Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

"Havet, ben bir demokratım!"

"Havet, ben bir demokratım!"
 

Demokrat ana


Dürüst, demokrat ve iyi insan kimdir?

Her durumda adaletten, hukuktan, insan haklarından ve doğruluktan yana olan mıdır, yoksa muktedirken ortalığı kasıp kavuran hak, hukuk tanımayan, zayıf düştüğünde ise, önüne gelene kuyruk sallayan mıdır?

Doğrusu demokrat ve dürüst insan, her halde adil davranabilen, yanlışlara karşı durabilen, kendisi için istediğini başkaları için de isteyebilendir.

Güç sahibi olduğunda ya da güçlülerin desteğini ardına aldığında hakkaniyet duygusunu kaybetmeyen, "bu işte sadece benim borum öter" demeyendir.

Eski efendilerinin gücü zaafa uğradığında, yenilerine yalakalık yapmayandır. Dik duran, dik yürüyen ve dosdoğru olandır.

Oldum olası, bir yerlerden güç alarak etrafta hava atan insanlardan nefret etmişimdir. Aslında bunlar korkak, dönek, pısırık ve yüzsüz kimselerdir. Üstelik, insafsız ve merhametsizdirler. Arkaları sağlamken kimseye acımazlar. Saldırırlar, hakaret ederler, aşağılarlar, kırıp dökerler, yakıp yıkarlar. Bunların makamları, mevkileri, kariyerleri ne olursa olsun, asla güvenilir değildirler.

Bu tiplerin kitabında, farklı düşünenler için öngörülmüş herhangi bir hak yoktur. Yürürlükteki mevzuat ne derse desin, geçerli olan onların arzusudur. Bastıkları zemin, sağlam kaldığı sürece kimseyi duymaz ve dinlemezler. Tehlikeyi gördüklerinde ise, hemen mod değiştirirler. Bir gün önce adam yerine koymadıkları kimselerin karşısında süklüm püklüm olur, yağcılık yaparlar.

Bunların, dinde münafık tabir edilenlerden bir farkı yoktur. Yeri geldiğinde yalan söylemekten, yalan yazmaktan çekinmezler. Kendilerinden başka kimseyi düşünmezler. Şartlar gerektirdiğinde anında fikir değiştirirler. Esasen bu tipler her inancın, her fikir akımının, her ideolojinin içinde mevcutturlar. Konumlarını gidişata göre belirlerler. Güçlendiklerinde ortaya çıkıp dayılanırlar, zayıf düştüklerinde ise bir kenara sinip saklanırlar.

Bütün dünyada bulunan bu garip türün ülkemizde de varolduğunu düşünüyorum. Bir kaç ay öncesine kadar iktidara ve onun icraatlarına acımasızca yüklenenlerin, dayandıkları güç zaafa uğradıkça mevzilerine doğru çekilenlerin, en azından bir kısmını bunlara benzetiyorum. Bunların son günlerde, fikir beyan etmek için sık sık kullandıkları medya sahnesini yavaş yavaş terkettiklerini görüyorum.

Sözünü ettiklerim her ne hikmetse, yıllardır ölesiye savundukları bütün temel iddialarından vazgeçtiler. Sanki sihirli bir değnek, başörtüsünün anayasaya aykırılığını ve kamusal alana verdiği zararı bertaraf etti. Sanki bir el, şeriatı zincire vurup, lâikliği tehlikeden kurtardı. Onun için bunlar da rahata erip sükûnet buldu.

Merak ediyorum, acaba neden herkes eskisi gibi yüksek perdeden çalıp söylemiyor? Yoksa haberimiz olmadan, mezkûr tehlikeleri etkisiz kılacak yeni yasal düzenlemeler mi yapıldı? Türban karanlığı temsil etmiyor muydu, bizi geri bırakmıyor muydu? Lâiklik elden gitmiyor muydu? Yerine şeriat gelmiyor muydu? İşte türban, bazı üniversitelere girdi; geri kaldığımıza ve kamusal alanımızın karardığına dair bir işaret gördünüz mü? Lâikliği korumaya yönelik söylem ve mitingler çoktandır kesildi. Şeriatın geldiğini, cinsi sapıkların, zinakârların recmedildiğini duydunuz mu? Demek ki, anlatılanlar doğru değilmiş. Demek ki, iddia sahipleri bile söylediklerine inanmıyormuş ki, susuyorlar.

Sadece bu mu? Ergenekon tutuklamalarındaki "usül" hataları da tedavülden kalktı. Artık bunlardan sözedilmiyor. Çünkü koparılan yaygaranın amacı, yapılan yanlışları telâfi etmek değildi. Ergenekon gemisinin tabanına bir delik açıp tekneyi batırarak, mürettebatı halledip, yolcuları boğulmaktan kurtarmaktı. Başarılamayınca bu defter de kapatıldı.

Aynı gayeye yönelik olarak sürekli tekrarlanan redd-i hakim talepleri de şimdiye kadar bir işe yaramadı. Bu günlerde, yeni bir taktik daha uygulanıyor. Bir sanık avukatı, savunması esnasında az uyarılı ve bol yağlı cümleler kurarak, davaya bakan mahkeme başkanıyla yargıçları etkilemeye çalışıyor.

Doğrusu trend değişmedikçe, bu senaryolar işe yaramayacaktır. Rüzgâr tersine döndüğünde ise, zaten bu taktiklere gerek kalmayacak, Silivri Cezaevi tümden boşalacaktır.

Diğer taraftan Ergenekon'u yazan veya haber yapan basın mensuplarına, "soruşturmanın gizliliğini ihlal, adil yargılamayı etkileme" suçlamasıyla davalar açılıyormuş. Açılan dava sayısı 3 bine ulaşmış.

Esasen, bütün bu argümanlar açık bir tehdidi önlemek için değil, sahip olunan gizemli iktidarla, onun sağladığı otoriteyi korumak ve Ergenekon'cuları kurtarmak için yapılıyor. Biri tutmadığında ya da işe yaramadığında yenisine geçiliyor.

Bu durum, (yazar, çizer, düşünür, akademisyen, savcı veya yargıç) akl-ı selim sahibi herhangi bir insanın kendi demokratlığını, adalet anlayışını, dürüstlüğünü sorgulamasını zorunlu kılıyor.

Üzerinde kıyametler koparılan başörtüsü, gerçekten somut ve yıkıcı bir tehlike miydi? Lâiklik elden gidiyor muydu? Ergenekon sanıklarının tümü haksız yere mi tutuklanmıştı? Fail-i meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve yaşadığımız bunca felâket, dincilerin marifeti miydi? Eğer bunların böyle olduğuna inanılıyorduysa, şimdi bu iddialardan niçin vazgeçildi? Neden onların ardına düşülmedi da yeni yeni argümanlar üretildi?

Artık iyice anlaşılmıştır ki, bu mücadeledeki esas amaç lâiklik, rejim, adalet, hukuk, masumiyet ve demokrasi falan değildir. Asıl niyet, sahip olunan kadim hakimiyeti korumak ve taraftarları, "suç işlemiş olsalar bile" cezadan kurtarmaktır.

Çünkü, hayata lâ yüs'el (sorumsuz) kesimde başlayanlar için, "suç ve ceza" diye bir kavram yoktur.

Vicdanlarıyla dürüstçe hesaplaşamayanlar, kendilerini daima haklı gören bencil ve narsistler, asla adil ve demokrat insanlar olamazlar.

Resim: www.yalcinguran.com/2008_03_01_archive.htm

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..