Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ocak '17

 
Kategori
TV Programları
 

"Harplerde sadece askerler ölmez en çok analar ölür"diyen anaların gözünden Vatanım Sensin

"Harplerde sadece askerler ölmez en çok analar ölür"diyen anaların gözünden Vatanım Sensin
 

Fotoğraf kanald.com.tr den alınmıştır.


Ateşi ve ihaneti gördük,

Ve kanlı bankerler pazarında

Memleketi Alman’a satanlar,

Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar

düştüler can kaygusuna

ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından

karanlığa karışarak basıp gittiler.

Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,

dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,

iki kat soyulmamak için..

Demiş Nazım Hikmet Emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk kurtuluş savaşının bir millileşme ihtilalının yakın zaman destanı olan Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatan Kuva-yi Milliye adlı eserinde.

Şimdilerde de farkımız yok o günlerden. Her yanımız yine yangın yeri. İçimizde ve dışımızda oyunlar kuruluyor bir savaşın içinde yaşıyoruz adeta.

Her sabaha yeni bir olayla uyanıyor her geceyi kana bulanmış haberlerle kapatıyoruz. Üstelik bu sefer nerden ve nasıl geleceğini bilmeden kalleşçe kurulan pusularla.

Özellikle son bir yıldır ve son haftalarda katlanarak en acımasız haliyle.

Artık ne acılarımızı tarif edebilecek ne de lanetletemeye yetecek sözcüklerimiz ne de bunları yüreğimizde taşıyacak gücümüz var.

İşin acı yanı tüm bunlar geceden sabaha olmadı.

Bugünlere bizi getiren 80 öncesi ve sonrasının yönetimleri. Bir zamanlar bir tarafa birkaç çapulcu, bir tarafa da öfkeli çocuk gözüyle küçümseyip bakmıyor olsalardı, cemaatlerin önünü açıp devletin kapılarını onlara ve diğerlerine ardına kadar açmasalardı, ülkelerin gruplarına girmek için sorgulamasız tavizler verip kucaklarına düşmeseydiler, olacakları ta o zamandan görenlere kulak verselerdi, olan biten önlerinde olurken gözlerini kapatmasaydılar bugün iş buralara gelmezdi.

Şimdilerde tehlikenin farkına varıldı ancak varsalar da siyasi kazanç peşinde bir didişme hali bu da duruma çözüm olmuyor.

Halk olarak tüm olup bitmelere rağmen yine de bu acılara katlanıyoruz, katlanmaya çalışıyoruz.

Çünkü bu vatan bizim, buradan başka vatanımız yok. Hayatımızı engellemelerine amaçlarına ulaşmalarına izin vermedik, vermiyoruz, vermeyeceğiz

“Benden eğerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.” diyen METE Han’ın dediği gibi.

Bu Vatan’ın kolay kurulmadığını, ne kanlar döküldüğünü biliyoruz bu oyunları kuranları tarihte nasıl alt ettiysek, oyunlarını bozduysak yine alt edeceğimize inanıyoruz. Siyasetçilere, yönetenlere koşulsuz güvenmesek de kendi halk dokumuza güveniyoruz. Zaten çözülemeyen de bu kodlarımız olduğundan amaca ulaşılamıyor. Tüm bu olaylar başka bir Avrupa ülkesinde olmuş olsaydı eğer çoktan parça pinçik olmuşlardı. Bizse her acıdan sonra geçirdiğimiz travmalara rağmen hayata korkarak, sinerek değil direnerek daha sıkı sarılıyoruz. 

Görüntüde kendiyle kavga eden bir toplum olarak görünsek de tek bir yer değiştirmede kenetlenip kalkanlarımızı aynı renk yapıyoruz.

Ancak ne tuhaftır ki acılarla sınanınca tüm geçmişimizi, farklılıklarımızı hatırlıyor birbirimize kenetleniyoruz. Hafızamız tazeleniyor. İçgüdüsel reflekslerimiz devreye giriyor.

Oysa biz emperyalizme kafa tutmuş İstiklal Savaşı’nı kazanan insanların torunlarıyız. Yakın geçmişimizin izleri de acıları da hala taze ama unutmuş yolumuza devam etmişiz yıllarca. Bu acılarla birden yüzleşince yeniden bizi biz yapanları hatırlamış, geçmişten bugünün farklı olmadığını kavramaya başlamışız yeniden.

O yüzden unutulanları, unutturulmaya çalışılanları toplumu birbirine karşı getirme niyetine karşı o günleri yeniden hatırlamak gerek.

Tam da böyle bir zamanda geçmişte böyle bir kuşatılmışlığı nasıl kırdığımızı, nerden nereye geldiğimizi anlatan “Vatanım Sensin” dizisine çok iş düşüyor diye düşünüyorum.

Çoktandır diziye dair yazmak istesem de bir türlü denk gelmedi. Sanırım zaman şimdiymiş. Ülkenin üzerinde kirli ellerin oyunları dönerken, onların emellerine bilerek ya da bilmeyerek destek borazanları çalınırken, diziye dair acımasız iddialar ortalığa salınmış, birilerinin karın ağrıları depreşmişken 2017’in ilk yazısı diziye dair yazmak zamanıymış.

Şöyle bir baktığımızda Milli Mücadele’nin gerektiği gibi anlatılmadığını görürüz. Bu yüzden de Milli Mücadele iyi bilinmiyor ve bu bilinmezlik katlanarak artmış, artıyor. Zaman içinde sıfırlanacak endişesi taşıyorum.

Bu görkemli olay neredeyse eski siyah beyaz soluk fotoğraflara benzemiş durumda. Uzaklardan kulağa fısıldanan bir ninni, anlatılan bir masal gibi. Bunu dile getirenlere de nostalji yapma suçlaması.

Oysa bugünkü özgürlüğümüz, yaşadığımız Cumhuriyet o günkü mücadelenin ürünüdür.

Bir şeyi bilirsiniz ama hatırlamanız için yeniden yüzleşmezseniz zamanla yitip gider bildikleriniz. Yavaş yavaş sarıldıklarınız çözülmeye başlar ve boş kalır kucağınız. Elinizde olana neden sıkı sıkı sarılmayı anlamak için bellekte taze tutmak gerek boşluğa düşmemek, kaybolmamak için.

Bu yüzden bu diziyi önemsiyorum özellikle böyle bir zamanın içinde unutturulan, anlatılamayanların, hatırlanmanın ihtiyacıyla yayınlanmasını da anlamlı buluyorum.

Her ne kadar kalemlerden birinin geçmiş işlerinden dolayı içeriğine dair ciddi suçlamalar yapılsa da açıkçası bu suçlamaları Kurtuluş Savaşı yılları ve ATATÜRK hafızasının tazelenmesinden kaynaklı rahatsızlığa bağlıyorum.

Zira unutturulmaya, yıkılmaya çalışılan ATATÜRK izleri ve ona koşulsuz destek veren halkın nedenlerini, Türkiye Cumhuriyeti’nin öyle kolay kurulmadığını anlatan bir işle hafızların yenilenmesi sağlanırken bunu istemeyenler diziyi başka nereden vuracaklardı?

Vurdukları yer karın ağrısından ibaret bile olsa şüpheyle işe gölge düşürmemesi adına yapımın ve de kanalın gereğini yapması gerekliliğinin de altını çizmek isterim.

Çünkü böyle bir zamanda, böyle bir karışıklıkta okyanusun çalkantılarının milli dönemimize bulaşmasının yararı değil zararı olacaktır.

Tüm bu parantez içinde her ne kadar beğeniyle izlediğim iş olsa da bu demek olmasın ki diziye salt övgü besliyorum. Bu yazıyla aynı zamanda rahatsızlık duyduğum pek çok noktayla diziye sorumluklarını da hatırlatmak istiyorum. Jenerikte “hiçbir kurum ve kuruluşla ilgisi yoktur” söylemiyle bu sorumluluğu üzerlerinden atamayacaklarının oların da bilincinde olduğuna inanıyor, inanmak istiyorum.

Ve gelelim diziye;

Yapımcılığını O3 Medya’nın yaptığı projesi ve yönetmenliği Yağmur-Durul Taylan kardeşlere ait olan işi Necati Şahin ve Nuran Evren Şit yazıyor.

Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Onur Saylak, Şebnem Hassanisoughi, Baki Davrak, Celile Toyon, Senan Kara’nın rol aldığı, Boran Kuzum, Miray Daner, Kubilay Aka, Pınar Deniz gibi genç yeteneklerden oluşan oyuncu kadrosuyla dizi Kanal D ekranlarında perşembe akşamları yayınlanıyor. Ekim sonlarına doğru yayına giren dizi dediğim gibi Kurtuluş Savaşı yıllarının 1919 İzmir’ini anlatıyor.

Dizi bir dönem işi olmakla beraber aynı zamanda son zamanların gündemine de tam otuyor.

Yani o yılların atmosferinde bugüne çok gönderme yapılan bir dönemi işlerken bir yandan kahramanları diğer yanda hainleri de anlatıyor.( İddia edildiği gibi bugünlerin hainlerini aklamıyor ya da böyle bir algıya hizmet etmiyor.)

Aksine “Vatanım Sensin” dizisi savaşın acımasız ortamında vazifeleri ve vicdanları arasına sıkışanların öyküsünü anlatıyor. Bunu anlatırken her şeye rağmen bir arada kalmaya gayret eden bir ailenin, esaretten özgürlüğe doğru çıkılan amansız bir yolda çektiği acıları veriyor.

Gerçek sevginin, gerçek vefanın, gerçek ihanetin ne olduğunu tartışmaya açan bir iş aynı zamanda. Kahramanları Cevdet ve Azize bunları yaşarken izleyiciyi de bu sorgunun içine çekiyor. Sapla samanın, gerçekle yalanın birbirine karıştığı bu zaman diliminde belki o günlerden bugünlere yolculukla yanı başımızdaki olayların sorgularını da yapabiliriz kim bilir. 

Dizi tüm bunları anlatırken savaşın içinde barışçıl bir düşünceyi ön plana alıyor.

İzmir’i işgal eden Yunan’ı küçümseyip karalamak yerine onların da insan olduğu gerçeğini atlamadan dengeli bir işleyişle harmanlıyor. Yer yer Yunan Milliyetçiliği’nin ağır bastığı sahneler izletirken bir sonraki sahneyle neden ve niçinleriyle denge kurulmaya çalışılıyor.

Dönemin gerçeklerinden de uzaklaşmadan Mustafa Kemal’in anısına da yer veriliyor. Bunu da sömürü şeklinde değil dozunda izleyiciye özlem gideren bir anlatım yolunu seçerek yapıyor.

Dizinin en önemli olgusu da insan. İnsana dair duyguları savaş psikolojisi içerisinde vermeye gayret ediyor.

Kısaca insana dair ne varsa savaş ve işgal olgusu içinde anlatıyor.

Yer yer kendi içinde bazı mesajları da ardına alıyor. Kadın hakları, kadın dayanışması, kadına tecavüz, barışçıl mesajlar gibi.

Balkan Savaşı’ndan İzmir’in işgaline uzanan hikâyede anlayacağınız tek taraflı bir dil kullanılmıyor. Olayları her iki tarafın gözünden anlatan bir söylem geliştirerek propaganda yapmadan izleyicinin sorgusuna açmış.

Savaş işgal olgularını insan gerçeklerinden soyutlamadan ele alarak izleyiciyi siz ne yapardınız sorgusuyla baş başa bırakıyor.

Buraya kadar tamam.

Ancak ne var ki “Vatanım Sensin” dizisinin eksik bir tadı ve de olay örgülerinde yanlışa götürecek anlatımları var.

Sanki 1919 yaşanmışlığından ziyade bugünün ruhuyla döneme girmeye zorluyoruz kendimizi.

Propagandist bakışla anlatmayacağım, mesaj vereceğim derdiyle izleyiciyi o dönemin gerçekliğinden koparıyor.

Sorguları yaparken 1919 Türkiye’si değil de 2016-17 Türkiye’sinin yaşanmışlıklarıyla ruhuyla değerlendiriyor olayları izleyici.

“Vatanım Sensin” dizisinin en büyük eksikliği de bu bence.

Şimdiye kadar Kurtuluş Savaşı ile ilgili filmlerde, dizilerde halk ıska geçilir, sosyal ve siyasi yan yok sayılırdı. Olay genellikle bir Türk Yunan savaşına indirgenirdi. Milli Mücadele’nin emperyalizme karşı bir İstiklal ve Kurtuluş savaşı, saltanat düzenine ve anlayışına karşı da bir ihtilal olduğu yansıtılmazdı.

“Vatanım Sensin” dizisi bunu yıkmak istemiş ancak dönemi anlatırken dönem ruhundan uzaklaşan bir anlatım kullandığı için izleyici zamanın içinde değil dışında bağ kuruyor bu da o dönemin yeterince anlaşılmasını sağlamıyor maalesef ki.

Bu dönemin halka doğru yansıtılması gerek. Halkın nasıl bu hale geldiği bu mücadeleyi verdiği iyi anlatılmalı.

Aksi takdirde benzer işlerden bir farkı kalmaz.

Örneğin ilk bölümde Yunan’ın İzmir’i işgaliyle Hasan Tahsin’in ilk kurşunu sıkması olayı yeterince anlatılmadığı gibi sonraki bölümler de savaş etiği içinde değerlendirildi.

Dizinin en çok rahatsızlık duyduğum konusu da bu açıkçası.

Yunan Komutan’ı Vasili Hilal’e “Senin babana silah tutulsaydı ne yapardın?” diyor. Ve akabinde bunu cevaplayan bir harekette bulunuyor.

Gerek ilk bölüm de Hasan Tahsin sahnesinin yetersizliği, gerekse bu kurşunun arkasından pek çok bölümde dayanaklarla temellendirilmesi izleyicinin algısında Leon karakterini aklıyor.

Sonrasında vatan için söylenmiş repliklerse bu olayın ne kadar mühim olduğunu anlatmaya ne yazık ki yetmiyor.

Oysaki 1919 senesinin baharında Yunan’ın İzmir’i işgal ettiği gün şehirdeki bütün sivil Rumlar sokağa dökülmüş Müslümanlara küfür yağdırırlar. Limanda bayram vardır. Ta ki sevinç gösterileri arasında geçit töreni yapan Yunan askerlerine daha fazla dayanamayan gazeteci Hasan Tahsin Yunan askerini vurana kadar. Hasan Tahsin oracıkta şehit edilir.

Arkasından silahlar atılmaya kan dökülmeye başlar.

Büsbütün azgına dönen Yunan askerleri yüzlerce Türk’ü şehit ederler. Cesetlerini doğruca denize fırlatıp atarlar.

Bin yıllık barış bozulur acı ve kanlı bir dönem başlar.

Yani babasını koruyan Leon’un kurşunu kadar basit ve masum değildir o kurşun. Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan ilk kurşundur.

Arkasından gelen olaylarla da bin yıllık barış bozulmuştur.

Hasan Tahsin sahnesi ve sonrasında yaşananlar bir panikten ibaretmiş gibi gösterilerek sonrasında da Hilal ve Vasil’i arasında geçen konuşmayla da Yunan tarafının nedenleri göze sokulunca izleyiciden 1919 yıllarını yaşanmışlığında bakmasını bekleyemezsiniz.

Ayrıca neredeyse her bölümde bu konu bir şekilde göze sokuluyor. Zindana atılan Hilal’e Leon’un ağzından arkadaşın için ( yani Hasan Tahsin için) “üzgünüm” repliği söyletiliyor.

Leon üzgün olabilir ancak Hasan Tahsin’e kurşun sıkan Yunan askeri üzgün değildi babası içinde vurmadı Hasan Tahsin’i. Bu konu Leon karakterine giydirilirken ne düşünüldü bilemem ama izleyici bu eksende izleyince bugünün harmanında olayı değerlendirip Yunan askeri ile empatiyi kurar ve bu zamanla sempatiye döner.

Şu an Leon karakterine duyduğu sempati gibi.

Yine o yıllarda Yunan’ın halka yaptığı zulüm gösterilmek yerine Amerikalı bir gazeteciye Yunan askerinin ağzından yaşanılan zulüm anlattırılıyor.

Ya da o yıllarda Yunan’ın halka yaptığı zulüm birkaç kuru replik içine sıkıştırılıyor sürekli.

Hal böyle olunca da Yunan komutanın dediği gibi Yunan İzmir’e işgale gelmemiş algısı oluşuyor. 2016-2017 ruhunda 1919 ruhunu anlamanın uzağına düşüyor izleyici.

Ayrıca bazı replikler de maalesef ki bunu destekler gibi.

“Hiçbir bayrak insan kadar önemli değildir.”

 “Siz hiçbir şey üretmiyorsunuz.”

“Düşmansız bir arada duramaz bir millet olmuşsunuz.”

“Halit İkbal anca bir düşmana kin kusarken çalışıyor kalemi.”

“Sizin de haksız olduğunuz savaşlar oldu.”

Bu ve buna benzer repliklerle çokça Yunan’ın ağzından insanlık dersi veriliyor.

Türk ve Yunan halklarının kardeşliğini koruyalım derken bu görüntüde ufak derinlemesine düşünüldüğünde büyük tehlike arz eden replikler yüzünden milli mücadelenin haksız kahramanları oluruz. Ki bunu düşünen ciddi bir kesimin olduğu bu coğrafyada istemeden bu algıya hizmet edilmiş olunur.  Vatanım Sensin dizisi de bu eksende dönmeye devam ederse zamanla “vatan” üstünden nemalanmaya çalışan işler kategorisine girer.

Bunun böyle olmasını istemediğimiz için de bu eksikliği ve yanlışlığı vakit erkenken dile getiriyoruz.

Bir de kahramanımız Cevdet’in kızları var sanırsınız ki bu zamandan o zamana ışınlanmış kızlar. Osmanlı terbiyesinden uzak pek bi başlarına buyruk.

Hadi Selanik göçmeni oldukları için biraz ılımlı bakayım ama anlatılan tarih 1919 zamanın ruhuna aykırı haller çok fazla göze batıyor.

Hilal’in aktivist yanı anlaşılır, asiliğini oradan alıyor denebilir ama Yıldız’ın hafif halleri zamanın gerçekliğini yansıtmıyor.

Bir de Leon cephesinden sızan aşk-meşk durumları var ki sanırsınız Yaprak Dökümünde Ali Rıza Bey’in kızlarının aşk meşk halleri. Bir ona bir şuna mavi boncuk dağıtan bir Leon ve sosyal medya talepleriyle şekillenen aşk her engelli aşar hallerinin kurgusu.

Bu bir belgesel değil kurgu geyiğini duyar gibiyim ancak bu geyik de üzgünüm beni bağlamıyor. Bunun ardına sığınarak zaten düz kalıp tarih bilgisine sahip ya da hiç sahip olmayan ülke insanına el birliği ile zarar verir eksik bilgilerini yanlışlarla bezersiniz.

Çarpıtmak başka bir şey bilinen gerçeği ters yorumlayıp yanlışa itmek başka bir şeydir.

Bu dizide tarih çarpıtılmıyor sadece gerçekler ters giydiriliyor. Bu yüzden tarih dizisi ya da film çekenlerin belgesel geyiğiyle savunma hali bir süre sonra toplum savunmasına dönerek farkında olmadan toplum algısına katkı değil zarara sebep oluyor.

Hatırlıyorum da “Hatırla Sevgili” yayınlandığı dönemde bana gelen e-mailleri.  Gençler; “Anne ve babalarımızdan o günleri duyardık ama anlamazdık o insanlar gözü kapalı, bile bile ölüme nasıl gidiyorlar” diye soru sorarlardı. “Şimdi bu diziyle anlamaya çalışıyoruz o döneme dair kitaplar okuyoruz bu diziyle eksiklerimizi araştırıyor öğrenmeye çalışıyoruz” derlerdi.

Şimdiyse bu sorgudan çok uzak bir nesil. Fandomların aşk meşk halleri üzerine etkinlikleri.  Tabi o zamanlar kuşlu site yoktu. İstekler senaristlere de bir kuşun ağzında uçmazdı.

Yapımların da derdi reyting düzmecesinin sağlamalarını serpiştirmek olmazdı. Dönemin gerçeklerini çıplak, anlaşılır ve halkın algısında o dönem içinde değerlendirerek düşünmesini sağlamayı amaçlayan bir dil olurdu.

“Vatanım Sensin” dizisinde aslında bu dil var ancak dilden yer yer bahsettiğim gibi sapmalar oluyor. Maalesef ki bu sapmalar da dönemin ruhundan atıyor izleyiciyi düşünmeye değil bugünün mantığına hapsediyor.

Bir Hilal- Leon aşkı ya da Yıldız-Leon aşkının olmasından çok beni rahatsız eden iki kardeş arasına sokulan erkek ve bu erkeğin Hasan Tahsin’e kurşunu sıkan Yunan askeri olması. Ve kocamanından büyük bir çoğunluğunun bu gerçeği göz ardı ederek o askere duyduğu sempatik yaklaşım. Çünkü pek çok replikle o asker aklanıyor farkında olmadan kahramanlaştırılıyor. Oysa Hasan Tahsin gerçeği Leon’a giydirilmeseydi böyle bir çelişkide ortaya çıkmayacaktı.

Küçük bir parantez Leon karakterine hayat veren  Boran Kuzum’u çok başarılı buluyorum. Rolüne hayat verirken gelecek vaat ettiğini çok açık gösteriyor. Ancak dediğim sebepler yüzünden Leon karakteri üzerinden Hasan Tahsin meselesinin anlatılmasının rahatsızlığını duyuyorum. Bu hem tarihsel bir hata hem de gelecek bilgisinde tehlikeli bir anlatımdır. Hasan Tahsin savaş kanında gözü kararmış bir Yunan’ın kurşunuyla şehit edilmiştir.

Bu gerçek atlanarak Leon’a sempati oluşması da izleyicinin değil proje sahibi (Taylan kardeşler)  kurgunun hatasıdır.

Cevdet ve Azize tarafında her şey olması gibi işlenirken dizi Ali Kemal ve diğer gençlerin arasından sağlam kahramanlar yaratmadığı için genç kesim hormonlu kahraman peşinden koşuyor. Üstelik Hasan Tahsin’e sözde istemeden kurşun sıkan bir Yunan askerinin peşinden.

Dizinin tek sağlam kahraman genç karakteri ise Hilâl’dir.

Oyunculuğuyla göz dolduran Miray Daner hikâyenin en sağlam karakteri olan Hilal’le Cevdet’ten sonra hikâyeyi sırtında taşıyan diğer bir karakteridir dizinin.

Genç erkekler cephesinde ise Türkler arasında sağlam bir kahraman yoktur.

Yalnız adam Cevdet’ten başka kahraman da yok erkekler cephesinde. Ona görev veren Paşa da dahil herkes tarafından yalnızlığa itilmiş, vatan aşkını iliklerine kadar hisseden, izleyiciye hissettiren Cevdet. Onun kahraman olduğunu bilmeyen, bilmediği için de tüm tepkilerinde sonuna kadar haklı Azize.

“Ben olsam ne yapardım?”

“Azize olsam Cevdet’i tamamen silerdim. Cevdet olsam aynı gözü karalıkta vatan için her şeyi göze alırdım.”

Cevabını veriyorsa izleyici diğer ayaklardaki hikâyeler de ise çat kapı dışında kalıyorsa düşünmek lazım.

Tabi bir de bu cephe de Tevfik var. İşte orda da pardon ama o zamanda öyle bugünün cüretkar ağzıyla arkadaşının karısına sarkılmazdı. Bu niyete girse bile cüret sınırları çizildiği gibi olmazdı. 1919’a gitmeye bile gerek yok 70’lerin Türkiye’si bile bu cüretli ağzı barındırmazdı.

Burada bir parantez daha açmak ihtiyacı duyuyorum. Bergüzar Korel Azize karakterini o kadar güzel taşıyor ki zamanın ruhunda, iç çalkantısında siz de orda oluyorsunuz onunla. Acıyı, sevinci, kızgınlığı insana dair ne varsa anlatılırken oyunculuğunu bütün olarak koyuyor ortaya. Sahte tek mimik olmaksızın. Şu an oyunculuk başarısında her ne kadar bazıları tarafından tersi iddia edilse bile mevcut kadın oyuncular arasında özellikle acıyı en iyi aktaran kadın oyuncudur bana göre Bergüzar Korel. Yaşarcasına izleyiciye geçiriyor. Kısacası gerçek bir oyuncudur. Kadın oyuncular arasında bir elin parmaklarından bile az olan her yönüyle oyuncudur diyebileceğimiz bu camiada o parmaklardan birisidir kendisi. Başarılılar çokça olsa da eksiklerle çoktur oysa o bütünde oyuncudur. Onun gülüşünde kız kardeşimi görüyorum. Kardeşimle olan benzerliklerinden dolayı ve de insani duruşundan ailemizin kızı gibi seviyorum her dizisini pür dikkat izlemesem de.

Halit Ergenç ve Onur Saylak için ise zaten fazladan bir şey söylemeye gerek de yoktur. Onların aktörlüğü tescillidir. Her giydikleri yeni karakterle bir öncekinden tek bir iz barındırmıyorlar.  Halit Ergenç’i Aliye hariç Zerda’dan beri izleyen biri olarak bir gün en zirvede olacağını biliyordum. Bugünler de bunun kanıtıdır zaten. Bir oyuncu sokaktan besleniyorsa, bir pencerenin içine kendini hapsetmiyorsa zirvenin en tepesine sağlam şekilde yerleşir. Onun hayat öyküsünün ne kadar zor yollardan geçtiğini bilenler ne demek istediğimi de anlamışlardır. Ayrıca Halit Ergenç bir işte varsa o işin vaadi vardır, derdi vardırın bilincindedir izleyici.

Bu da malumunuz ortamda pek az oyuncunun hakim olduğu bir durumdur. O sebeple “Vatanım Sensin” baştan bu artılarla izleyiciyi tavlamıştır.

Bu artıların içindeki eksileri de artıya çevirmesi için diğer cephelerin altını çiziyorum.

Dediğim gibi dizinin matematiği içinde bu cephelerin kahramanları, sorguları eksik var olan sorgular da yanlış eksende gidip gelmeler yaşıyor.

Dizi karakterleriyle yatıp kalkan onlar için birbirleriyle didişen gençliği silkeleyemiyor sorgulama pencereleri açamıyorsanız hala aynı didişmeyle izlence yapıyorsa demek ki dizi amacına ulaşamamış ya da amacından sapmıştır.

İnternet, tv, cep telefonu gibi ayartıcıların dünyasında yaşayan bugünün gençlerine derin anlamlar taşıyan bu öyküleri onların anlam dünyasında yansıma şeklini iyi düşünerek kurgularımızı yapmalıyız.

Hala bugünün penceresinden bakılıyorsa eğer reyting haneleri çiftleri de bassa, sosyal medyada trend topik olsanız da, ülke sınırlarını aşan satışlar gerçekleştirseniz de o iş başarılıdır diyemezsiniz.

Çünkü Milli Mücadele yılları ve yaşanmışlıkları, vatan için dökülen kanlar o dönemde yaşayan çocuk yüreklerin sağlam duruşlarıyla, şehitlik makamına yükselen körpe bedenleriyle sağlanmış, bugünün haz ve hırs dünyasında yaşayan gençliğe ibretlik vesikalardır. O çocuklar ölüme giderken büyüdüler.

Zamane fandomların istekleri içinde heba olamayacak kadar gerçeği, acıyı ve bugünümüzün özgürlüğünü barındıran öykülerdir.

Pembe dizi kıvamında harcanacak öyküler değildir.

Vatanım Sensin içinde barındırdıklarıyla değerli bir iş ancak bu ayaktaki tutarsız çizgisi yüzünden farkındalığını yavaş yavaş yitiriyor üzgünüm.

Nuran Evren Şit kalemini sevdiğim senaristlerdendir. Onun kaleminin varlığına güvendiğim için daha hassas dokunuşlar olacağına inanıyorum önümüzdeki bölümlerde bu ayakların sağlamlaştırılacağını düşünüyorum.

Örneğin son bölüm Hasibe Ana’nın ağzından dökülen replik gibi

“Analığın dini dili olmaz demiştim. Evlatlığın da dini mezhebi olmaz, bu devran döndü döneli savaşlar, harpler hiç bitmedi. Ne değişti söyler misin? Sınırlar değişti, bayraklar değişti, diller değişti, gücü olan dünyayı fethetti, olmayan yok olup gitti. Değişmeyen tek bir şey kaldı anaların yüreğine düşen ateş.”

Ya da Cevdet’in Hilal’e söylediği replik gibi;

“Senin vazifen yaşamak, ölmek değil. Senin vazifen bu gördüklerini yazmak, gelecek nesillere aktarmak, senin vazifen ölmek değil.”

Ya da

“Harplerde sadece askerler ölmez en çok analar ölür.”

Repliği gibi durup düşündüren, sorgulatan savaşın değil barışın toplumlara fayda sağlayacağını anlatan ama savaşmanın nedeni güç değil vatan ise eğer direnişin önemini algılatan kelimelere ve sahnelere ihtiyacı var dizinin. Üsteki replikler ve benzerleri gibi.

Tabi dizinin bir de silah meselesini noktalaması şart. Sezon bitimine kadar bu mesele sündürülürse kopmalar da beraberinde gelecektir. O silahlarla ilk Kuva-yi Milliye birliğinin doğuşu iyi anlatılmalıdır. Bir Tevfik’in elinde bir Vasili’nin bir Eşref Paşa’nın şantajı arasında sıkışarak gidip gelirse izleyici de neden önemli bu silahlar o kadarı tam olarak anlamaz. Şayet sezon sonuna kadar sürüklenecek ise bu mevzu Cevdet’in Yunan cephaneliğini patlatması gibi aksiyonlara ihtiyacı var.

Cevdet’in kimliği çabukça açıklanmayacağını tahmin ediyoruz ancak cephede izlenen bir Cevdet’le dizinin izlenme keyfi daha da katlanacaktır.

Ayrıca Yunan tarafından özellikle "altılar" meselesinin de bir yönüyle işlenmesinin gelecek sezon içinde olmasının diziye farklı bir ivme katacağını düşünüyorum.

Nasıl ki biz de “vatan haini” meselesinin o yıllara dayanan tartışması varsa onlarda da var. En bilineni de “Altılar  Davası”. Kronolojik sırada zamanı geldiğinde yer verilmesi diziye farkındalık kazandırır düşüncesindeyim.

Daha söylenecek çok şey var aslında yeri geldikçe yine söyleriz şimdilik bu kadarıyla nihayetlendirip şu sorunu da yetkililere iletelim.

Yurt dışında EURO D üzerinden “Vatanım Sensin” izleyicileri fazla reklam döngüsü yüzünden diziye konsantre olamamaktan şikâyetçiler. İnternet üzerinden canlı izlemek istediklerinde de aşırı donmalardan bunun mümkün olmadığını dile getirmektedirler. Açıkçası üzülerek söylüyorum ki Kanal D’nin internet sitesi en kötü canlı yayın hizmeti veren sitedir. Üstelik ilk yayın yapan internet sitelerinden biri olmasına rağmen geride kalmıştır. Defalarca bu sorunla alakalı editör şikayet paneline iletmeme rağmen ne yazık ki yıllardır çözüme ulaşmamıştır. Bir kez de bu şekilde dile getirmenin faydalı olacağını düşünerek hem yurt dışından izleyenlerin sesi hem de aynı sorunu yaşayan tüm kullanıcıların sesi olalım istedim.

Bunun da dikkate alınacağı düşüncesiyle konuyu toparlarsak toplamda önemli isimlerin bir araya geldiği değerli bir dönemi anlatan hikâyesiyle önemsediğim bir iş "Vatanım Sensin" dizisi. Tersi olmuş olsaydı bu kadar uzun uzadıya masaya yatırmaz sosyal medya yorumlarımla yetinir geçip giderdim yanından.

Dizi süreleri doksan dakikanın da üzerine çıktığından ve pek çok sebeple ekranın tadı kaçtığından beri uzun uzadıya kaleme almadan sosyal medya yorumlarımla işlerin yanından geçip gidiyorum.

Önemsiyorsam da o işi ya da bir şeylerinden rahatsızlık duyuyorsam kaleme alıyorum. Ancak uzun uzadıya irdeleme sayfalarını da çok nadir işlere açarım. “Vatanım Sensin” de o işlerden biri.

Bu yüzden yazım izleyiciden çok yapım ve kanala yöneliktir. Uzun diye isyanlarınızı duysam da hedef kitlesi baştan bellidir.

Veronika “Dünyanın bile taşıyamayacağı acılar annelerin sırtına yüklendikçe her yönetim başarısızlığa mahkûm kalmak durumundadır.” demişti mektubunda Yunan Başbakan’ı Venizelos’a. Ben de annelerin sırtındaki yükü azaltmasa da birilerini silkeleyip ne yapıyoruz biz sorusunu sordurtmasını umut ediyorum diziden...

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..