Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '10

 
Kategori
Deneme
 

“Her “Ân”ın İçinde…

“Her “Ân”ın İçinde…
 

Ben söyledi:"Aradığıma emin olduklarımı yanımda, kendiliğinden buldum..."


…Birlikte Olmak…”

Son üç yıldır, hayatımda hem hızlı bir akış var, hem de bu hızlı akışa rağmen; her ânın sonsuz karesini görebilme, ânın sonsuz lezzetini tadabilme melekelerim inanılmaz boyutlara ulaştı.”Bunu, bana “Ben” söyledi…”

Hangi âna, hangi sebep; kafesimin kapılarını açmaya vesile oldu? Net olarak “bilebilmek”, “bulabilmek” zor. Belki de; hiçbir şeyi, hiçbir yerde, hiçbir kimsede “aramamak” gerektiğini anladım. Beni zorlayan araştırmayı bıraktığım ânda, “ân”ların mucizesine tanık olmaya başladım. Ve aradığıma emin olduklarımı, karşımda/yanımda kendiliğinden buldum. ..

Evet! Kendimle daha yeni yeni tanışıyorum, Şaşırıyorum!... “Ben, bu muymuşum?” diye… Ama, en şaşırtıcı olanı; şaşırdığım benden korkmuyorum. Şaşırdığım bene darılmıyorum. Ben; artık, zincirlerini aramadan, yollarını aramadan; “sağlam bir yolda” akıyorum.

Esaret günlerimde bile; yolların işaretlerine , yol levhalarına hep dikkat ederdim. O işaretlerin, levhaların hayattaki değerini iyi bilir; hepsine olamasa da, çoğuna doğru zamanda, doğru yerde ve doğru vak’alarda doğru anlamlar verirdim. Fakat, bu “anlam yükleyiş” bile, “ürkek” bir anlam yükleyişten öteye gidemezdi. Çünkü, “o ânın anlamını” yakalasam da; “ben”in ayakları, “ân”ı tutmak için ürkekti. (Ha, evet! İşte bu yanlıştı belki de: ”Benin ayaklarının, “ân”da ayakta durması için, direnmesi…Oysa, benin “ânın içinde akması, erimesi” gerekiyordu, o “doğru ân”a direnmeden…)

Ne zaman ki, “akmaya” başladım; ve daha da önemlisi, akışın aslında, “ben’in marifeti” olmadığını anladım; işte o zaman, yol levhaları hem daha anlamlı hale geldi ve hem de bu levhalar, benim akış istikametimi net belirleyen “kaçınılmaz mucizelere” dönüştü. (Doğru ışık huzmesi koridorunda yol almanın gücü, bu olmalıydı…)

Artık her ân, önüme kendiliğinden çıkan levhalardan hangisi, “benim benimin en ben levhası”; akışkanlığının doğal dayanağı? “Gözlerim” olağan üstü doğallıkta ve serilikte “benimin bu gerçeğini” seziyor… (İşte, o ân; gözlerimin gördüğünü gönlüm içiyor…)

Sizlerle, şu yakın günlerde yaşadığım ânları paylaşmak istiyorum; tam da “bu ân”…

İşte, o doğal akışa kaptırmıştım kendimi… Fakat, elbette ben bir ırmağa aktı mı duruş olmuyor… Ve galiba, çağıldayan ırmağınız berraklaştıkça; berraklaşan ırmaklarla daha net ve daha çabuk ve “direnilmez en doğru ânda” karşılaşıyorsunuz…

Geçtiğimiz günlerde bir bayan öğretmenle tanıştım: Ortak alanımız projeydi. Hangi gün, hangi ân okulların proje danışmanı olduğumu ben de anlamadım ama; taa en başından şunu net biliyorum: Ben bir Sosyal Bilimler alanı projecisiyim. İstesem de sayısal bir proje üretemem. Yok yanlış oldu; sayısal bir projenin adını, konusunu üretebilir(tasarlayabilir)im, her tür projenin raporunu yazabilirim ama sayısal bir projeyi yapılandıramam, sayısal deneyler yapamam.”Her işin ehli olan benlere saygılıdır, benim…”

Gözüm uzunca bir süredir, tanışmayı hedeflediğim Hoca Hanım’ın üstündeydi. Haftalardan beri, “Fen Bilimleri Alanında Projeler” yapmak için okulumuza gelen Hoca Hanımla bir iki konuşmamız ve selamlaşmamız vardı ama onunla uzun süreli bir sohbet imkânını ilk kez yakalamıştım. Hatta, Sosyal Bilimlerle Fen Bilimleri dayanışmasıyla, bir saatlik sohbette iki ortak proje bile bulduk. O sohbette, ikimiz de proje dışında, çok daha anlamlı şeyler de bulduk, yakaladık aslında.”Benlerin Benlere aynı benlik çizgisinden bir çırpıda ve “perdesiz” bakabildiğine”, bir kez daha, şahit olduk onunla…

Yakınlaşmak hiç de zor olmadı; benliklerin benzer mecralarda akışını görebildikten sonra… Üç sene önce İstanbul’dan bu şehre gelmiş Bayan arkadaşım… Yüksek Lisansını ve Doktorasını iki çocuğunu büyütürken aralara sıkıştırmış. Bu şehre geliş sebebi hastalıkmış… Daha iyi tedavi olabilmek için tercih etmiş bu şehri…

Anlatıyordu kendini… Seri bir şekilde, hiç nefes almadan… Belki de, aylardan beri benini “bir, benle” paylaşıyordu… Aceleci konuşmasından, bu böyle anlaşılıyordu… Ben çekildim ve onun akışını hiç kesmedim… Fakat yine de, seri anlatışları arasında; - hep aynı konunun etrafında birikip düğümlenirken, dönerken- ani kopuşları vardı. Bu kopuşlar dikkatimi çekse de, çekimin beni etkileyişini hiç sermedim ortaya…

Hep aynı yer; ve o yerde hep aynı dönüş, hep aynı kopuş… Hastalandım; buraya geldim; kardeşim iki sokak yakınımda oturuyor; bir çocuğum üniversitede diğeri lisede; hastalandım; o ânda gitti; gitti, çocuklarını da al, dedi… Sonra bir kopuş… Sonra dönüş…

Beni otuzlu yaşlarda sorguladım; beni ve benleri tanımam kırkları buldu; bir ben kaldım… İnsan, “Ben yaptım!” dememeli… Ardından bir tebessüm…

Bir ânda uyanış ve bana dönüyor: “Sizin beniniz de istediğini bulmuştur, inşallah!...” Bir tebessüm de benden… Aydınlık…

Yine devam: Ama “ben yaptım” dememeli… Benden de bir tekrar; “dememeli”… Özgür…

Akışın içinde onlarca kez, aynı yerde, boğaza bir şeylerin takılışı!?. Anladım… Fakat, anladığımı söylemeli miyim? Hangisi “Bence” uygun? Hangisi “Benlere” uygun?...

“Rahatsızlığınız neydi?”

“Ben, bunu unutmak istiyor…” dedi. Ama “soran bene” içtenlikle cevap verdi: “Mide kanseri… Fakat, iyiyim şimdi; merak etme…”

“Rahatsızken mi gitti?...”

“Kim?”, “Ne?” gitti… Şöyle bir bana bakıyor… Ve ben de ona bakıyor; “aynı ânda”… Şaşırmıyoruz!...

“Evet! Rahatsızlığımın en şiddetli ânlarında gitti. Hem de çocuklar da sende kalsın, dedi…”

“Olsun Hoca Hanım. Olsun be Arkadaşım… O gitmiş, sen kalmışsın…”Sen varsın…” Kimse “ben yaptım” dememeli… Kimse “bana geldi” dememeli… Her hayırda şer, her şerde bir hayır vardır… Bir şer vermiş Allah sana, hayrına çıkarmış… Başından en büyük şerri göndermiş…

Hiçbir şeyi “Ben yaptım!...” dememeli…

Ayrıldık… Bir başına kaldım…

Şöyle düşündüm birden ben: “Yüksek Lisans yapmalıyım…”

Ama toparlandım hemen, o ânda: “Hayır, Hoca Hanım! “Ben”e sormalısın! İzin verirse…”

Zaten Ben, Ben’i gördüğü “ân”a akmayacak mı? Teşekkür ederim Arkadaşım; “Aynı Mecram”… “Teşekkürler Ben…”

“Her “ân”ın içinde, hayırlısıyla, birlikte olmak dileğiyle…”

Yegâh Elif Mirzâde

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..