Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

nazende korkmaz yıldız

http://blog.milliyet.com.tr/nazende1

28 Mart '22

 
Kategori
Aile
 

‘KARDEŞ’ KARINDAŞTIR CANDIR!

Kardeş nedir? Karındaş, Kardaş ya da günümüze Kardeş diye gelen sözcüktür. Evet, kardeş gerçekten candır. Aynı karında yatmış ve dünyaya gelmiş kan bağı da olan ‘can’lardır.

Biz, bir elin parmakları gibi beş kardeştik, bir erkek 4 kız kardeş.

Başparmak; ağabeyimizi Allah erkenden yanına aldı.

İşaret parmağı ablamız; küçük yaşta ev işlerine sokulan, çocukluğunu yaşayama şansı olmayan evin büyük kızıydı, üç kızın ablası. Ablalık bitmez ki, ölene kadar devam eder. Büyüktür o, küçüklerini koruyup kollamak ister, gücü yettiği kadar.

Orta parmak, “babaannem kılıklı” deriz ona, anaç tavırlıdır, birimize bir şey olsa basar feryadı, kendi canı bizimkinden çok yanmış gibidir. Kötü bir şey gelirse başımıza en son ona söylenir, dayanması güçtür, fizik yapısı en iri ruhu en zayıftır, acıya katlanması en güç olanımızdır.

Sıradaki ben, dördüncü parmak yani yüzük parmağıyım, kalben hepsine çok bağlıyım. Evlilik yüzüğü de ondan takılırmış dördüncü parmağa. O parmaktan kalbe bağlanan kan damarı olduğundanmış. Evlenenler ömür boyu birbirlerine bağlı kalsınlar diyeymiş. Neden sadece evlilikte olsun ki bu? Dördüncü parmak tüm sevdiklerine kalpten bağlı kalmaktır bence, değilse bile ben öyle anlam yükleyeyim. Çünkü hepsinin en iyi olmasını isteyen, gücü yettiğince her durumda onlara koşan ve yanlarında olanım ben.

En küçüğümüz: Ahh!.. serçe parmağım benim, küçüğüm, küçüğümüz o bizim. Yeri geldikçe ablalık yapanım, dostum, arkadaşım, ‘can’ım. Ablalık yapma girişimimde başarılı olamadığım, canım kardeşim o benim. Yıllar sonra yapamadığım ablalığın eksikliğini gayretiyle, başarısıyla kapatanım hem de fazlasıyla kapatan kardeşim. ‘Afet’ olacağı bilerek konmuş gibi adının hakkını verenim benim.

Neden ablalık yapamadığımı kısaca yazmak isterim merak edenler için.

Ben ilkokuldan sonra yatılı okuldaydım. Sadece mektuplaşma şansımızın olduğu dönemlerdi. Köydeki hayvanlarımızın durumu dahil her şey yazılırdı mektuplarda. Mektup almak yatılı okulda müjde almak gibiydi. Kontrolden geçen mektuplar, dağıtması için nöbetçi öğrencinin eline verilirdi. Destelenmiş mektup tomarını görünce adımızın okunmasını beklerdik merakla. Adım okundu, bana da vardı, arkadaşlarım gibi zıplar bir hareketle hızla aldım mektubu. Kardeşimdendi, başta annemin yazdırdıkları vardı, bir solukta okudum, “selam eder gözlerinden öperim, beni soracak olursan iyiyim, bizi merak etme, derslerine çalış” gibi her mektupta var olan alıştığımız cümlelerdi. Bu mektupta bir de şu yazılıydı. “abla beni de okula yazdır”. Canım kardeşim ben yatılı okul öğrencisiyim. İçe dönüklüğüm yanında disiplini fazla olan bu okulda nasıl yapabilirim bunu diye tasalanmaya başlamıştım. Kardeşimin isteğini yerine getirmez miyim? Kimden yardım aldığımı hatırlamıyorum ama gerekli belgeleri isteyip Sakarya’daki yatılı okula göndermiştim. Benim gibi yatılı okuyup ekmeğini kazanacaktı. Ne yazık ki okulun sınavlarına götürülmediği için kardeşim okula gidemedi.

Erken yaşta evlendirildi. Yıllar sonra onlara yurt dışına çıkmak kısmet oldu. Allahın sevgili kulu kardeşim, okumanın içinde ukde olarak kaldığını hep söylüyor olsa da gerçek Afet olduğunu orada gösterdi. Çok kısa zamanda dilini öğrenmeyi başardı. İşçi olarak giden eşiyle birlikte kendi Kebap salonlarını açmayı, işletmeyi başardılar birlikte. Müşterileri tarafından çok sevildiler, yer değiştirdiklerinde müdavimleri, güler yüzünü görmek, el lezzetini tekrar tatmak üzere onları gittikleri yerde de buluyorlar. Gidip gördüğümde, okula yazdırdığım halde gidememiş olmasının üzüntüsü yerini kardeşimle gururlanmaya bırakmıştı. Nasıl da işleri çekip çeviriyordu, nasıl da içindeki gerçek afeti ortaya çıkarmıştı.

Afet eşi Şenel ile gerçek bir iş insanı olarak hayatlarını Yeni Zelanda’da sürdürüyorlar. Çok uzaklarda olsalar da mutlu oldukları için biz de mutluyuz. Gittiklerinde haftalarca mektup bekliyorduk. Yazılanlar kalıcı olması sebebiyle güzeldi mektuplaşmak. Onları saklıyorum, kitap olacak kadar çok şey var içlerinde. Fakat günümüz teknolojisinden yararlanarak hasret gideriyoruz ya o da çok güzel, onun kıymetini de biliyoruz. Birbirimizi görerek konuşmanın rahatlığını yaşıyoruz. Göremediğimiz zaman merak artıyor, hem de nasıl

Geçen yaz bir süre görüntülüye cevap alamayınca meraklandım. Soruyorum makul sebepler yazınca rahatlıyordum. Yazması da yeterdi tabi. Yazıştığımız bir gün yine kısa cevaplar alıyordum bir sebep yazarak rahatlatmıştı ama bir gariplik hissettim. Yazdığına karşılık ben de ona, “yeter ki iyi olun” diye yazmıştım. 3-4 hafta sonra bayram için biradaydık. Yazışmaya başladık “bir şey yazacağım ama ablamlara belli etme” diye başladı. Rengimden anladılarsa da belli etmemiştim, sonradan söyledim elbette. Gariplik hissettiğim günkü yazışmamızı ambulanstayken yazıyormuş meğerse. En küçüğümüz kalp krizi geçiriyor, ambulansta ve bizi merak ederiz diye cevapsız da bırakmıyor. Stent takılmıştı, çok şükür şimdi iyi canım kardeşim.

Bu yazım işte; can kardeşimin daha önce bana gönderdiği “Hastaneden Notlarını” paylaşmak için bir girizgâhtı. Değiştirmeden kendi dilinden aktarıyorum ve herkese önce sağlık diliyorum.

Hastaneden notlar

Çocuklara nasıl başarılı olunur, nasıl para kazanılır değil, nasıl mutlu olunur, onu öğretin.

En güzel kazanç ve başarı sizinle geçirdiği vakitleridir.

Çocuklarınıza hiç bir şekilde baskı yapmayın.

Çocukken yaşadığım baskı yüzünden, ne gece ne de gündüz, ne de ülke değiştirerek huzur bulamadım ben. Baskı disiplin sağlamak değil, ilerde yapacaklarına engel olmaktır.

Para kazanmak için canınızı sıkmayın, boşuna. Para, biriktirmek için değil, hayattan zevk almak için kazanılmalıdır. Kimseye kendinizi ispat etmek zorunda hissetmeyin.

Çocuklarınızı kimseyle kıyaslanmayın, kendinizi ve onları eleştirmeyin, yargılamayın, düzeltmeyi denemeyin. Düzelmediği gibi sizden uzaklaşır.

Onlara olumsuz tavırlarla bakmayın, ama gururunuzu incitmelerine de izin vermeyin.

Kimseyi kendinizden ne üstün ne de aşağı görmeyin. Herkes kendi fırsatlarında aynı değerdedir.

Kimsenin sorununu çözmeye kalkmayın, bırakın kendi çözsün. Siz çözseniz bile, çözümünüzün değeri bilinmediği gibi, tersine sadece nefret edilirsiniz.

Yaptıklarınızdan teşekkür beklemeyin. Bu, sadece sizi üzer.

İnsanlardan beklentiniz olmasın, siz de fazla fedakarlıklarda bulunmayın. Bu sadece size üzüntü getirir hiç bir şeye yaramaz.

Kazancınızı mülke yatırmayın, zevke, mutluluğa, hoşunuza giden şeylere, sevdiklerinize zaman ayırmaya yatırın.

 İnsanların güzelliğini çirkinliğini konuşmayın, dış görünüş ile değer vermeyin.

Ön yargıda bulunmayın. Kimin ne yaşadığını kimse bilmez.

İyiliklerde bulunun ama kullanılmayın.

İnanıyorum ki!... Yaptıklarını yaşamadan kimse ölmez.

 
Toplam blog
: 12
: 230
Kayıt tarihi
: 02.08.21
 
 

Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi emekli öğretim üyesiyim. ..