Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

"Kırılganlıklar bir kenarda hep vardır"

"Kırılganlıklar bir kenarda hep vardır"
 

- Çoğu zaman gül o kadar yakınındadır ki farketmezsin bile güzelim rengini, duymazsın mis gibi kokusunu; ne zaman eline batar dikeni, o zaman uyanırsın. Geç olur... Sonra aradan yıllar geçer bir daha rengini hiç unutmaz, kokusunu duymazlık edemezsin. Arada bir, bir yerine ince bir sızı oturur, içinden bir ince sızı gelip geçer gibi olur, işte o dikenin acısıdır. Unuttum sanırsın ama, o kendini hatırlatır sana hep. Olsun; güzeldir gene de. Gelip geçer, unuturum sanırsın ama, unutulmaz. Adam olmak da buradan başlar zaten. Başı önünde, gözlerinde bir yenilmişlik, terkedilmişliğin puslu gölgeleriyle uzağa mı, nereye baktığı belli olmayan bakışlarla dinler görünüyordu. Belli ki orada değildi. Ellerini parmaklarıyla bir birine kenetlemiş, açıktaki baş parmaklarının bir öne, bir arkaya yaptığı dairesel hareketlere uyumlu, içi bir öfkeye, bir isyana, sonra bir dinginliğe salınıp duruyordu. Delikanlı bir ilk aşk acısı yaşıyordu. Yada ona öyle geliyordu. İkisi oturmuş konuşuyorlardı.

-Aşık olmak güzel bir şeydir, üstelik hakkındır da. Çoğu kez ilkleri hüsranla biter ama, olsun. Dikkatli olmak lazım, önceliklerini unutmamak önce. Aşk sonra. Ama dinlemez ki seni bu gönül denen divane. Sonra daldı gitti, ta eskilere. Sustu uzun süre...

Dario Moreno'nun sesiyle yükselen "Deniz ve mehtap sordular seni neredesin" son günlerin moda şarkısının melodileri, yukarıda lacivert gökyüzünde göz kırpıp duran parlak Temmuz gecesi yıldızlarının ışıklarıyla yükselip alçalarak ışıktan konfetiler gibi körfeze dökülüyordu. Son Karşıyaka vapuru, körfezi aydınlatan dolunayın ışıklarını da peşine takmış, bir ışık seli gibi yavaştan aktı geçti gözlerinin önünden. Önündeki çerez tabağında kalan son soyulmuş bademler, erimekte olan buz küplerinin saldığı suda yüzüyorlar, ısınmış Arjantin bira bardağının dışındaki buğu, sıcaktan yol yol olmuş küçük damlacıklar halinde birleşip aşağılara süzülüyordu. Altay Kulübü lokalinin Kordon'da denize uzanan yazlık bölümünün en uç masasında, mehtabın ve İzmir'in ışıklarıyla yıkanan körfezde denizin hemen yanı başındaydı. Şarkı aldı götürdü onu bir yıl öncesine. Ankara Kızılay'da Ulus Sineması önünde öğlen seansına girmek için arkadaşlarını bekliyordu. İleriden nişanlısıyla birlikte gelen arkadaşının yanındaki tanımadığı siyah saçlarını dalgalandırarak yürüyen genç kızdan alamadı gözlerini. Tanıştırdılar, yan yana koltuklara oturdukları sinemada filme odaklanamadı bir türlü. Perdeden yansıyan loş aydınlıkta gözlerini bir türlü yanında oturan kızın düzgün profilinden alamıyordu. Sonraları bakışları bir kaç kez ürkek, tedirgin, sorar, çakıştılar karanlıkta. İçinde açıklanamaz bir kıpırtı tarifsiz memnun, terketti kendini.

Sonra onun İstanbul'a dönmesiyle bir mektuplaşma, telefon konuşmaları, hafta sonları Gazanfer Bilge otobüsleriyle gidip gelmelerle başlayan, içini titreterek devam edegelen bir tarifsiz güzel ilişki başladı. Daha sık yaz bana özlüyorum dans eden yazılarını diyordu, biriktiriliyor defalarca okunuyordu mektuplar sonra. Ortaköy Kuyu Restoran'ın bir akşam üzeri tenhalığında, deniz gören bir köşe masasında içini tüm açıklığı ile döktü ona. Aynı içtenlikle cevap aldı. El ele mutlu, bir İstanbul akşamına mutluluklarını taşıyarak çıktılar lokantadan.

Son Kadıköy vapuru yanan yeni iskele yerine, Galata Köprüsü'nün Karaköy ucuna yakın bir dubadan uskurları suları karıştırarak ayrılmaya başladığında akşamın geç ışıkları düşüyordu denize. Vapurun kıçında el sallayarak, kendisini ellerini sallayarak uğurlayan kıza veda ediyordu. Halden anlayan bir kaptan olmalıydı, görünümü kaçırmadı. Uzun süre geminin projektör ışığını ona çevirerek sahneyi aydınlatarak uzattı. Unutulmaz bir andı...

Otobüs Haydarpaşa Köprüsü'nü arkada bırakarak Harem'e doğru inişe geçtiğinde, batmakta olan güneş denizin öte kıyısında tarihi yarımadada Sarayburnu, Sultanahmet ve Ayasofya ile şekillenen siluetin arkasında göğü kızıla yakmıştı. İçi içine sığmıyordu. Bu gelişi onun için sürpriz olacaktı. Kız yurduna inen yokuşun başında her zamanki buluşma yeri olan Piyer Loti Oteli'nin köşesine geldiğinde akşam olmuştu. Sokak acele adımlarla yurda inen kızlarla doluydu. Karanlıkta beklemeye başladı. Az sonra bir kız arkadaşının yanında konuşarak geldiğini gördü. Yaklaştıklarında adımını öne atacaktı ki durdu. Görmemişlerdi onu. İsminin söylendiğini ve " peki o ne olacak" diye sorduğunu işitti yanındaki arkadaşının.

-Önemi yok, ben zaten onunla sadece güzel bir zaman geçirdim; biter gider.

Dondu kaldı. İçinde bir dünya yıkıldı paldır küldür. Hele o son kahkaha yok mu? Sonrası; doğrusu tam açıklığına hatırlayamıyordu. Kadının omuzunu silkelemesiyle başını ucuz ve ağır parfüm, ter, sigara, içki ve kadın kokusundan ayırarak pavyonun sigara dumanıyla dalgalanan loş ışıklı ortamına kaldırdı.

- Biliyor musun, çok içtin. Çok da konuştun. Geç oldu. Kalk artık, içinin yaralarını sarıp sarmala, genç adamsın. Hem biliyor musun; iki yaralı insandan ortaya daha fazla  bir şey çıkmaz. Bulutlardan düşmüşsün, acıyacak uzun süre... Kafasının içinde yankılanan kahkahalar ve içinin tüm kırık aynaları ile ağzında kekremsi, zehir gibi bir tatla sendeleyerek kalktı. Kapıyı zorla açtı, sigara ve alkolden kartlaşmış, detone sesli kadının söylediği şarkı sönerek arkasında kaldı. "Nereden sevdim o zalim kadını" Merdivenleri yalpalayarak inip, sabaha yaklaşmakta olan bir ıslak, yalnız ve hüzün kokan İstanbul gecesine çıktı. Beyoğlu'nun arka sokalarının tenhalığını inceden başlamış bir yağmur ıslatıyordu.

Hiç bir şey söylemeden kalkıp uzaklaşmakta olan torununun arkasından içi taşarak baktı. Anlamadı bir türlü nasıl olup da elli yıl öncesi anılara döndüğünü.  Belli belirsiz bir gül kokusunu, çok eskilerde içinde tarif edemediği bir yere batan gül dikeninin sızısını duyumsar gibi oldu...

 

   Akın Yazıcı

9 Aralık 2015/İzmit

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..