Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '18

 
Kategori
Sinema
 

"İçimdeki Ses"e Kulak Vermek

"İçimdeki Ses"e Kulak Vermek
 

İçimdeki Ses’in kahramanı Selim (Engin Günaydın), hayatından pek memnûn olmayan vasat bir dizi senaristi, özellikle kadınlarla ilişkisi sorunlu, bunun yanında alkol sorunu da yaşayan, yalnızlıktan mustarip bir tip olarak karşımıza çıkıyor. Bu ahvâli kanıksamak üzere olduğu sırada Ayşıl’la (Leyla Lydia Tuğutlu)tanışır. Güzel Ayşıl hiç umulmadık şekilde Selim’e âşık olur. Ve Ayşıl’ın duyduğu bu aşkın neticesinde Selim’e yaklaşma çabası, tabii bu durumdan Selim’in duyduğu memnuniyet komik durumlara sebebiyet verirken sonunda Selim’in, yalnızlığının aslında bir kadınla alâkası olmadığını anlaması uzun sürmeyecektir.

İçimdeki Ses’in kayda değer taraflarından bir tanesi, içsel anlatım tekniğinde vücut bulan kurgusuyla ilgili. Selim bir yandan yaşarken bir yandan da yaşadıklarının anlatıcısı konumundadır. Olayları sahiden yaşıyor mudur, yoksa yazar olması hasebiyle yalnızca anlatıyor, yazıyor mudur? Başta yaşarmış gibi görünse de finâle doğru sanki yazdığı izlenimi ağır basmaya başlıyor. Aslında bu şekilde bir içsel sesin yardımına başvurma, sinema seyircisinin alışık olduğu bir metod. Ama hem yaşanan olayların tuhaflığına bakıp, öte yandan aslında bir yazar olduğunu bu tuhaflığın yanına koyduğumuzda, Selim, yaşadığı olayları yazmaktan ziyâde, sanki yazdığı olayları yaşadığına seyirciyi inandırmak ister gibidir. Selim’in anlatıcısı olduğu yazdığı, yaşamak istediği şeyler midir, yoksa sahiden yaşadığı bir gerçeklik midir? Çizilen Ayşıl profili ile Ayşıl’ın bu profilden çok farklı bir karakter sergilemesi, mükemmelleştirilmeye çalışılan bir tip olarak, bu mükemmelliğin tam aksi, üstelik de Selim’in beklentisi yönünde zaaflar sergilemesi olayları yaşanmışlıktan ziyâde özellikle kurgusallığa yaklaştırma çabasının bir ürünüymüş gibi. Özellikle son dönem edebiyatta sıkça başvurulan bu yöntem, yani anlatılan hikâye ile hikâye anlatma çabasının birbirine karışması hâli, postmodern bir yaklaşım olarak giderek popüler sanatta da kendine yer buluyor. Seyircinin böylesine iki yönlü bir gerçekliğin bir tarafını görüp diğer tarafını görememesi bile esasında postmodern sanatın hedeflediği şeydir. Bu yaklaşımın, edebiyattan sonra sinemada da yaşadığımız çağa özgü belirsizliği, kavram karmaşasını yansıtır şekilde giderek popülerleştiğini görüyoruz. Selim’le Ayşıl’ın ancak romantik bir filme özgü şekilde parkta karşılaşması sahnesi ve bir sahnede de Zeki Müren üzerinden klasizme yapılan açık gönderme edebiyattaki postmodernizme özgü metinlerarasılık boyutuna yaklaşıyor. Selim sonlara doğru da söylüyor zaten “adı İçimdeki Ses olan bir senaryo yazıyorum” diye.

Filmle ilgili vurgulanması gereken diğer bir nokta Selim ile Ayşıl karakterleri arasındaki tezatlıkla ilgili. Konvansiyonel anlatımda erkek egemen, dolayısıyla etkinken, kadın profili hayat karşısında daha edilgen ve zayıftı. Bu durum ve bu duruma benzer Lorel-Hardy, Zeki Alasya-Metin Akpınar örneklerinde olduğu türden tezatlıkların hemcinsler için de geçerli olduğu örnekler, kendiliğinden bir komediye sebebiyet verir –ki aynı durum bu film için de geçerli diyebiliriz. Ama bir farkla: Söz konusu filmdeki durum geleneksel olandan, şimdiye kadar işlenen taşra toplumu veya seyirciyi gözeten taşra bakış açısından farklı olarak, şehirleşen Türkiye’ye özgü bir tezatlık içeriyor. İçimdeki Ses’te ortaya konan tezatlıkta alışık olunanın aksine kadın müspet, erkek ise menfii bir tipi oynuyor. Kadın güzel-erkek çirkin, kadın otoriter-erkek pasif, kadın ısrarcı-erkek utangaç, kadın özgüven sahibi, erkek ise kendine güvensiz olmakla çizilen portrede kadın güçlü, erkek ise zayıf kalıyor. Günümüz şehir hayatında toplumun kadına ve erkeğe biçtiği roller farklılaşıyor çünkü. Bu bir yazarın yalnızlığından kaynaklı fantezisini bile yansıtsa, bu şekilde ortaya konan kadın-erkek profili, şehirleşen Türkiye’nin müşterek bilinçaltının değişen tezahürü olarak yorumlanmaya elverişlidir.

İçimdeki Ses’i daha ziyâde Vavien’in yüzü suyu hürmetine izledik. Vavien gibi bir yapıtı kaleme alan Engin Günaydın’ın kötü bir iş çıkarmayacağı muhakkaktı. İçimdeki Ses’in Vavien’in derinliğine ulaşamadığını iddia ederken ondan çok farklı bir tarza sahip olduğunu, buna rağmen popüler bir çok filme göre daha kayda değer yanları bulunduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Aslında iki film arasındaki farkı anlatım tarzı bile, senaristi açısından tek başına başarı sayılabilir. Zira yaratım sürecinde farklı türlerin denenmesinin zorluğu muhakkaktır.

İçimdeki Ses’in, bir entrika komedyası olan Vavien’in tematik zenginliği kadar olmasa da kendince bir derinliği olduğunu vurgulamak gerek. Genel seyirci ortalamasının beğenisine açık bir karakter komedisi olarak izlenmeye değer.

 

 
Toplam blog
: 33
: 122
Kayıt tarihi
: 25.10.17
 
 

lisans mezunu edebiyatçı sinema yazarı ..