Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '07

 
Kategori
Dilbilim
 

"Kim okur bu yazıyı?"

"Kim okur bu yazıyı?"
 

Sn. Hasan Pulur’un Milliyet gazetesindeki sütununda yer alan “Kim okur bu yazıyı? ” başlıklı bir köşe yazısı vardı, 25. 04. 2002 tarihli. Nerdeyse beş yıl öncesine ait bir yazıyı başlığıyla, tarihiyle aklımda tutmak gibi bir yeteneğim yok elbette. Sadece, önemsediğim konularda önemsediğim yazarların yazılarını biriktiririm oldum olası. Bilgisayarımdaki raf, çekmece ve klasör arşivimi, konuya ve yazara göre biraz eşeleyince, şıp diye buluverdim sakladığımdan emin olduğum o yazıyı. Sn. Pulur, bloguma bu başlığı koymuş olmamı da hoş görür umarım. .

Okumak isteyenler, http://www. milliyet. com. tr/2002/04/25/yazar/pulur. html linkinden yazının tamamını okuyabilirler. Ben burada, ilk paragrafından bir alıntı yaparak başlamak istiyorum ki; Sn. Pulur’un “Kim okur bu yazıyı? ” sorusuna gömülü olduğunu hissettiğim biraz karamsarlık, biraz da ince alay ve takılma çağrışımlarının açılımı, -linki tıklamamış olanlar için de- belli ola…

“OKUNMAYACAĞINI bile bile yazmak kadar zor, iç sıkıcı bir şey yok!
Bu yazı, onlardan biri. . .
Türkçe üzerine, konuşulan dil üzerine yazılan yazıyı kim okur, kim dinler!
Ama neyleyim ki, insanların da tahammül sınırı var. . .
……”

Evet, Türkçe’nin bugünkü konumu, Hasan Pulur’un “Kim okur bu yazıyı? ” yazısını çağrıştırdı zihnimde.
Türkçe üzerine blog yazmak istedim bugün. Çünkü, yazılarını takip ettiğim kimi blogdaşların yorum / mesaj alanlarına sığamayacağımı hissettim…

Yazmanın bir de sakinleştirici etkisi oluyor üzerimde. Özellikle de, kendi çağının çirkin gerçeklerine teslim olmayı reddeden insanların duruşunu “romantizm”le özdeşleştirmeye kalkışanlara yada, konuştuğumuz yazdığımız ana dilimizin içine –hele ki uygun anlamdaşı kullanılabilecekken- yabancı sözcüklerin / deyimlerin yerleştirilmesini eleştiren insanların tutumunu, “dil üzerinden milliyetçiliğe soyunma” olarak değerlendirenlere öfkelendiğim zaman. .

Türkçe bir yazının içine serpiştirilen İngilizce kelimelerin, yazının baharatı olduğu yönünde bir tezle karşılaştığınızda ne düşünürsünüz? İçinizden neler geçer? Türkçe bir cümlenin %40’ını yabancı kelimelerle dolduranların yanında, bu tezin sahibi zem zem suyuyla yıkanmış. . mı dersiniz örneğin? Baharat misali serpiştirmelerle Türkçe bozulmuyor mu? Yazının bütünü içersinde yüzde bilmem kaç oranında yabancı sözcüğün, Türkçe’nin bozulmasından muaf tutulabileceği hangi istatistiğe sığar? “Bir drink alalım da gecemiz nice olsun, okey!” diye sunuyor radyodaki genç. (DJ mi desem sunucu mu? . . birden ben de kestiremedim. . ) Türkçe’nin bu oranda bozulması caiz midir? . . . Yoksa, bundan daha fazla bozulursa, elimizde hiç bir şey kalmayacak mı diyeceğiz? . . .

İster serpiştirme, ister bulamaç kıvamında, yabancı dillerden sözcük kullanma merakıdır gidiyor. .

"Flash, brifing, deklarasyon, prestij, sponsor, show, demo, damping, natural, light, small …. ” kulaklarımızı tırmalamaz, gözümüze batmaz , dilimizden düşmez oluyor.
Gösteri, "Show" olduğu zaman; ışıltılı, cazibeli, parlak ve albenili bir çarpıcılığa kavuşuyor. . .
"Prestij", içinde yer aldığı üslubun sahibine bir başka itibar ve saygınlık kazandırıyor. . .
"Damping" yada “Sales”, dükkandaki her bir ürünü iyice ucuzlatıyor. . .
Küçük beden, “small” olmadıkça yeteri kadar incelmiş sayılmıyoruz…
Özlem ve hasret, "nostalji" olmadıkça, yeteri kadar derinden sızlatmıyor içimizi. . .

"Kebapland", "My-do-nose", "Be chic" zihniyeti ise, başka bir kültürel yozlaşmayı ifade ediyor ki, bunu önlemek için dile dair çabaların ne denli yeterli olabileceği soru işareti.

Dile ve imlaya karşı olan ilgisizlik ve vurdumduymazlık da, konunun bir başka boyutu. Light bira, light süt, large beden gibi kullanımlarıyla, light large show gibi kelimelerin özgün yazımlarını koruyarak kullanmak yönünde batı kökenli kelimelere gösterilen bu ilgi, özen ve hassasiyeti(!) , Türkçe’den esirger olmamız anlaşılır gibi değil! Dahi anlamındaki ve ların, bağlacının ve soru eki / / / lerin, a y r ı yazılmaları, eğer bir sorununuz yoksa, anlaşılamayacak kadar karmaşık şeyler değiller. Öyle değil ?

yani bir çeşit yaklaşımıyla mizahi bir anlatıma ve ifadeye büründürülmek suretiyle konuşulan Türkçe’nin, içinde bir ’iyi niyet’ unsuru barındırdığını varsaysak bile; bu iyi niyet, bu kullanımların özendirilmesine, beyinlere kulaklara dillere yerleşip kanıksanmasına engel olamıyor. “Kal geldi”lerle, “Fikrim geldi”lerle gülüyoruz ağlanacak halimize…

Ya şu, olur olmaz iki cümleyi <. .="" .="" adına…=""> şımarıklığıyla bağlayan, anlamı ve ifadeyi yamuklaştıran söylemlere ne demeli : Sayın seyirciler, sizlerden bu görüntüler adına özür diliyoruz. Özür dileyen sanki o görüntüler mübarek! Haber sunucusu da görüntülere vekalet ediyor…
Ya da, +Türkçe'yi Arapça ve Farsça kelimelerden arındırmak adına gerçekleştirilen bu girişim, aslında. . . + cümlesinde olduğu gibi, "için", “üzere”, "uğruna", "uğrunda" vb bağlaçları top yekun fırlatıp atan bir şımarıklığıdır gitmekte. .

Öte yandan, asırlar boyu kullanıla gelirken üslup ve ayrıntı zenginliği kazanmış gibi kimi sözcüklerin, Türkçe'yi sadeleştirme, yalın ve arı bir dil haline getirme yolunda, son kullanım tarihi dolmuş bir kart gibi kesilip atılmasını ve üçü beşi bir arada promosyonlu yeni model bir kredi kartı misali, tek bir "uygun" sözcüğünün kullanılmasını savunan anlayış Türkçe'yi fakirleştirirken, TDK tarafından yabancı kelimelere önerilen Türkçe karşılıkların kimi platformlarda espri konusu olması da, Türkçe'nin itibarının yitirilmesine adeta çanak tutuyor.

Ve, bütün bu darbeler ile Türkçe’miz yara alıyor, kan kaybediyor.

Türkçe'nin ustalarından Şiar Yalçın; “. . . . bu kural, ‘midenüvez’ yerine ‘maydonoz’ denilmesine uygundur. . . ” derken, düşünebilir miydi, maydonozun "my-do-nose" olarak bir levhaya yazılacağını ve bir "cafe"nin tepesine oturtulacağını. . .

Dil yarası kolay kolay onulmaz. . derken atalarımız, bilebilirler miydi ki dilimizin hem yaralayan, hem de böylesine yaralanan olacağını. . .

Ve, kim bilebilir “Biz de nelerle uğraşıyoruz. Türkçe üzerine, dil üzerine yazılan bu yazıyı kim okur ? ” diyenleri kimlerin duyacağını, kaç çift gözün üzerinde dolaşacağını, kaç kulağa ulaşacağını, yaraya bir dirhem de olsa merhem olup olmayacağını?

Kim bilir….

Yeşim Esemen

 
Toplam blog
: 45
: 2228
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

"Artık makine ile değil, insanla iletişim kurma" kararımın ardından IT sektöründeki kariyerimi nokta..