ile elini kolunu sallaya sallaya gitti.

Daha ne diyeyim bilmiyorum ...
Gerçekten enteresan...

Tüm bu cevapsız soruların haricinde bir de saçmalıklar silsilesi vardı ki akıllara zarar.
Gülperi İstanbul'da Bebek'te apartmanda kapıcılık yapıyor.
Ama gündüz hep sokaklarda...
Avukata gidiyor, Antep'e gidiyor, modacıya gidiyor.
Hangi apartmanda çalışıyorsa artık, ben böyle kapıcılık görmedim.

O mahkeme sahnesi, neydi öyle...
Hiç mi gitmediniz bir mahkeme salonuna, hiç mi duruşma seyretmediniz?
O zaman yazmayın böyle bir sahne ya da bir zahmet gidin izleyin.
Hakimin sözünü bölemezsiniz, hakim söz vermeden konuşamazsınız.
Nasıl bir hayal dünyanız var sizin?
Bir sahne bu kadar mı kötü yazılır, bu kadar mı kötü çekilir?

Sonra Antep'te kadını döve döve otobüse bindiriyorlar, ses eden yok.
Bebek'te kızı anneden kaçırıyorlar, iki üç tane telefon eden insan detayı ama yine ses eden yok.
Bence bu ülkenin insanlarını bu kadar küçümsemeyin...
Kocası sokak ortasında dövdü diye, uçan kafa atarak saldıran belediye görevlileri de gördük, topluca adama girişen, adam gibi adamları da...
Kimse sizin çizdiğiniz kadar koyun değil bu ülkede...
Sağına soluna bakan, bir şey olduğunda müdahale eden, güçsüzden yana olan insanlar, antenleri açık bir şekilde her yerdeler.
Evet kötüler de var, bana dokunmayan bin yıl yaşasın diyenler de ama, onların sağında solunda, olana susmayan, gerektiğinde taşın altına elini  koyan, çok sayıda iyi insanlar da var.

O sahne boş bir sokakta olsaydı, etraftan geçen bir iki kişi bulaşmak istemeseydi olurdu ama sen otogar, park gibi bir yerde, kalabalığı böyle bir olaya seyirci yapamazsın.
Aradan bir iki kişi illaki hayırdır der, mevzuya dalar.
Nerede yaşıyorsunuz, etrafınızda olan bitenlere hangi gözlerle bakıyorsunuz bilmiyorum ama ekrandan bunları pazarlamasanız şahane olur.
Zira insanoğlu gördükçe gördüğüne alışır, normalleştirir. 

Ne gerek var değil mi?

Gülperi çocuklarına kavuştu ve kavuşur kavumaz da ufaklığa "senin mektupların olmasaydı ben ölürdüm" dedi.

Hangi anne sekiz yaşındaki çocuğuna böyle cümle kurar, bilmiyorum.

Bu arada Gülperi kapıcı ya, apartmanda yer siliyor ama yere eğilerek.
Ben hiç öyle yer silen apartman görevlisi de görmedim.
Hep paspas kullanılır.
Hadi Gülperi çok titiz, öyle yapıyor diyelim ama yer de öyle silinmez.
Önceden elektrik süpürgesi ile alınmış gibi temizlenmez.
Kocaman kocaman yarım dairelerle, kiri çöpü kendine doğru toplaya toplaya temizlenir.
Sanki masanın üzerindeki kırıntıları toplar gibi...

Sonra mesela leğende çocuk da öyle yıkanmaz.
Bilmediğiniz, yaşamadığınız, tanık olmadığınız şeyleri yazma ve yapma artistliğinden önce bir vazgeçmek gerek.

Nasıl mı yıkanır?
Son su, çocuk otururken dökülmez.
Çünkü leğende biriken su pistir.
Eğer oturduğu yerden kaldırıp, direk havluya sararsanız olmaz.
Ayağa kaldırırsınız, o şekilde durulayıp, üzerine havluyla sararsınız.
Önce tek ayağını kaldırtır ona su döker, leğen dışına bastırırsınız.
Sonra leğenin içindeki diğer ayağı kaldırmasını sağlar, ona su söker ve dışarı aldırtırsınız.
Böyle otantik olsun diye "mış" gibi yapmalar olmuyor, haberiniz olsun.

Hep dünyayı kurmak diyorum ya; o dünyanın kurulabilmesi için gerçeğe en yakınından haller, duruşlar, tavırlar kurmanız gerek.

Eklektik olmamalı...
Eğer Gülperi gibi bir karakter yazıyorsanız,
Şehirde, hiç o şekilde çocuk yıkamamış kadının önüne, leğende çocuk koyduğunuzda nasıl yıkarsa,
Gülperi'de öyle yıkamamalı...
Yani az yapın, öz yapın, gerçekten bildiğiniz, tanık olduğunuzu yapın, ama bir zahmet tam yapın.

Sonra Ece Sükan ne alaka?
Türkiye'de oyuncu mu kalmadı?
Olmamış, oynayamıyor, sakil duruyor.

Bu arada ben Kadir tarafını komple sevmedim.
Sanki üzerine hiç çalışılmamış gibi.
Oradan bir çatışma çıkaracaklar belli ama çatışma çıkaracaklar diye bu kadar eklektik bir yapı kurmaya gerek yoktu.
Çünkü hikayenin o bölümü yaşamıyor, nefes almıyor.

Sonra o konak ne öyle?
İçine bir tane iyi insan konulmaz mı?
Korku filmi gibi...

Tarık Pabuççuoğlu 'na  bu rolleri vermek de neyin kafası?
En kötü karakteri bile karikatürleştirip, komik ve yapay hale getirmede üstüne yoktur.
Bu nedenle de bence sadece komedi için tercih edilmesi gereken bir oyuncudur.
Ama tıpkı Nursel Köse gibi inatla bu rollerde kullanıyorlar.

Kadir ile Gülperi çocukları almak için konağa gittiler ve 16 yaşındaki çocuk gelini gördüler.
Hadi Gülperi kendi çocuklarının derdine düştü diyelim, Kadir neden polise gidip de durumu bildirmedi?
Vah vah dediler, o kadar.
Sonra da gittiler.

Eeee,,, ben şimdi ne anladım, ana erkek karakterden.
Mahkemede iftiracının peşine düşmedi, konakta da çocuk gelinin...

Tüm bunların üzerine de yapay cümleler eklenince bana Gülperi'nin ne hikayesi ne de duygusu geçmedi.

Cem Karcı yönetmenliğine gelince; oldu olası sevmem bu  yakın planları...
Oldum olası sevmem, hikayeye değil kendine çalışan, ben buradayım diyen yönetmenleri...

Cem Karcı bugüne kadar hep güzel işler aldı, çoğunun da altından kalkmayı başardı.
Ama her geçen gün artan kendine güveni; hikayeye değil de ismine hizmet eder hale gelmesine neden olmaya başladı.

Sahnelerde duygu çıkarmak yerine, kendi imzasına abanıyor.
Hikayeyi de reklam panosu gibi kullanıyor, net bilgi.
Bense Cem Karcı'yı değil, mümkünse hikayeyi izlemek istiyorum.
Ve yine mümkünse; bunu birileri yazdı, birileri çekti, oyuncuları da bunlar duygusu ile 150 dakika ekran karşısında zaman geçirmek istemiyorum.
Bir hikayenin içine girmek,  karakterlerinin yolculuğuna ortak olmak istiyorum.

Yani...
Üzgünüm ama Gülperi olmamış.

Ve reytingler...

Total'de 5 reyting ile ikinci, AB'de 4.87 reyting ile üçüncü oldu.

Henüz İstanbullu Gelin, Aşk ve Mavi, Payitaht Abdülhamid'in ekrana gelmediği düşünülürse, bu rakamlarla işi zor, net bilgi.

 

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..